Eren Topçu

20 Aralık 2015

GSÜ restorasyonundan istifa eden mimar Sinan Genim'le 'çağcıl restorasyon' üzerine

Galatasaray Üniversitesi restorasyonunda neler yaşandı?

Bir önceki yazıda sorunlu Galatasaray Üniversitesi restorasyonu hakkında konuşmak üzere ilk olarak Dr. Mimar Sinan Genim ile sözleştiğimizi belirtmiştim. Kendisi söyleşiyi Çengelköy’deki ofisinde yapmak istedi; anlatacaklarını ellerindeki belgelerle desteklemek istiyordu.

Toplantı odasına geçtiğimizde masanın üzerinde katlı rölöveler, karşı konsolda dizi dizi ciltler bizi bekliyordu. Sinan Bey sakince masadaki bir kitabı açtı, anlaşılan o ki söyleşinin akışına kendisi karar vermişti. Randevumuzun peşinden bir programı vardı, fakat akşamını buna ayırmaya karar verdiğini söyleyince ben de acele etmedim.

 

Kitaplar yanarsa insanlar da yanar mı?

 

Genim, konuşmaya parmağıyla Nazi rejimi sırasında tahrip olan Humboldt Üniversitesi’ni göstererek başlıyor;

- Berlin; Humboldt Üniversitesi…

Sayfaları alışkın bir dikkatle çeviren uzun parmaklı ellerini fark ediyorum; bir süre sessizce sayfa çeviriyor. Söyleşiye başlar başlamaz dikkatimi çeken bu sanatçı eller bana tekrar, basın ve camiadan tanıdığım şöhretine mesafe alarak objektif kalmam gerektiğini hatırlatıyor. Sanki biraz sınıfa girer girmez sakince konuya giren eski bir hocam gibi, sanki bir önceki derste burada kalmışız gibi devam ediyor:

-Bakın, (binanın) ana cephesini korudular, şey cephesine, kanal cephesine de bunu yaptılar…”

Barok cepheyi çeviren modern yapıyı kastediyor, sanırım önümüzdeki dakikalarda, bu işin dünyanın her yanında bu şekilde yapıldığını örnekleyecek…

 

O sayfaları çevirirken düşünüyorum; ‘Humboldt Üniversitesi’nden başlamamız ne tuhaf…’ Hegel’den Schopenhauer’a, Einstein ve Max Planck’tan Marx ve Engels’e pek çok büyük adam yetiştirmiş bu okulda da, Galatasaray Üniversitesi'nde olduğu gibi, bir kütüphane değilse de 20.000 kitap yanmıştı, daha doğrusu yakılmıştı. Nazi Partisi üyesi Eugene Fischer rektörlüğündeki 1933-34 yılları arasında dejenere yazarlar ve rejim karşıtlarınca yazılmış 20.000 kitap kütüphaneden toplanmış, Hitler’in sadık kurmaylarından Joseph Gobbels’in konuşma yapacağı bir gösteride yakılmıştı.

Bugün bu olayın anısına Bebelplatz meydanının ortasında duran cam bir panel, içerisinde sadece 20.000 ciltlik boş bir raf ve üzerinde Heinrich Heine’ın 1820 çalışmasından aşağıdaki alıntı yazılı bir plaka bulunan yeraltındaki beyaz bir odaya açılıyor:

“Bu daha başlangıç, kitapları yaktıkları yerde nihayetinde insanları da yakarlar.”

Nihayetinde olayı takip eden yıl Heine’ı doğrulamıştı, ama bu bizim konumuz değil. Ancak, bir yangın daha atlatırsa ayakta kalabilecek sağlam bir kamusal alan binası bizim konumuz olmalı.

 

“UNESCO’nun onayını kimse beklemez”

 

Humboldt Üniversitesi’nin restorasyon görsellerine bakmaya devam ediyoruz. Genim, barok mimariye eklenen çağcıl mimari çözümlerle yeniden inşa edilen yapıyı gösterirken soruyor:  

-UNESCO var mı burada?

Olmaz mı? UNESCO onaylıyor mu demek istiyorsunuz?

-Oo, UNESCO’nun… kimse beklemez UNESCO’nun onayını. Bunun için bir kitap yaptım…

Ardından Barcelona, Plaza de España’daki boğa arenasına bakıyoruz:

-İki kere gittim. Tamamen içini boşalttılar, bunu da yapan Richard Rogers, çok önemli bir mimar… İşte, görüyorsunuz, (binanın tabanını göstererek) kestiler… Şu girişler (kemerler) ufak geldi… Bakın, yükselttiler, şunlar kriko, altına çelik ayak koydular. Altına da dört kat otopark yaptılar… Bitmiş halde göremedim ama şuraya (fotoğraftaki aşamaya) kadar gelmiştim. Binayı yukarı kaldırdılar. Çünkü bu girişler, yönetmeliklere, bugünkü yangın çıkışlarına, kaçışlarına uygun olmadığı için binayı kestiler, deniz seviyesinden dört beş metre yükselttiler…

 

“Bizde kıyamet kopuyor…”

 

Şu gördüğünüz Sevilla’daki Palacio San Telmo; merakımı çekti. Arkada bir tane kule ve vinç var, sokmadılar içeri, ama bakın, içini boşaltmışlar, görüyorsunuz (cepheyi koruyarak iç yapının yeniden inşa edildiğini işaret ediyor).

Bakın, Sevilla surları, görüyor musunuz? Bizde kıyamet kopuyor… Görüyor musunuz betonarmenin üstelik de kötülüğünü?

Şile Kalesi'nden hallice gerçekten… Sonra Lizbon’daki Portekiz Ticaret Bankası’nın yeniden yapılandırılması esnasında altından çıkan yerleşimin sergilendiği müze Núcleo Arqueológico’yu gösteriyor:

-Lizbon’dan çok önemli bir başka şey… Şöyle bir geçerken göreyim dedim… Yani öğrenmek de kötü bir şey… Şöyle bir şeyler çekti ilgimi… Bakın altında bunlar var… “Bunlar ne?” dedim, “Bunlar Roma döneminden” dediler, Altında kalıntılar var, görünür biçimde binayla birlikte korumuşlar bunları, ki Lizbon’da Roma dönemi hiç bilinen bir şey değil!

(Akdeniz'de pek mümkün gelmiyor duyduğum, ama emin değilim… Sessiz kalıyorum. Sonra araştırınca kendimi doğruluyorum.)

 

 “Aspendos restorasyonu doğrudur; bütün dünya bu işi öyle yapar”

 

Sinan Genim öğrenmeyi sevdiği kadar anlatmayı da seviyor; haliyle bu tarihin farklı perdelerinde gezinen çeşitli restoratif çözümler turu uzun sürdü; Fransa’dan İsrail’e, La Scala Tiyatrosu’ndan Milano’ya, Sayarbosna’dan Sicilya’nın betonarme çözümlerle restore edilmiş dorik tapınaklarına uzanınca Aspendos Antik Tiyatrosu’nun restorasyonuna da değiniyoruz, diyor ki:

-Bir sene sonra belli bile olmaz, ben ona şey (onay) verdim, Ahmet Hakan da benle konuştu, sonra dedi ki “ben bu işten vazgeçtim…”. Bütün dünya bu işi öyle yapar, temel kural şudur; normal bir izleyici, bırakın uzmanını, normal bir izleyici bile yapılan onarımın müdahalenin farkına varmalıdır. O yüzden de öyle beyaz yapması daha doğrudur, zaten onlar üç-beş sene sonra ayırt edilemez, kararacaktır, havanın şeysiyle, işte karbondioksitle…

 

“Rektör masasında oturuyorsun, denizi görmek için ayağa kalkıyorsun…”

 

Bakın bu da… Bizim Galatasaray’ın aynısı; The Four Seasons, Londra’da… Altını görüyorsunuz, ne kadar (yüzüyle kötü olduğunu ifade ediyor)… Çamur ve ahşap… İçi boşaltıldı tamamen… Bakın, bina bu bugün pırıl pırıl bir bina. Yeniden yapıldı, yükseltildi, doğrudur da, çünkü o bodrum katı, alt kat döşemesi alçaktı… Şimdi, bizim Mimar Sinan’ın rektörlük binasına girdiniz mi hiç?

-Hayır.

-Rektörün oturduğu odadan dışarıyı görmüyorsun, pencereler 110cm yüksekte…

-Yükseltmek mi gerekirdi?

-Hiç olmazsa döşemeyi biraz yukarıya çıkartırsın değil mi? Öyle bir yerde oturuyorsun… Yukarıdaki Sedat Hakkı Bey’in (Eldem) zamanında yaptığı binada oturduğunda 30-40cm döşemeyi kaldırmış içeriden, yükseltmiş, 30-40cm rahat rahat bütün denizi görüyorsun. (Şimdi) Rektör masasında oturuyorsun, denizi görmek için ayağa kalkıyorsun…

 

“O Galatasaray Eğitim Vakfı'nın kararı”

 

-Şunları ver (bize eşlik eden mimar Belma Kurtel’e)…  Bu bizim Antalya’daki Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü.

Çok güzel… Kullanılan cephe boyası eskimiyormuş, podima yer bezemeleri içerideki doku harika. Kale içindeki müze de öyle. Anlıyorum ki yapıların betonarme olarak yenilendiğini söyleyecek. ‘Neden olmasın?’ diyorum, az kaldı, ikna olmak üzereyim, o yüzden artık konuya geçmek üzere araya giriyorum;

-Peki Sinan Bey neden bir paylaşım yapılmadı? Biliyorsunuz ki Galatasaray camiası gelenek ve hassasiyetleri olan kapalı bir camia… İçeride böylesi bir sunum yapılmış olsaydı şayet, bu camia şu an benim gördüğüm sunumu izlese ve ikna olmuş olsaydı, bu kadar sorun çıkar mıydı sizce?

-Bakın şu gördüğünüz binalar var ya… Şu gördüğünüz binalar betonarme.

- Görüyorum, evet…

- Bakın şu kolonlar da betonarme. Kimse fark etmiyor.

-Tabii kullanılan malzeme uygun ve sırıtmıyor, peki…

-Ortadoğulular görüyor, “Bunlar ahşap değil mi? Üstüne bir kat daha vurun (cila).” diyor.

- Neden bu kadar hassasiyet varken Galatasaray Eğitim Vakfı ve tarafınızca böylesi bir sunum düşünülmedi?

-O, onların, onların kararı çünkü, yani… (AKMED’i göstermeye devam ediyor) Şu… yeni bitirdiğimiz… İnan Bey’e, bu İnan Bey’in vakfı. Buraya her gelen “ne güzel, benim ülkemde de böyle bir şey olmasından müthiş mutluyum” diyor. Dünyanın çeşitli ülkelerinden insanlar geliyorlar, özellikle araştırmacılar.

 

“Bu duvarı şapır şapır boyayamayız,
kalem işleri var”

 

Bu kez komplekse dâhil olan müze binasını gösteriyor, sorumda ısrar etmiyorum:

-Bunu da şuraya kadar muhafaza ettik, üzeri betonarme.

Ardından sonradan eklenmiş bir merdiven görüyoruz, oysa hep oradaymış gibi… Bina yapılalı 21 sene olmuş, boyası pırıl pırıl.

-Tabii ki boyası yenileniyor?

-Hayır… Boyası da yenilenmiyor, buna boya yapmak çok zor bir şey çünkü, kalem işleri var, yani bu duvarı şapır şapır boyayamayız. Yalnız her sene Belçika’dan bir ekip geliyor, şu çok güneş alan cepheyi yeniliyor.

-Çok güzel…

-Değil mi? İçiniz açılıyor...

-Elinize sağlık.

-Hepimizin, hep beraber yaptık.

 

“İnan Bey katlanıyor biz de uğraşıyoruz”

 

Sinan Genim hiç tekil konuşmuyor, projeleri gösterirken her zaman ekibi de katarak içtenlikle ‘biz’ diyor, bu gerçekten hoşuma gidiyor. Biraz ev gibi ofis, biraz aile gibiler ofiste. Arada tek tek sigara istiyor; sayılı olmalı sigarası, aşağıdan geliyor. Belma Hanım “çok içmediniz mi?” derken “Ver rölöveyi Belma…”diyor, Belma Hanım konsola uzanıyor ancak Genim Antalya’yı bitiremiyor:

-Yine komplekse dahil bir ek, gelir getirimi için bir otel…

Núcleo Arqueológico’da olduğu gibi, müzenin altından çıkan ören yeri kazılmış ve üzerindeki bina da korunarak sergilenmiş ve dolaşımı sağlanmış.

-Yapmaya devam ediyoruz. Başımıza dert mi aldık? Çünkü böyle bina altında açıp restore etmenin maliyeti… Ama İnan Bey katlanıyor biz de uğraşıyoruz. Biz bu projeye 2005’te başladık, Türkiye’de bir ilk, bürokrasiyi geçmek için dört-beş sene uğraştım. AKS binasını getiriver Belma…

-AKS?

-Antalya Kültür Sanat. Bakın bu bina imar durumuna göre yedi kat… Ama biz bunu beş kat yaptık. “Hayır yapamazsınız” dediler… Ya hu biz… Salonun yüksekliği olacak ki, kliması olacak ki, bilmem nesi olacak ki bir şeyi olsun. Pera Müzesi de öyledir, kimse farkında değildir. Konuşurlar ama Pera Müzesi dışarıdan beş katlı, içeriden dört katlıdır, yoksa içerideki o katları elde edemezdik…

-(Belma Hanım’a) Ver projeyi… Önce raporları ver.

Evet, kurul raporu masaya açılırken esas konuya ancak giriyoruz.

Galatasaray Üniversitesi restorasyonunda söz sahibi camiaya ulaşamamış çağdaş dünyadan restorasyon yaklaşımları içeren bu sunumu, konuya teknik bir giriş olarak sizlerle de paylaşmak istedim ve söyleşinin buraya kadar olan kısmını kısaltmak istemedim. Ancak sizleri uzun bir okuma ile yormak da istemedim. Bu sebeple söyleşinin devamı bir sonraki yazıda.

Yazı dizisinin başında, konu nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, taraflara eşit mesafede yazacağımı belirtmiştim. Hiçbirimizin tümüyle vakıf olmadığı bir konuda ne kimseye ne de emin olmadığımız doğru çözüme zarar vermek istemem.

Karşımda mesleğini seven, kendisini geliştiren, çağdaş deneyimleri ülkeye tatbik etmek isteyen (ve etmiş) deneyimli bir mimar var. Ülkemizde es geçilen bir durumdur, ancak ben buna saygı duyuyorum. Bu hakikati bertaraf etmeden aradığım haklı kaygı ve soruları elbette sordum, konuştuk.

Mimar Sinan Genim projede neden dayatıyor?
Neden istifa etti? Doğru vakit miydi?
Taahhüt edilmiş bir proje yolda değişir mi?
Açmazlar neler?
Projeye geri dönmeyi düşünür mü?

Söyleşinin bu konuları içeren ikinci bölümünü bir sonraki yazımdan okuyabilirsiniz.

@ErenTopcu_