Başbakan yine diyor ki “Birbirlerine müdahale etmediği sürece her yaşam tarzına saygılıyız…Birbirlerinin değerlerini tehdit etmediği sürece her türlü değeri baş üstünde tuttuk”.
Sizi bilmiyorum ama ben Başbakan’ın, bu adı “balkon konuşması”na çıkmış konuşma tarzından çok sıkıldım. Sanırım millet de sıkıldı ama, anlaşılan, bir; bu satırları yazan “danışman”, her kimse o sıkılmamış bir de Başbakan. Önemli günlerde habire önümüze konuyor.
Oysa söylenen cümlenin ima ettiği demokrasi kültürü aslında özlediğimiz bir kültür. Herkesin diğerinin yaşam tarzına saygılı olması insanlığın geldiği evrensel değerler bakımından çok önemli. Ama böyle bir zihni olgunluğa ulaşmak öyle kolay da değil. “Muassır medeniyetler” diyerek kimimizin ölçü olarak aldığı Batılı ülkelerinaralarında bile bu olgunluğa erişemeyenlerin olması zorluğun derecesini de gösteriyor. Bazı Avrupa ülkelerindehala örneğin Müslümanların yaşam tarzlarına müdahale anlamına gelen bazı sınırlamaların varlığını hatırlarsak böyle bir demokrasi hayaline ulaşmanın o kadar da kolay olmadığını anlarız.
Türkiye’ye bakarken çoğu zaman, Türkiye’nin “yarı-aydınlanmacı” kültürel ortamında yetişmiş bizlerin kullandığı kavramların, terimlerin ve tanımların ülkemizin sosyolojisine, siyasetine ve tarihine ne kadar uygun düştüğüyle ilgili kuşkuları olan biriyim. Bu nedenle de, bireysel hak ve özgürlükler üzerinden yükselmiş Batı’nın “demokrasi”siyle, bizde varolan ve adına, uzun bir zamandan beri bizim de “demokrasi” dediğimiz şey aynı mıdır diye bir sorunun anlamlı bir soru olduğunu düşünüyorum. Böyle baktığımda da toplumun önüne “sandığın” belirli sürelerle konulması, insanların böylelikle “temsilcilerini” seçmesi, parlamentonun varlığı, bütün bunlar bakımından bizde olanla Batıda olan arasında büyük benzerlikler olduğunu görüyorum.
Ama öte yandanbu benzerliklerin dışında siyasetin yapılış biçiminde Batı’daki “birey”dençok bizde “kültürel kimliklerin” egemen olduğu bir varoluş biçiminin, bir zihniyet dünyasının olduğu da açık. Bir başka ifadeyle Batı’nın “demokrasisi” “birey” üzerinden yürüyen bir siyasal sistemken, bizim “demokrasimiz” “kültürel kimlikler” üzerinden yürüyen bir siyasal sistem.
Zihniyet dünyasındaki bu farklılığınönemli olduğunu düşünüyorum ben. Önemlidir, çünkü böyle bir toplumsal yapıda “sandık”, yani demokrasi, daima ve daima sayıca çok olan “kültürel kimliğin” iktidarı anlamına gelecektir. Bir başka deyişle “çoğulculuk”tan çok “çoğunlukçuluk” bizdeki demokrasinin kaçınılmaz bir sonucu olacaktır. AKP iktidarının “İslami kültürel kimliğin” temsilcisi olarak 10 yıldan fazla iktidarda olması da, onun bütün “Balkon konuşmalarına” rağmen ısrarla “çoğunlukçu” (kimlikçi) bir siyasi duruşa sahip olması da bence bu nedenle.
Böyle baktığımızda da neden, bizim gibi “Müslüman kültürel kimliğin” çoğunluk olduğu ülkelerde askerin, sistemin ayrılmazı olarak tanımlanmış ve bir biçimde içine yerleştirilmiş olduğunu da anlıyor insan. Vesayet rejimi dediğimiz de bu değil miydi zaten?
Tabii Erdoğan’ın bütün “balkon konuşmalarında” kullandığı “her yaşam tarzına saygılıyız” lafını yine “çoğunluk kimliğinin” içinden yapıyor olduğunu unutmamak gerek. Yani seçilmiş ve hepimizin Başbakanı olan bir “siyasi liderden” çok, çoğunlukta bulunan İslami kesimin temsilcisi olan bir partinin “siyasi lideri” olarak ( o nedenle de kendini rahat hissederek) yapıyor bu konuşmayı ve o nedenle de bu “çoğulculuk” gösterisinin referansı da yine dinsel vurgulu bir cümle olan“Biz yaradılanı Yaradan’dan dolayı seviyoruz” cümlesi oluyor.
Doğrusu kimliklerin ana siyasi aktör olduğu bizim gibi demokrasilerde, kimlikler arası çatışmacı iklimin yıkıcı etkiler üretmesini önlemek için dini öğelerin de kullanılmasıyla ilgili bir sorunum yok.Ama demokrasimizin sorunun, “yaşam tarzlarına saygı” ile giderilemeyeceğini, aksine her bir yaşam tarzının (yani her bir kültürel kimliğin) birlikte yaşayabilmesi için tam olarak her bir kimliğin hak ve özgürlüklerinin tanınması gerektiğini görmemiz gerekir. O nedenle de Hükümetin bir takım yasakları kaldırılmış olması güzel bir adımdır, ama asıl ihtiyacımız olanındoğal olarak bizim olan hakve özgürlüklerimizin bize iade edilmesidir. Yaşam tarzları arasında saygılı bir ilişki ancak böyle kurulabilir.
Bizim için “demokrasi paketi” böyle bir şeydir.
Ya da böyle bir şey olmalıdır…