Son günlerde Türkiye vatandaşlarının Avrupa Birliği ülkelerine yönelik vizeden yakın gelecekte muaf olup olmayacağı konusu tartışılıyor. Ben de bu konuda yaşadığım bir olayı hatırladım.
1996 yılında dilimi güçlendirmek altı aylığına Londra’ya gitmeye karar vermiştim. Bu amaçla hazırlık yapmıştım. Uluslararası Af Örgütü’nün Türkiye’deki ilk üyelerinden birisiyim. O zamanının Af Örgütü Türkiye Masası Temsilcisi Jonathan Sugden bana kurum adına bir davetiye yollamıştı. Bu süre içerisinde hem Af Örgütü’nde gönüllü olarak çalışacak, hem de dil kursuna gidecektim. Londra’da yaşayan çocukluk arkadaşım Can ise bana hem davetiye yollamış, hem de bir dil kursuna kaydımı yaptırmıştı. Daha önce kendisini Londra’da ziyaret etmiştim. İşyerimden de ücretsiz izine ayrılacaktım. Yine Londra’da yaşayan İskoç bir arkadaşımdan da davetiye gelmişti.
Bütün belgelerim hazırdı. O günlerde İHD’yi ziyaret eden İngiltere Ankara Büyükelçiliği’nden birisine vize için başvuracağımı sőyledim.
“Erol bey, İngiltere Konsolosluğu vizeyi İstanbul’dan veriyor, ama size buradan verebiliriz sanıyorum. Konsolos ile görüşeyim, sizi ararım” dedi. Daha sonra aradı ve Konsolosluk’tan randevu icin beni arayacaklarını söyledi.
O sıralarda İngilizce olarak yayınlanan “Turkish Daily News” gazetesine dışarıdan, insan hakları konusunda makaleler yazıyordum. Gazetenin genel yayın yönetmeni insan haklarına duyarlı olan gazeteci İsmet İmset idi. Kendisi insan hakları ile ilgili yazılara önem verirdi.
Konsolosluk’ta çalışan Deniz hanım bazen arar ve makalelerim ile ilgili sorular sorardı. O gün Deniz hanım beni aradı ve pazartesi günü için randevu verdi. Ankara’da, İngiliz Konsolosu ile vize gőrüşmesi yapacaktım. Pazartesi günü belirtilen saatte Konsolosluğa gittim, Deniz hanım beni karşıladı ve Konsolos’un odasına götürdü. Konsolos, kısa saçlı, elli yaşlarında gősteren, sert yüz hatlarına sahip bir kadındı.
Görüşme başladı. Konsolos bana sorular soruyordu:
“İngiltere’de ne kadar süre kalacaksınız?”
“Nerede kalacaksınız?”
Zaten Konsolos’unelinde tüm belgelerim vardı. Buna rağmen sormaya devam etti.
“Evinizde kaç kişi ile ile birlikte yaşıyorsunuz?” dedi.
“Pardon!” dedim. “Anlayamadım.”
Konsolos, tekrar sordu:
“Evinizde kaç kişi var?”
Birden sinirlendim ve kadının gőzlerinin icine bakarak şőyle dedim:
“Sen bana bu soruyu soramazsın. Özel hayatım ile ilgili soru sormaya hakkın yok.”
Konsolos’un gözlerinde birden şimşekler çaktı, küstahlığı geri tepmiş, “Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluğun” getirdiği sőmürgeci İngiliz gururu yara almıştı. Böyle bir tavır beklemiyordu, birden hışımla ayağa kalkarak sert bir ifade ile:
“Gőrüşme sona ermiştir!” dedi.
Konsolos, seyahatimle ilgili belgelere bakmamıştı bile. Amacı, beni biraz aşağıladıktan sonra vizeyi vermekti. Bu tavrıyla, bana “Üçüncü dünya ülkesinin vatandaşı olduğumu” hatırlatmak istiyordu. Küstah bir tavırla soru soruyordu.
Ben de ayağa kalktım ve hoşçakal bile demeden orayı terk ettim. Deniz hanım şok olmuştu.
Ertesi gün Deniz hanım aradı:
“Erol bey, biliyorsunuz dünkü görüşmeden sonra vize almanız zorlaştı.”
“Benim için sorun değil.”
“Fakat yine de sayın Konsolos size bir şans veriyor. Eger kitaplarınızdan para kazandığınıza dair bir yayınevinden belge getirirseniz, size vize vereceğiz.”
Konsolos, soğuk savasa devam ediyor, bu savaşı kazanmak icin benden bir belge daha getirmemi istiyordu. Birçok yayıncı arkadaşım vardı, böyle bir formalite belgeyi herhangi birisinden kolaylıkla alabilirdim.
“Deniz hanım, ben yeni belge getirmeyeceğim. Bana pasaportumu ve vize vermeyeceksiniz, vizemi reddettiğinize dair bir yazı vermenizi istiyorum.” dedim.
Ertesi gün öğleden sonra pasaportumu ve yazıyı almak için Konsolosluk’a gittim. İngiltere yasalarına göre, vizesi reddedilen her kişiye, talep halinde konu ile ilgili bir yazı veriliyordu. Burada beklerken, bir genç kız ile daha sonra babası olduğunu őğrendiğim bir adamla tanıştım. İngiltere İstanbul Konsoloslugu’na vize icin başvuru yapmışlar, yeni bir belge iletmek için Ankara Konsoloslugu’na bazı seyler soracaklarmış. Öyküleri buna benzer birşeydi, tam hatırlamıyorum, o gün sinirli idim.
Ben de kendi hikâyemi kısaca onlara anlattım. Adam, bana hiçbir şey demedi. Kızına dőnerek,
“Bak kızım, gőrdün mü? Vize alamamış. Sen, sana ne sorarlarsa cevap ver. Sakın bőyle bir tavır gősterme.” dedi.
Şőyle bir baktım, onlara acımıştım. “Her halk, layık olduğu davranışı bulur.” diye düşündüm. Yüzyılların getirdiği, Avrupalının karşısındaki derin aşağılık kompleksi bu tür davranışlara neden oluyordu.
Artık onlara arkamı dőnmüş, konuşmuyordum. “Vize için çırılçıplak soyunmanız gerekiyor.” deseler hiç düşünmeden bunu da yaparlardı. Demek ki Konsolos, bunu bildiği için bőyle davranıyordu.
Űstelik daha önce İngiltere’ye gitmiştim. Daha sonra Jonathan ile konuşarak durumu anlattım. Kendisi ertesi gün beni aradı:
“Erol, Uluslararası Af Örgütü olarak, Genel Sekreter imzasıyla, bu konuda İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na bir mektup yollayacağız.” dedi.
İşi büyütmeye karar verdim. Almanya, İngiltere, Norveç ve İsviçre’ye, beni tanıyan uluslararası insan hakları őrgütlerine durumu yazdım. Birkaç gün sonra Almanya’dan Türkiye ile Dayanışma Komitesi Başkanı Şakir Bilgin aradı:
“Erol, biz senin yazını Almanca’ya çevirdik ve bizim yazımızla birlikte tüm Alman insan hakları kuruluşlarına gőnderdik, Onlardan İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nı, bu konuda protesto etmelerini istedik.
Sonradan őğrendim ki, birçok ülkeden insan hakları kuruluşları, İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na bu konuda yazı yazmışlar, olayı kınamışlar.
Bir de imza kampanyası düzenledim ve yüzlerce imzayı İngiltere Büyükelçiliği’ne yolladım. Medyadan arkadaşlarım, Konsolosluğu arayarak konu ile ilgili sorular sordular. Olay büyümüştü. “Düşünce Özgürlüğü” adlı kitabımda, protesto metnini ve imzacıların adını yayınladım.
Daha sonra İngiltere Dışişleri Bakanlığı’ndan o zamanki İHD Başkanı Akın Birdal’a bir mektup geldi. Mektupta, kısaca şőyle deniliyordu:
“Olayı araştırdık. Ankara Konsolosluğumuz, Erol Anar’a vize verme arzusunda idi, ancak kendisi başvurusunu geri çekti.”
Bu olaydan sonra, hedef büyüttüm ve dil kursu için ABD’ye gittim.