Gazetelerde Şerif Mardin’in boşandığı haberini okuyunca, üzüldüm onun adına, ama bana yıllar önce yaşadığım bir anıyı çağrıştırdı bu haber. Kendisi hayatta iken bunu yazmak istedim.
1997 yılında dil kursuna gitmek amacıyla, kendi olanaklarımla bankadan da kredi çekerek Washington D.C.’ye gitmiştim. Burada, Senato binasına yakın küçük bir oda kiralamış ve Virginia’daki bir okula kaydımı yaptırmıştım. Her gün metro ile Washington D.C.’den Virginia’ya gidiyor ve ders görüyordum. Aynı zamanda da resim ve karikatür çalışmalarımı sürdürüyordum. Evsahibim tesadüfen, bir sanat galerisi sahibi olan Helen Jackson idi. Helen, Afrikalı Amerikalı, kütüphaneden emekli, sanata duyarlı bir insandı. Evinin ön kısmını sanat galerisine dönüştürmüştü.
Bir süre geçtikten sonra Helen benim için bir sergi organize etti. Sergi, insan hakları ile ilgili olduğundan Presbyterian Kilisesi’nde gerçekleşecek, Kilise koktely ve çerçeve masraflarını da karşılayacaktı. Ayrıca Helen’ın galerisindeki bazı çerçeveleri de, onun önerisiyle kullanmıştım. Bunların hepsini Helen organize etmişti.
Şerif Mardin ve "mahalle baskısı"
O sırada, dünyanın en büyük insan hakları örgütlerinden birisi olan Human Rights Watch Türkiye Masası’ndan Christopher Panico, benim haberim olmadan serginin açılış konuşmasını yapması için orada bir Amerikan Űniversitesi’nde çalışan Şerif Mardin’den ricada bulunmuş. (Ben böyle bir talepte bulunmazdım aslında) Mardin, konuyu düşüneceğini söylemiş. Ancak bir süre sonra Şerif Mardin, Panico’yu arayarak şöyle demiş: "Erol Anar, bir Kürtçü. O, PKK’nın gazetesine, Ȍzgur Politika’ya yazılar yazıyor. Hatta PKK’lı birisi o. Bu nedenle ben onun sergisinin açılışını yapamam."
Mardin, Google’dan adımı araştırmış anlaşılan, İHD ile ilgili etkinliklerim ve gazete yazılarıma denk gelince de, bana sorma gereği bile duymadan bu düşünceye varmış. Belki de Emin Çölaşan’dan sormuştu beni, kim bilir? Çünkü o, İHD’yi "PKK’nin yan örgütü" olarak niteliyordu.
Ben, Şerif Mardin’in bazı kitaplarını okumuştum, ama kendisiyle kişisel olarak tanışmıyordum.
O zamanlar Avrupa’da yayınlanan “Ȍzgür Politika” gazetesinin kültür sanat sayfasına, herhangi bir ücret almadan haftada bir sanat, edebiyat konulu yazılar yazıyordum. (O zamandan bugüne kadar da çeşitli gazetelerdeki köşe yazılarımdan bir ücret alamadım.) Ȍzgür Politika, Avrupa’da legal olarak çıkan bir gazete idi. Elbette Kürt sorununa duyarlı idi.
Mardin, "mahalle baskısı"ndan mı çekinmişti?
Christopher Panico, bunları bana anlatınca şok oldum. Bu yargısız infaza üzülmüştüm. Ona şöyle dedim: “Lütfen söyle Sayın Şerif Mardin’e, ben PKK’li değilim. Kürt de değilim, Çerkesim. Fakat ben bir insanım. Kürtlerin de, diğer azınlıkların da insan haklarını ve demokratik istemlerini destekliyorum. Ezilen, sömürülen Türklerin haklarını da destekliyorum. Ben bir insan hakları savunucusuyum. Ȍzgür Politika, bağımsız bir gazete bildiğim kadarıyla ve legal olarak yayınlanıyor. Yani Ȍzgür Politika’ya yazı yazmak için PKK’li olmak gerekmiyor. Şimdiye dek, Kürt olmayan birçok aydın, Ȍzgür Politika ya da Ȍzgür Gündem’e yazılar yazdı. Ayrıca PKK’li olsam, bunu da açıkça söylemekten çekinmezdim.”
Hürriyet gazetesinde yazıyor olsaydım, Mardin, eminim sergi açılış konuşmasını yapardı. Zaten söyleyeceği de insan haklarına dair birkaç cümleden ibaretti. Belki de “mahalle baskısı’ndan çekinmişti, kim bilir?
Sonunda o akşamüstü, insan hakları konulu resim ve karikatür sergimin açılış konuşmasını, Human Rigts Watch’u temsilen Christopher Panico yaptı.
Ȍteki mahalle
Konu Kürtler, Ermeniler ve gayrimüslim azınlıklar olunca hemen "mahalle baskısı" devreye giriyor; özellikle Kürt sorununda insan hakları ve demokrasiden yana tavır alan herkes “PKK’li” olarak niteleniyor.
Türkiye literatürüne "mahalle baskısı" kavramını sokan, Mardin’in kendisi de önyargılı ve kendi mahallesinin baskısı altındaydı anlaşılan. Kendisi, beni “öteki mahalle” kategorisine koymuş ve dışlamıştı.
Bütün bu olanların şahitleri de o zaman Human Rights Watch’da çalışan Chriptopher Panico, sanat galerisi sahibi evsahibim Helen Jackson, ve o dönem orada tanıştığım bazı arkadaşlarımdır. Yanılmıyorsam, Human Rights Access’ten Mike Amitay de konuyu biliyordu.
Sonuçta sadece devlet insanları kategorize ederek, onların düşünce özgürlüğünü engellemiyor. Bunu "aydın" insanlar da yapıyor. Onların çoğunun kafasında da, devletin verdiği önyargılar ve resmi ideolojinin izleri duruyor. Ve insanları bu bakış açısıyla yargılıyor, “öteki mahalle”ye sürgün ediyorlar.
Twitter: @erolanar