Erol Anar

05 Ekim 2013

Elimde yırtık, eksik bir haritadır aşklarım ve hayatım

Kendi çocuklarından korkarak onları yerin derinliklerine hapseden Uranos gibi, kendi aşkımdan korkarak seni içimin derinliklerine hapsetmeyi ve kimse görmesin diye oradan çıkarmamayı arzu ederdim

Yüzyıllar önce sonsuz denizin kim bilir neresine batmış, bulması neredeyse imkânsız bir gemideki hazinenin peşinde ömrünü tüketen bir denizci gibi, elimde yırtık aşkımızın haritası, neredeyse ulaşılması imkânsız aşk hazinemin peşinde koşmayı isterdim. Fakat bir süre sonra tıpkı o denizci gibi seni bulmanın değil de, aramanın bana mutluluk ve heyecan verdiğini fark ederek, sonsuz bir enerjiyle, belki de asla ulaşamayacağım sana doğru yürümeyi arzu ederdim.

Ve anlamak isterdim ki, ancak imkânsızın peşinde koşan hayatın sırrına varır ve ancak imkânsız aşkın peşinde koşan kişi gerçek aşıktır.

 

Uzaklar

 

Van Gogh’un arkadaşı, yaşarken hayatı bir başarısızlıklar zinciri olan ressam Paul Gauguin gibi, bir gün sahip olduğum her şeyden vazgeçerek, arkama bir an olsun bakmadan uzaklara, ama çok uzaklara kaçmayı isterdim. Tıpkı onun gibi Tahiti’ye yerleşir, orada bir yerli kadına aşık olarak yaşamayı arzulardım.

Buradaki adalarda, başyapıtımı sanki başka bir gezegende yaşayan seni düşünerek tamamlamayı, sonra orada ölmeyi ve Gaugin’in Hiva `Oa Adası’ndaki mezarının yanına gömülmeyi dilerdim.

 

Aşktan ve acıdan sarhoş

 

Bundan bin yıl önce yaşayan şair Nişaburlu Ömer Hayyam gibi, aşktan ve acıdan sarhoş bir şekilde, Semerkant’tan İsfahan’a kadar gölgeni takip etmeyi isterdim. Bir yandan Hayyam’dan dörtlükler okur, diğer yandan ise seni kaybetmiş olmanın büyük acısını zayıf omuzlarımdan düşürmemeye gayret ederdim. Ama teselliyi Hayyam gibi şarapta değil, bir gün seni bulma umudunda arardım.

 

Kül

 

İsfahan şahının oğlu Kerem gibi, babanın benden kaçırdığı seni köy köy, şehir şehir takip etmeyi dilerdim. Bütün engelleri aştıktan sonra ise gömleğini çıkaramayıp ateşimden yanmayı ve küllerimle seni de tutuşturmayı isterdim.  Öyle bir aşk olmalıydı ki, sanki asla sönmeyecek görünen bir alev gibi birbirini tutuşturmalıydı. Bir anda parlayıp bir anda küle dönerek, kendi küllerinden dirilen kuş gibi uzak göklere kanat çırpmalı ve bir anda sanki hiç olmamış gibi sonsuzluğa karışıp yitmeliydi.

 

İçteki çöl

 

Aşkından delirdi denilerek Leylası ile kavuşması engellenen Mecnun gibi içimdeki çöllere dalıp, senin varlığını bile unutmayı ve karşıma çıktığında seni tanıyamamayı arzu ederdim. Bir gün öldüğünü duyduğumda ise, içimdeki çölde yüzyıllık kan uykulardan uyanıp mezarını kucaklayarak orada ölmeyi isterdim.

 

Söz

 

Çekirge ve yaban balından başka bir şey yemeyen, çölde yükselen sesi duyduğunu söyleyen, İsa’yı bile vaftiz eden ve bir gün sırf kralın hoşuna giden bir dansçı kız istedi diye, kral tarafından başı kestirilerek bir tepsi üzerinde kanlar içerisinde dansçı kıza sunulan Vaftizci Yahya olmayı isterdim. Eğer bir gün sana karşı en küçük bir hata yaparsam, başımın kesilerek bir tepsi üzerinde sana sunulmasını isterdim.

 

Ormanda aşk izi sürmek

 

Seni Kamboçya’nın tropikal ormanlarında aylarca aramayı isterdim. Bölgede yaygın olan beyaz karıncaları incitmekten çekinmeyi ve bu yüzden yaprakların üzerinde yavaşça  yürümeyi ve ormanda günlerce oruç tutmayı isterdim.

Daha sonra saçım sakalıma karışmış bir biçimde, Şiva heykelinin etrafında gelişen ve tapınakların en güzeli olarak bilinen tanrı vişnuya adanmış Angkor Vat’a sığınmayı ve meditasyon yaparak hayal gücümle, belki de dünyanın öbür ucunda olan sana ulaşmayı isterdim.

 

İçe yürüyüş

 

Uçsuz bucaksız, insan eli değmemiş ormanların derinliklerinde seni ararken, bilmeden de olsa bir böceği ezmemek için, ayaklarıma eski “Doğulu” rahipler gibi yumuşak, kurumamış dallar bağlayarak yürürdüm.

 

Pirinç tarlalaları

 

Sonra bir gün seninle Vietnam’da hayatımızın anlamını aramayı isterdim. Eşsiz Ha long koyundan küçük bir tekne ile yukarıya doğru çıkarak pirinç toplayan kadınları izlemeyi isterdim. Sonra onlara katılarak seninle günlerce akşama kadar pirinç tarlalarında hiçbir şey düşünmeden yan yana çalışmayı dilerdim. Buğday tarlalarında çalışarak aşkını unutmaya çalışan Tolstoy gibi, pirinç tarlalarında seni unutabilmeyi aklımdan silmeyi arzu ederdim.

Seni bulduğumda ise, yaya olarak ormanın içinden sessiz bir biçimde günlerce yürüyerek, sanki yanımda değil de uzaktaymışsın gibi seni düşünmeyi isterdim. Ve uzak dağ köylerinde, önümüzde uzanan ovalara bakar, gün batımını izleyerek ferahlamayı dilerdim.

 

Tuz tepeciklerinin arkasında aşk

 

Bolivya’da Salar de Uyuni’de gölün üzerinde oluşturulmuş tuz tepeciklerinin arkasında seninle saklambaç oynamayı, sonra sana sarılarak belki de dünyanın en güzel güneşinin battığı bu yerde günbatımını izlemeyi isterdim. Ve orada kutsal tuz üzerine yemin ederek, aşkımızın sonsuzluğunu ilan etmeyi arzu ederdim.

Daha sonra bir kayığa binerek Ilha do Pescado’ya gitmeyi ve kırmızı flamengoları aşkımıza tanık etmeyi dilerdim.

 

Çölün Gelini

 

Bir sabah güneş doğmak üzereyken Suriye’de “Çölün Gelini” denilen Palmira kentinde uyanmayı ve yanımda göremeyince, hemen alacakaranlıkta seni aramak için çöle doğru acele adımlarla yola çıkmayı isterdim. Yanıma su bile almadan senin susuzluğunla yanmayı ve binlerce yıllık Palmira harabelerinin arasında gölgene rastlamayı isterdim.

 

Yeniden doğuş

 

Kendi çocuklarından korkarak onları yerin derinliklerine hapseden Uranos gibi, kendi aşkımdan korkarak seni içimin derinliklerine hapsetmeyi ve kimse görmesin diye oradan çıkarmamayı arzu ederdim.

Sonra bir gün, göğsünden parlak çeliği çıkararak onunla keskin bir tırpan yapan ve Uranos’un üreme organlarını kestiren yeryüzünün anası Gaia gibi, içimdeki seni  bir tırpanla keserek özgürleştirmeyi dilerdim.

Sonra yine orada etlerimin Uranos gibi beyaz köpüklere dönüşmesini ve o beyaz köpüklerden Afrodit’in doğuşu gibi senin yeniden doğmanı isterdim.

Twitter: @erolanar