Erol Anar

04 Temmuz 2012

Artık okumadığım köşe yazarları - 1

İnternet öncesi, herkesin okuduğu gazete sayısı sınırlı idi. Fakat şimdi internette tüm gazeteleri ve köşe yazarlarını ücretsiz...

 

İnternet öncesi, herkesin okuduğu gazete sayısı sınırlı idi. Fakat şimdi internette tüm gazeteleri ve köşe yazarlarını ücretsiz olarak okumak mümkün. Aslında kimsenin, ne bütün gazeteleri ne de tüm  köşe yazarlarını okuyacak vakti var. Ben artık okumadığım köşe yazarlarından söz etmek istiyorum. Her okurun istediği yazarı seçme, beğenme, okuma ya da okumama hakkı vardır. Hep köşe yazarları yazacak değil ya, bazen de onlar hakkında yazılar yazılır.

“Büyük lokma ye, büyük laf konuşma.” derler. İşte bu söz Engin Ardıç’ı iyi tanımlıyor. Yaklaşık dört yıl kadar önce“Eğer Obama ABD başkanı seçilirse, Taksim’de eşek gibi anırırım.” demişti. Obama, başkan seçilip de sözünün gereğini yerine getirmesi istendiğinde, hiç oralı olmadı ve bu konuya bir daha değinmedi. Ama büyük laflar etmeye devam etti. CHP’den söz etmediği yazılarında, Avrupa seyahatlerini anlatır. Paris’te bildiği sokaklardan, Viyana’da gittiği restoranlardan söz eder. Bazen okuduğu İngilizce ya da Fransızca kitaplarla ilgili birkaç cümle kurar. Ne kadar bilgili ve entelektüel oldugunu okura gösterir(!) Yazılarının yüzde doksanı CHP ve onun yakın tarihi ile ilgilidir. Tarihi ne kadar iyi bildiğini de okuyucuya göstermek ister. Bir zamanlar Cem Uzan’ın “dostu” idi. Fakat gemi su aldı. Uzan’ın adı geçtiğinde, “hâlâarkadaşımdır.” der. Fakat bunun böyle olmadığını kendisi de bilir.

Engin Ardıç, yazı üslubu ve dil olarak Kemal Tahir’den etkilenmiştir. Bazen ters şeyler söyler, küfür kelimeleri yazar. Bence kendisini, hiç kimsenin değinmediği konularıdile getiren bir yazar olarak görür. Fakat bir süre sonra, hep aynı üslupla yazılan ve tekrar tekrar dile getirilen düşüncelerden okur artık sıkılır. Yazılarında her zaman eleştirdiği solculardır. Tabuları takmaz görünür, oysa tabu konulara hiç değinmez. “Tehlikeli sularda” yüzmez. Kürt sorunu, Ermeni tabusu, Aleviler, insan hakları gibi konular onun sütunlarında yer bulmaz. Her zaman, iktidar ile olan ilişkileri iyi olmuştur. Yüz yazısının doksanında muhalefeti eleştirir, kırk yılda bir dostlar alışverişte görsün misali, “Bakın işte iktidarı da eleştiriyorum.” diyerek birkaç küçük eleştiri yazar. Böylece objektif olduğuna da inanır. Şunu artık öğrenmesi gerekir: bu çağda bilgi gösterisinin modası geçmiştir. İnternete ulaşabilen herhangi bir kişi, herhangi bir konuda binlerce sayfa bilgiye ulaşabilir. Aslında hiç de sandığı gibi entelektüel değildir. Bu yüzden yazilarinda hep geçmiş anlatılır. Gelecek ile ilgili hiçbir öngörü ya da değerlendirme yoktur.

Zülfü Livaneli, belki çok iyi bir yorumcu değildir, ama iyi bir bestecidir. Bu yüzden Livaneli müziğini severim. Ancak yazar Livaneli’yi değil. Gazete yazılarını takip ederdim, ancak artık okumuyorum. Hani aynı anda herşey olmaya ve herşeyi başarmaya çalışan insanlar vardır. Livaneli bu tanıma uyuyor. Besteci, yorumcu, gazeteci yazar, yönetmen, siyasetçi... Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, daha liberal “çağdaş (!)”bir çizgiye yaklaşmıştır. Aynı zamanda Kemalisttir. Bir dönem yapılan Cumhuriyet mitinglerine kendisinin katılmak istediğini, ancak mitingleri düzenleyenlerin içindeki askerlerin engellediğini  söylemişti.

Livaneli, yazılarında, kitaplarında ünlü kişilerle olan ilişkilerini yazar ve onlarla çektirdiği fotoğrafları da yayınlar. Kendisinin kaç dile çevrildiğinden, dünya çapında bir yazar olduğundan söz eder. Yazılarında “Garcia Marquez ile bir kez Meksika’da yemek yiyorduk.”, “Geçenlerde Avrupalılar görüştüm.” gibi ifadelere yer verir. Edebiyat teorisi ile ilgili kısa yazılar yazıyor gazetede. Fakat bu yazıların bence, bilineni tekrarlamaktan öte, entelektüel bir derinlik taşıdığını söylemek mümkün değil. O da kendisini bir entelektüel olarak görüyor, fakat bence entelektüel donanım ve derinliğe sahip değildir.

Ahmet Altan’in Yeni Yüzyıl gazetesinde yazdığı yazıları beğenerek okurdum. Bir gazete yazısından öte, edebi tadı olan kısa bir deneme tadında yazılardı bunlar. Taraf gazetesinde yazdığı başyazılara gelince, bunlarda edebi bir tat yok. Ȍvgüyü de, yergiyi de şiddetli yapıyor bu yazılarda sadece. Orhan Miroğlu gibi, onun “hükümeti fazla eleştirmesinden” şikayet etmiyorum. Az bile eleştiriyor hükümeti bana göre.  Yalnızca yazarın dilinden ve tekniğinden söz ediyorum. Türkiye’de kardeşi Ahmet Altan ile birlikte “liberal” olarak tanındılar. Yalnız objektif olmak adına, “katil ile kurban”ı eşit olarak görmek yanlışlığına da sık sık düşüyorlar. Bazen iyi gazetecilik yapsa da Taraf gazetesi, her geçen gün yayın politikası nedeniyle kadrosundan bazı yazarları kaybediyor. Eleştirilemez hiçbir şey yoktur, olmamalıdır da. Fakat burada, sola yönelik eleştiriden öte, karalama kampanyaları yapilabiliyor; son olarak tarihi 1 Mayıs  katliamının sorumluluğunu sola yıkmak düşüncesi gibi. Altan, belki sağdan sola kimsenin sevmediği bir çizgide olmasından dolayı, doğru yerde olduğunu düşünüyor olabilir, fakat bence değil. Artık kendisini okumuyorum, yazdığı yazının başlığına bile bakmıyorum.

Devam edecek...