Brezilya’da son zamanlarda moda olan “rolezinho”, özellikle gençler tarafından sosyal medya aracılığıyla yapılan çağrılarla, alışveriş merkezlerinde (AVM) toplu bir buluşma olarak niteleniyor. Bu, küçük bir gezi yapmak, bir tur atmak anlamına geliyor. Ȍzellikle Facebook’ta konu ile ilgili bir sayfa açılıyor ve hangi AVM’de ne zaman buluşulacağı belirtiliyor. “Rolezinho” özellikle son haftalarda São Paulo kentinden, ülkenin diğer yerlerine yaygınlaştı.
Gençler ise, AVM’lerin kendilerine ayrımcılık uyguladıklarını ve “yoksul oldukları ya da deri renkleri” nedeniyle bazen AVM’lere alınmadıklarını dile getiriyorlar.
AVM işgalleri politik bir eylem biçimi mi?
Rolezinho, ilk bakışta politik içerikli bir eylem değil. Zaten günümüz gençliğinin büyük kesimi politik eylem yapacak kapasitede değil, çünkü sistem tarafından apolitik olarak yetiştirildiler. Politik olmanın tersine, “kapitalizmin nimetlerinden” istediği gibi yararlanamama durumu da bu çeşit eylemlere yol açıyor. Ȍrneğin Sao Paulo’da geçen ay 6 bin genç, bir AVM’yi işgal etti. Araba parkında arabalara hasar verdiler, AVM’de dolaşan insanlara saldırdılar ve gasp, yağmalama eylemi yaptılar. Ȍzellikle Favela”lardan (gecekondu) gelen gençler, son model cep telefonu, LCD televizyon, marka elbise ve ayakkabı istiyorlar. Yani kapitalizmin fetişlerine sahip olma içgüdüsü bir tür.
Eduardo Galeano, Meksikalı baskı ustası Jose Guadalupe Posada’nn çizimlerini yaptığı “Patas Arriba (La Escuela del Mundo Al Revés” adıi kitabında bu durumu şöyle ifade ediyor: "Eşyaların giderek daha çok, insanların ise giderek daha az önemli olduğu bu uygarlıkta amaçlar, araçlar tarafından ele geçirilmiş: eşyalar seni satın alıyor, otomobiller seni kullanıyor, bilgisayarlar seni programlıyor, televizyon seni seyrediyor. İnsanlara gerçek varoluşu bahşeden fetişlere sahip olmak için, her saldırgan kurbanının sahip olduklarına sahip olmak istiyor; kurbanının kurban olmadan önce olduğu kişi olmak için.”
Bu işgaller, görünüşte antikapitalist değil, tam tersine kapitalizmin ürünlerine sahip olmak isteyen bilinçsiz bir toplu harekettir. Ancak, paradoksal olarak görünse de, her ne kadar bilinçsiz ve apolitik gençlerce yapılan bir eylem olsa da, özünde neoliberal şiddetin, yoksul olmanın verdiği öfkenin ve gecekondularda (favela) herşeyden yoksun olarak yaşamanın alt sınıflarda yarattığı öfkenin yol açtığı eylemlerdir. Bilinçsiz, kendiliğinden çeşitli yeni eylem biçimleri doğuyor.
Bu eylemlerin politik içeriğe sahip olma şansı var mı?
Yalnızca bu süreçte bu işgallerden bir tanesi politik içerikliydi. Çünkü işgali gerçekleştiren insanlar politik insanlar olan Topraksız Köylüler Hareketi (MST) üyeleri idi. MST üyeleri, São Paulo’da AVM işgal eylemi yaptılar. Bu da gösteriyor ki, bu “rolezinho” AVM işgalleri, toplumun politik kesimleriyle buluştuğu ölçüde politikleşebilir ve daha sonuç alıcı bir eyleme dönüşür. Eylemler politikleştiği anda da, şimdi eylemler sırasında görülen bireysel hırsızlık, bireysel yağmacılık, halka yönelik gasp olaylarından da arınır ve tamamen antikapitalist bir niteliğe bürünür.
Tüketim toplumunun kutsal mekânı: AVM’ler
Piyasanın mikro görünümü olarak da değerlendirilen AVM’ler kapitalizmin kutsal mekânlarından birisidir. Dünyada hızla yayılan AVM’ler, alt ve orta sınıflardan insanlara bir çeşit vitrin işlevi görüyor ve onları da “sınıf atlamaya” özendiriyor. Satın alamayacağı, son model cep telefonuna bakan yoksul genç, ilk frsatta bu telefona sahip olmak için, neredeyse herşeyi yapmaya razı oluyor. Yani meta fetişizminin tutsağı oluyor. Neoliberal sistemin istediği de tam da bu. İnsanlara havuç göstererek, onları tüketime özendirmek. Ancak bu durum isyana, şiddete, protestolara, işgallere dönüştüğünde işte o zaman kapitalist sistem de vahşilesiyor ve kurbanlarına acımasızca davranmaktan çekinmiyor.
Londra isyanında olduğu gibi varoşlardan inen yoksul gençler, son model LCD televizyonları ve pahalı cep telefonlarını yağmalamıştı. Brezilya’da da bazı topluca AVM’ye gidiş eylemlerinde yağmalamalar ve saldırgan agresif davranışlar görülüyor. Bu sırada özellikle çocuklu aileler, AVM’yi hızla terketmek istiyor ve dükkânlar da kepenklerini kapatıyorlar. Katılımcı sayısına bağlı olarak “rolezinho” de facto olarak bir işgale dönüşüyor. Bazen hırsızlık, yağmacılık ve halka yönelik gasp olayları da yaşanıyor bu işgallerde. Bu ve benzeri nedenler ile medyanın manipülasyonu halkın büyük kesiminin bu tip işgallere olumsuz bakmasına neden oluyor.
Meta fetişizminin görülebileceği alanlar: AVM’ler
AVM’lerde herşey oraya gelen potansiyel müşterinin parasını almak üzerine tasarlanmıştır. Görünüşte bir alışveriş zorunluluğu yoktur. Ama daha arabanızı park ederken ücret ödemeye başlarsınız. Orta sınıfa mensup bir çift çocukları ile birlikte AVM’ye gitmişse para harcamaları kaçınılmazdır. AVM’lerin içinde her sınıfa hitap eden dükkânlar ve ürünler mevcuttur. Restoranlardan sinemalara, elbise satan dükkânlardan mobilya satanlara, bankalara, kafeteryalara ve daha birçok mekâna rastlarsınız büyük alışveriş merkezlerinde. Buraları, günümüzde tüketim kapitalizminin kutsal mekânlari haline dönüşmüştür.
Buralar, Marks’ın özellikle “Kapital”de dile getirdiği “meta fetişizmi” kavramının birebir görülebileceği alanlardır. AVM’ler insana bir yabancılaşma ortamı sunar ve onu kendisine yabancılaştırır. Bu yanılsama dünyasında herşey insanı daha çok tüketmeye ve tükettikçe de yabancılaşmaya iter. Tüketme arzusu, tükettikçe doyuma ulaşmaz, tam tersine artar. Denildiği gibi “gösterişçi” bir yaşam biçiminin somutlaşmasıdır bu.
Bu bir ihtiyaç sorunu değildir özünde; meta fetişizmi ve yanılsama dünyası insanı sahip olduğu metaları da yeni ürünlerle değiştirmeye iter. Birey böylece sürekli tüket tüket psikolijisi altında ezilir. Bu meta fetişizmi, o kadar ileri boyutlardaki, bazı yerlerde bir kişiye iki adet cep telefonu düşüyor. Dört adet cep telefonuna sahip orta düzeyde yüksek olmayan gelire sahip insanlar tanıyorum. Tüketim ruhu, toplumda artık “hiper” bir biçime bürünmüştür.
“Sen” adlı kitabımda şunları yazmıştım:
“Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, nesnelere insan ilişkilerinden daha fazla değer biçiyoruz. Kapitalist sistemde, insan da bir metaya dönüştürülmüştür. Hatta bu sistemde insan bir vidadır, basit bir nesnedir. Kendi hayatına iradi müdahale etmekten uzak olduğu gibi, toplumsal hayata da ilgisizdir.
İşte en kötüsü de bu dostum: İnsanları birer nesne gibi dahi görmemek. Nesnelere vermemiz gerek değeri insanlara, insanlara biçeceğimiz değeri ise nesnelere biçiyoruz. İşte bu nedenle ilişkilerimizde başarısız oluyor ve onları birer mutsuzluklar yumağına dönüştürüyoruz.
Filozoflar ve bilgeler en az nesneyi kullanarak hayatlarını sürdürmeye çalışırlar. Dervişlerin felsefesini de bu bakış oluşturur: Bir lokma, bir hırka...
Fıçısının başında dikilen Büyük İskender’e, “Gölge etme başka ihsan istemem” diyen Diyojen de, hayatı boyunca erdemi aramış yüce bir insandı. Güpegündüz elinde feneriyle insanı ve erdemi arayan Diyojen, bir gün bir çocuğun avucuyla çeşmeden su içtiğini görür ve kendi kendine, “Bu çocuk bana hâlâ gereksiz eşyalarım olduğunu öğretti.” der ve su içmek için kullandığı çanağını kırar.” (Erol Ana:, “Sen”)
Fransız düşünür Jean Baudrillard’a göre, tüketim toplumu, tüketicinin ihtiyaç ve talepleri tarafından değil, aşırı üretim kapasitesi tarafından yönlendirilir. (Baudrillard: “The Consumer Society”, s. 41)
Bu mekânlarda, insanlar arasında sosyal bir ilişki biçimi yoktur özünde. Çünkü insan bir “şey”e dönüşmüştür, o artık algılamadan tüketen bir makinedir. Buralarda dolaşan, oturan, tüketen insanlar birer ada olarak bulunurlar.
Burası nesnelerin, insanları tutsak ettiği alanlardandır.