Erol Anar

03 Mart 2012

Ben kendi cehennemime odun taşıyorum

Hep hayata dair yazıyorum. Özünde insanları en çok rahatsız eden şeydir...

 

Hep hayata dair yazıyorum. Özünde insanları en çok rahatsız eden şeydir hayat. Çoğumuz hayatı unutarak, farkında olmadan yaşamayı tercih ederiz. Tıpkı zamanı unuttugumuz gibi. Sanki derin bir travma sonucu hafızamızı yitirmiş gibiyiz.
 
Oysa hayatı unutan insan yarım değil, artık tam bir ölüdür. O bir milyon yıllık bir fosilden, Kapadokya’da Karanlık Kilise’de bin yıldır  yalnızlıklarını dinlendiren ölülerden daha fazla ölüdür. Mezardaki ölüler ayağa kalkar da, hayatı ve zamanı unutan insan,  bir daha ayaklarının üzerinde doğrulamaz.
 
Jean Paul Sartre, “Cehennem, başkalarıdır.” der.  Gerçekte çoğumuzun hayatının direksiyonu başkaların elindedir. Yapacaklarımızı ve yapamayacaklarımızı biz değil, çevremizdeki  insanlar belirler.
 
Görünmez duvarlar örerler, bu insanlar önümüze. Bu nedenle, hayatımız boyunca istediklerimizi yapamaz, istemediklerimizi yaparız. Birşey yapacağımızda önce düşünür, çevremizdeki insanların tepkisini ölçmeye çalışırız. Çevremiz istediği için evlenir, onlar istediği için çocuk yaparız. Böylece çoğunlukla yapacaklarımızı gerçeklestiremeyiz. Bu nedenle hayatımız bir pişmanlıklar manzumesidir. Böyle yaparak, aslında kendi cehennemimize odun taşırız.
 
Hep birşeylerden şikayet ederiz. Herhangi kötü bir duruma düşsek bu durumun felsefesini yapmaya başlarız: Çevrenin, yetişme koşullarının, içinde yaşanılan toplumun, sistemin etkisi bizi bu duruma düşürmüştür. Özünde, bizim bir sorumluluğumuz yoktur. Böylece, içinde bulunduğumuz olumsuz koşulların kötü etkilerinden sıyrılmayı deneriz.
 
Bütün bu saydığımız koşulların içinde bulunduğumuz duruma elbette katkısı vardır. Ama bireyin kendi sorumluluğunu da atlamamak gerekir. Böyle yaparak kişi, yine kendi sorumluluğundan kurtulmak ister. Oysa hayatı yorumlamak için kavramlar, her zaman tek başına yeterli değildir. Sadece kavramlarla, hayatın realitesini ve derinliğini buluşturmak olası değildir. Hayatı açıklayabilmek için, Dostoyevski’nin belirttiği gibi insan doğasını da kavramak, hayatın özünü yakalamak gerekir.
 
Birey bu koşulları değiştirmek adına ne yapmıştır?  Hangi çabaları göstermiştir?  Hayatı dönüştürmeye yönelik en küçük çaba ve enerji harcamayarak, kendi sorumluluklarımızdan bir çırpıda kurtulduğumuzu sanırız. Beylik laflarla bütün insanlık tarihini ve sistemleri beş dakikada açıklar ve sanki hayatın tüm sırlarını çözmüşüz gibi tepeden bakarız diğer insanlara. Ama yere düşüp çamurun içinde debelenirken, bu sorumluluktan kurtulmanın o kadar da kolay olmadığını anlarız. Oysa bu yaptığımız kendimizden olduğu kadar, toplumdan da, dünyadan da kaçıştır; bu gerçeği hayat bizi duvarlara çarpa çarpa öğretir.
Denildiği gibi, “Cehenneme herkes  kendi odununu taşır.” Bazen  kendi yarattığımız cehennemde, başkalarını da yakmaya çalışırız.
 
Oysa herkes kendi yarattığı cehennemde yanar.