Şantiye, tadilat ve yerleşmeyle geçen yoğun ve yorgun bir dönemin sonunda ilk kez bir mola verip hayallere dalmıştım dün… Ortağım Banu ile aynı zamanda yaşadığımız ve artık ev gibi hissetmek istediğim yeni atölyemizde biraz da aklımı işten almak, felekten bir gece çalar gibi keyfi, sanat bile değil belki, sanatçılık yaşamak istiyordum… Bir Bohemian Rapsody… Çaldım o geceyi.
Aklımda bir fikir vardı, karmaşıklaştırmadan en basit haliyle hemen yazmalıydım, ama yarın erken kalkılacak… Hem sigara… Ya yazarken istersem? Dışarısı soğuk…
Öte yandan uzun zamandır gazeteye yazamamıştım, aynı sebepten… Oysa şu yanan Galatasaray Üniversitesi’ndeki Feriye Köşkü restorasyonuna bir desteğim dokunsun istiyordum. Ortağım da mektepli, hem de yatılı mektepli, çocukluğunu o binada geçirdi, arada konuşuyorduk…
Şimdi, lisenin kış pilavında “Çare Drogba” pankartlı protesto olmuşken ve güncelken, haber değeri de varken, işten başımı alacaksam, bari şu yazıyı yazsaydım…
Bilgisayar açılıncaya kadar aklımda yazıyı çevirdim; bir not alayım da senaryoyu öyle yazayım derken bilgisayar açıldı… Sosyal medyaya kapıldım önce, ardından kendimi elektronik posta kutumda buldum…
Bağlantı kurduğum kaynaklardan yazı için beklediğim görseller gelmiş; Galatasaray Lisesi Ortaköy binasının (liseli olmayanlarınız için yanan Galatasaray Üniversite binasının) duvarlarındaki o (üç-beş) kalem işinin görselleri. “Şimdi bakmayayım, ağır internet” dedim, dayanamadım… İlk resmi açtım.
Duvardaki o kalem işi… Al sana Bohemian Rapsody…
Bir an, romantik bir rüyadaydım sanki… Bir Rönesans yansıması, bir yandan bir başka yaşamımmışçasına tanıdık -çünkü lise anılarımla geliyor- koca bir tarih kolajı zihnimdeki imge. Fransa’dan Osmanlı’ya oradan günümüze, benim hayatıma dokunmuş, yüzlerce yaşamı olan bir kültür, o kültürün aldığımız eğitimle cemiyete bağlanan coğrafyadaki gezintisi… Tek bir yaşamda; sanatıyla, dönemleri ve tarihiyle, biz liselilerin, hele ki yatılıların, ‘ev’ hatıralarıyla… Orada, hepsi, tek bir kalem işinde duruyor.
O duvar bezemelerini ilk gördüğüm anı hatırladım. Erken çocukluğumda aya bakarak yürüdüğümde ayaklarımın yerden kesildiğini hissettiğim gibi, merdivenleri çıkarken başım dönerek o duvarları ve tavanları seyredişimi hatırladım… Eski ahşap kokusuna karışan, şimdi geçmişe ne kadar benzerse, yatakhanenin de o kadar benzediği okul kokusuyla karışık ev kokusunu… Bahar, ışık, eteklerimde rüzgâr… Çocukluk, ilk hatıralar, görüntüler, kokular, uyanan yepyeni bir keşif; dünya! Lisem, on yıllık geçmişim, hayata bakmaktan unutmuşum ama ne güzeldi…
Ardından ikinci resim…
Suriye’deki duvarlar bunlar… Yıkılmış, sanki saldırılmış…
Suriye uzak diye Suriye, yoksa Silvan gibi, Nusaybin gibi delik deşik duvarlar… Kavrularak yıkılmış; yanmış.
Suriyeli sanatçı Tammam Azzam’ın kendi portresi ile yıkık binaları üst üste bindirerek yaptığı o çarpıcı çalışma gibi ben de bir an delik deşik hissettim geçmişimi taşıyan bedenimi. Abartıyorsam mazur görün, biraz da sanatsal duygusallık benimkisi. Etkilendim…
“Suriye ile mukayesesi olur mu?” dememeli; insan geçmişiyle yaşar uzun zaman, gerektiği sürece onunla vardır. Evin bir okul olduğu gibi okul da bir evdir ve biraz da ailedir geçmiş. Bu camianın bu camia oluşu da bu sebeptendir; bir kültürün binasındaki yatılılıktandır aslında.
Yıkık dökük karşımda duran bir mülteci dramı gibi şimdi…
Söz konusu para ve duygular değil de psikoloji ve duygular olunca olaylar küresel ölçekten bireysel ölçeğe ve tabii topluluklara kadar ne kadar benzer ve ortak değil mi?
İster savaşta ister kazara, harap olmuş geçmişini onarmak istiyor insan, o veya bu şekilde… O sebeple acılar arasında rekabet ve asaletler arasında kıyaslamalar yapmadan kişinin geçmişini onarmak istemesinin her türlüsünü eş yere koyacağım, çünkü bunun insanca ve insani bir ihtiyaç olduğunun altını çizmek isterim.
Benim yazıyı boş verdim; aklımda o, bende; ama bu konu zamana tabi, şimdi önemli. Zaten not edeyim derken, yazdı kendini yazı, bitiyor bile.
Dolayısıyla mezunlar, üniversite binasının yapımı için toplanan paraya rağmen aslına uygununu bırakın, restorasyonu bile bırakın, korunmaya dahi alınmadan ‘çatısız’ bırakılan, camiayı camia yapan o eski evini onarmak istiyordu. Üstelik evleri onarılsın diye topladıkları bağışın neden bu işe yatırılmadığını merak ediyordu. Geçen Pazar gerçekleşen kış pilavında “Çare Drogba” diye pankart açarak camia çapında bir eylem düzenlediler. Haberlere de konu oldu.
Bunun üzerine İnan Kıraç eylem sonrası yaptığı konuşmada “Her şeyi herkesin önünde konuşmak kadar yanlış bir şey yok.” dedi.
Olur mu?
Çırağan köşkü gibi Feriye köşkü de kentin ortak tarihi kültür mirasıdır. Üstelik korunması sorumluluğu devlet eliyle Galatasaray Eğitim Vakfı'na bırakılmıştır. Galatasaray camiası tuttuğu kale ve bayrak itibariyle bu köşkle birlikte kültürü de (tam tersi de geçerlidir) korumakla tabii ki vazifelidir, bir devlet kadar…
Dolayısıyla hem Galatasaray Eğitim Vakfı, hem de Galatasaray camiası, bu konuda kültürün sahibi tüm halka karşı da sorumludur. Bu halk konuşulmaması gereken bir ‘herkes’ değildir, bu mirasın varisidir, yani konu herkesi ilgilendirir.
Geçmişle vedalaşmak mı gerekiyor, onarmak yerine tüm yapıları yıkıp yeni baştan inşa etmek mi? Bugün hayatın bireyler gibi topluluklar ve toplumlara da dayattığı bir seçim midir bu? Yoksa hem değişime esnek olmak, hem de fırsat varsa her zaman onarmayı seçmek mi gereken?
Bilemem… Yalnız iş bu durumda mutlak olan şu ki, bağış olarak toplanan bir paranın nereye harcandığının açıklaması ve telafisi yapılmalıdır.
Konunun etrafında dönen başka bir takım sorular ve sorunlar da var. Görevlendirmelerden istifalara ve bunların şekline, taahhüt edilen bağışlara ve şu anki olanaksızlıklara, taşınan binanın yerlerinden olan çalışanlarına ve bunun getirdiği sonuçlara uzanan bir açmazlar zinciri.
Sonraki birkaç yazı boyunca İnan Kıraç ve Galatasaray Eğitim Vakfı, restorasyon için anlaşılan ve sonra istifasını veren mimar Sinan Genim ve restorasyondan sorumlu kurul üyeleri başta olmak üzere, bu konunun taraflarıyla ve üniversite ve camiada konu ile ilgili kişilerle sorunlu restorasyon süreci üzerine camia içerisindeki haklı soruların cevaplarını arayacağım.
Dilerim öncelikle birey ve sonra sanatçı ve haberci bir mektepli olarak beni pek çok anlamda ilgilendiren -ve izin verirseniz mesafemi koruyabilecek kadar da duygusal- bu konunun muhatapları, iyiniyetli arabuluculuk girişimime katılım ve desteklerini esirgemezler.
Bir sonraki yazı Sinan Genim tarafı ile olacak, kendisi ile randevulaştık.
Diğer görüşme taleplerime cevap beklerken önceki gün Ruşen Çakır’ın paylaştığı önemli bir kısım bilgiyi de içeren aşağıdaki videoyu paylaşmak istiyorum. Konuyla yakından ilgili kişiler olan üniversite öğretim üyesi Doç. Dr. Cem Özatalay, mektepte yatılı okumuş mezunlardan Nuriye Yıldız ve GSÜ öğrencisi Cansu Ekizoğlu süreci anlatıyorlar: “Çare Drogba mı? Galatasaray Üniversitesi'nin yanan tarihi binası kaderine terk edildi.”