Eren Topçu

18 Aralık 2013

Sebini?

Yanımda oturuyor, üzerinde basma bir entari, altında mor çiçekli beyaz şalvarı, bembeyaz tülbenti ince beyaz oyalı, hırkasının içinde yeleği.

1Başlangıçta dünyadaki bütün insanlar aynı dili konuşur, aynı sözleri kullanırlardı. 2Doğuya göçerlerken Şinar bölgesinde bir ova buldular ve oraya yerleştiler. 3Birbirlerine, 'Gelin tuğla yapıp iyice pişirelim.' dediler. Taş yerine tuğla, harç yerine zift kullandılar. 4Sonra, 'Kendimize bir kent kuralım.' dediler, 'Göklere erişecek bir kule dikip ün salalım. Böylece yeryüzüne dağılmayız.' 5Tanrı, insanların yaptığı kenti ve kuleyi görmek için aşağıya indi 6ve şöyle dedi: 'Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar. 7Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki birbirlerini anlamasınlar.' 8Böylece Tanrı, onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu.” *

Yanımda oturuyor, üzerinde basma bir entari, altında mor çiçekli beyaz şalvarı, bembeyaz tülbenti ince beyaz oyalı, hırkasının içinde yeleği.

Kemerimi bağlıyorum, seyrediyor dikkatle, sonra yanındakine usulca başka dilde birşeyler söylüyor. Kemere uzanıyor ikisi birden; iki ucu yaşının göbeğinde birbirine kavuşmuyor, koluna dokunuyorum müsade etsin diye, gevşetip bağlıyorum.Oğlu Türkçe teşekkür ediyor.

Nereliler, nereden geliyorlar Mardin’e? Acaba Suriyeliler mi? En son altı yaşımda sokulduğum anneanneme benziyor.

Göbeğinin üzerinde birbirine kavuşturduğu kocaman ellerini seyrediyorum, kalın parmaklarını. O güçlü eller çalışmış, hiç durmamış, ifadesinde razı bir teslimiyet. En güzeli başparmağı; sanki hep iş görmüş, birşeyler ayıklamış, başı hafifçe dışarı bükük, omurgası dimdik,tırnakları hep kısacık kesilmiş. Tertemiz elleri dingin, kanaatkar ama kudretli, sanki bilekleri kıvrak cilvelerle hiç bükülmemiş.

Tanımadığı bu yerde sakin otururken, arada usulca birbirinin etrafında çevirdiği başparmaklarında olanca tedirginliği. Hiç konuşmuyor.

İçim kabarıyor ona karşı, kanım kaynıyor, tuhaf bir eğilimle,durup durup başımı göğsüne yaslayasım geliyor.

Koltuğun cebindeki dergiye uzanıveriyorum, yaprakları açıyorum yavaşça, yazıları geçerek resimli sayfalarda duruyorum, sayfaların eğimi azıcık da ona göre, onun gözünden bakıyorum dergiye. Vakur, mesafeli bir dikkatle o da bakıyor benimle, biliyorum.

Gözgöze geliveriyoruz bir ara, incecik yüzü tülbentinin içinde, gözleri çakmak çakmak, hiç dişilik yok yüzünde ama büsbütün ana.

Gülümsüyorum, gülmüyor, yarım dakika bakışıyoruz belki, zerre oynamıyor dudağının kenarı, dimdik bakıyor gözümün içine, biraz alınıyorum.

Oğlu kalkıyor bir ara, bana yaklaşıyor o zaman: ‟Sebini? ”diyor gülümseyerek, ilk defa. Anlamıyorum, gülüyorum.Tekrar ediyor, bir başka hece daha: ‟Sebini gi?”Sessiz sinema oynar gibi bir azimle ne demek istiyor olabileceğini arıyorum aklımda, hecelerde Farsça benzer tarıyorum: Se? Bin? Yok…‟Mardin.” diyorum bir refleksle. Benden iş çıkmazmış, öyle bir şey yapıyor eliyle, gülüyor, vazgeçiyoruz anlaşmaktan.

Suriyeli mi?

Oğlu döndüğünde ona soruyorum:

“Mardin’de mi yaşıyorsunuz? ”

“Evet. ”

“Nece konuşuyor teyze?”

“Kürtçe. ”

“Öyle mi? Demin birşey sormak istedi bana, anlayamadım, Sebini ne demek? ”

“N’sebini, Nusaybin;‘Nısebin şin’, biz öyle deriz, yeşil Nusaybin demek.Nusaybin’e mi geliyorsunuz? ”

“Hayır, ama geçeceğim belki yarın, öbür gün.”

Oğluçeviriyor, o zamanannesi saçımdan doğru yüzümü okşuyor, gözlerinin içi sıcacık parlıyor, elini çektiği gibi soğuyor yüzü, tekrar uzandığı gibi,yenidenısınıyor. Oğluyla sohbete dalıyoruz, oysa ona konuşuyorum ben, ama onunla konuşamıyorum.

Yine anneannem geliyor aklıma. Benim de doğduğum topraklar buralar, Yanımdaki kadın toprağımın anası. Onlarla dolu Anadolunihayetinde insanlığın ilk toprağı, ilk tohumu, Mezopotamya hepimizin anayurdu.

Duvarı soruyorum, bir metre olmuş, ‟Dört metre olunca üzerini telle öreceklermiş.” diyor.

‟Biz duvar istemiyoruz, aslında biz sınır da istemiyoruz, akrabalarımız var oralarda. ” diyor. ‟En azından görüşüp konuşuyorduk, şimdi büsbütün görüşemeyeceğiz.Hem sonra örecekler de ne olacak? 3-4 km bir duvar örecekleri, Çin Seddi öremezler ya, isteyen yine kaçar…İleride mayın var,eskiden oradan kaçarlardı, kaçarken kaybederlerdı ayaklarını, bacaklarını… Kendilerini…”derken, demeye dili varmıyor. Susuyoruz, zeten konuşasım da gelmiyor.

Aklım kelimelerle oynamaya başlıyor; anadil, anayurt, Anadolu, Mezopotamya… Sonra Babil Kulesi ve dillerin karıştırılma efsanesi geliyor aklıma; Babil> Babel> Bavel; karışıklık, karmaşa demek.

O günden bugüne sanki tanrılar değişti ama durum pek değişmedi.

Sınırlar, diller ve duvarlar…

Güney Doğu ve Orta Doğu sanki Babil Kulesi, hiç bitmiyor butoprağınçilesi.


*Tevrat, Yaradılış 11-91