"Dünyada görmeyi istediğiniz değişim kendiniz olun.
Önce önemsemezler, sonra gülerler, sonra savaşırlar, sonunda kazanırsınız."
Mahatma Gandhi
HDP barajı aşarsa AKP ile birleşecek.
HDP barajı aşarsa Türkiye’yi bölecek.
* * *
HDP Kürdistan’ı kuracak.
HDP özerklik kazanacak.
HDP başkanlık sistemini getirecek.
* * *
HDP barajı geçerse iç savaş çıkar.
HDP barajı geçemezse kan dökülür.
Bunlar ortak kaygılar. Ama bu kaygılar birbirini çürütmüyor mu?
Çürütmüyorsa, belki aklımız karışık haliyle, ya da ne olursa olsun, ne yaparsa yapsın, kazansa da kaybetse de bizim için HDP’nin şansı yok.
Belki de ‘bizim’ gözümüzde, birleşmenin şansı yok… ve bölünmek tek seçenek. Neden mi? Kaygıları gözden geçirelim.
1) HDP AKP ile birleşerek Türkiye’yi bölecek:
‘HDP barajı aşarsa’; …bu savın en büyük karşı savı zaten bu soruda yatıyor.
HDP için seçim barajının hemen aşağısında-hemen yukarısında sonuç veren anketler bunun nihai amaç ya da kesin sonuç olmadığının tek başına ıspatı.
İkincisi, HDP olmasa da AKP tek başına Türkiye’yi bölebiliyor.
‘Apo ile çözüm süreci kamuoyundan tepki aldı, bu sebeple bu yönteme gidildi’ diyenler var. Bence Demirtaş bu kaygıyı giderdi. Ayrıca AKP ve HDP’nin birleşmesi istenseydi, çözüm süreci devrilmez, TSK yoluyla tahrik arttırılmazdı.
Yöntem olarak, iki tarafı da zan altında bırakan şaibeli polis-asker çatışması haberleri, bombalı saldırılar, hatta şuursuz anma tweetleri türünde tahrikler seçilmezdi.
Belki bunlar iki kutup yaratmak üzere yapılabilirdi. Mağduriyete zaafı olan bir toplum iki sivri seçeneğe doğru kutuplaştırılabilirdi.
Fakat bu hamle, AKP ve HDP seçmeni dışındaki kararsız halkçı ve ulusalcı eğilimli kitleyi CHP ve MHP’ye yöneltmiyor mu?
Arttırılan savaş sinyalleriyle acaba hedef bu mu?
Belki de, fakat bu yazının konusu bu değil. Yine de HDP’siz bu ikili seçeneğin ne çözüm süreci, ne de Kürdistan ne de sıcak çatışma sorunu için en iyi çözüm olamayacağını düşünüyorum.
Kanımca gündemde stratejik seçim hamlelerinin sonucu adil bir çekişme oluyor, bu da anketlere baraj altı-üstü gelgitli bir çekimserlik olarak yansıyor.
Her şekilde HDP barajı aşarsa, AKP tehlikesi ortadan kalkıyor.
2.a) HDP özerklik için AKP ile birleşir ve başkanlık sistemini destekler.
2.b) HDP ırkçı bir oluşumdur. Kürdistan’ın kurulmasına çanak tutar.
Bu iki kaygıyı aynı potada eritebiliriz.
Öncelikle, hatırlamamız gerek:
’’Çatışmaların en şiddetli döneminde 'Bağımsız Kürdistan' ve 'Demokratik Özerklik' olarak seslendirilen talepler, özellikle son barış süreciyle beraber yumuşayarak yerini 'yerel yönetimlerin güçlendirilmesi' talebine bıraktı.
Öcalan’ın 21 Mart’taki Nevruz Bayramı’nda okunan mektubunda, birlik beraberlik ve bölünmemenin yanı sıra 'Misak-ı Milli' vurgusu yapması, kamuoyunda Kürtlerin demokratik özerklikten vazgeçmesi olarak yorumlandı.’’ *
Çözüm masası ise bu mektubun arkasından, hükümet tarafından devirildi. Belki bu süreç hükümetin Orta Doğu politikasıyla çatışıyordu.
Malum anma tweetinin, Barzani’ye pek de sıcak olmayan HDP değil de, ısınmaya başlayan YPG tarafından desteklenmesi de bunu çağrıştırıyor.
Bu ışıkta bakacak olursak, bölünmeyi isteyen HDP ya da Kürt halkından ziyade hükümet gibi duruyor.
Bu sebeple AKP’yi iktidardan düşürmek için HDP’nin barajı geçmesi şart.
Yalçın Akdoğan son beyanında yıktıkları çözüm masasının ayakta olduğunu iddia etti. Yine de hükümet KCK’nın ‘sürece dönün’ talebine cevap vermiyor. HDP’nin barajı aşması durumunda çözüm sürecinin kalmayacağını belirterek sanırım espri yapıyor.
* * *
Öte yandan, PKK’nın Türkiye’ye hakim olmak gibi gülünç bir niyeti yoksa;
şimdiden en başa doğru HDP-BDP-PKK,
en baştan şimdiye doğru PKK-BDP- HDP olarak, ırkçı bir oluşumdan, ırk dışına genişleyen bir oluşuma doğru evrilmiş olabilir mi?
12 Eylül dikta rejiminin ürünü olarak güçlenen PKK, aynı anayasaya rağmen, bugün bir başka dikta rejiminin altında Türkiye’yi kavrayan bir partiye evrilmeyi başarmış olamaz mı?
Kökenine inersek, ırkçı bir oluşum değil, ırkçı bir devlet anlayışı ile ötekileştirerek oluşturulmuş bir ırk sorunudur Kürt sorunu.
Hatta daha da öncesine gidersek, basitçe, PKK’nın Kurtuluş Savaşı sonrası kazanılmış savaş ganimeti toprakların beylerinin, Cumhuriyet sonrası devletle birlikte karşı durduğu toprak reformununa karşı, eşkiyadan evriltilmiş hususi bir oluşum olduğunu da söyleyebiliriz.
Fakat kanımca ırkçı bir etkiye ırkçı bir tepkiyle oluşan PKK, BDP’den geçiş yaparak, HDP ile ırkçılığa karşı birleştirici bir tutuma evrilmeyi başarmıştır.
Yazının başındaki her yargıya ve kaygıya rağmen, Demirtaş’ın her kesimin içine bir umut, her kişinin yüzüne bir tebessüm yerleştirebiliyor olması da bunun sonucudur.
Kimse inkar etmez sanıyorum; Demirtaş sempatik bir lider ve bu lider Türkiye’yi partisine ısıttığı kadar, kitlesini de Türkiye’ye ısıtıyor.
Kaplar karıştıkça sular aşılanıyor
Hatırlayın;
Gezi’de, ‘Onca yıl Kürtlere olanları bu medyadan dinledik.’ çıkarımı, bizzat ve hakiki bir deneyimin sonucudur.
Gezi dayanışanlarının bu süreç boyu Kürt sorununu sıkıştırılmış dozda tatmış olmasının da bunda payı büyüktür.
Gezi Direnişi’nin her şeye rağmen, karşıt tarafları birbirine dönüştürücü, sağaltıcı ve birleştirici bir etkisi olduğuna inanıyorum.
Bu anlamda AKP hükümetine de bir teşekkürümüz olduğunu düşünüyorum.
Nusaybin duvarı ve mülteci kampları için Mardin’e yaptığım ziyarette PKK’ya 5000 yeni katılım olduğu yönünde iki karşıt kaynaktan edindiğim bir bilgi vardı. Kaynaklara göre bu yeni katılım üniversite gençlerinden oluşuyordu.
Bu korku uyandıran habere dikenlerimizi indirip bakmayı becerebilirsek eğer, BDP’nin HDP’ye evrilişini de başka gözle görebiliriz. Basitçe sıcak ve soğuk suyun birbirine karıştığında her ikisinin de ılıyacağı gibi mütevazi bir önermeden yola çıkarak; Gezi’ye katılan Kürtlerle, Kürtlere soğuk kalabalığın ılıması gibi, neden PKK’ya eklenen yeni entellektüel katılımın da dönüştürücü etkisi olmasın?
* * *
Şimdi, Gezi’de, barikatlarda tüm gençliğimizi korumaya yardım etmiş Kürt kardeşlerimiz, bizim de onlarla durmamızı bekliyor olabilir mi? HDP barajı aşarsa, sonrasında ise bizim de onlardan yine bizimle kalmalarını bekleme hakkımız mahfuzdur.
Birleşmek biraz da böyle bir şeydir.
Aslında bunu becerebilirsek, ne korkacak bir bölünme tehlikesi, ne de özerkliğe gerek kalır.
Bunu ‘biz’ beceremezsek, HDP olsa da, olmasa da; özerklik veya başkanlık sistemi, sorun olmaya devam edecektir.
3) HDP barajı geçerse iç savaş çıkar, HDP barajı geçemezse kan dökülür:
Bunun üzerine fazla bir şey söylemeye gerek var mı? Durum buysa korkulacak ne kaldı?
Bir ihtimal daha var
Dış mihraklar, paralel kampanya. Bu da olasılık pek tabii. Fakat bu polemiğe girmek nafile, çünkü;
birincisi, bu seçimi, sadece elle tutulur ve somut olanlar doğrultusunda ‘biz’ yapacağız.
İkincisi, eğer durum bu denli kontrol dışı ise, tartışmak yersiz olur, çünkü ortada hakiki bir seçim yok.
Ama her şekilde anlaşmazlık yaşanacaksa, kaos ortamı oluşacaksa, başkanlık sistemi gündemde kalacaksa, bugün bu manzarada, en azından nasıl bir tutumla yol almak istediğimizi seçebiliriz.
Politik olmayan, stratejik olmayan, insanca bir seçim de yapabiliriz.
Her şeye rağmen ‘birlikte’ durmayı veya bölünmeyi sürdürmeyi seçeriz.
* * *
Böylesi bir değişim rüzgarında ulusalcı, halkçı, muhafazakar ve milliyetçi CHP ve MHP seçmenine içtenlikle saygı duyuyorum. Çünkü sadakat güzel bir şeydir. Seçim bu denli kritikken cesaretle yerinde durmak da öyle.
İçten muhalefetin birliğine hiç bu kadar ihtiyaç duyulmamış bir gündeyiz, tam da bu yüzden iyi ki oradalar; oy oranları dahilinde, HDP’nin destekleyeceği bir CHP, MHP koalisyonu, beraber ve iyi niyetlerle yürüdüğünde, zorlayıcı olacağı kadar çok Türkiye sorununu, ortak çözebilecek bir koalisyon olurdu. Bu çok büyük şey demek.
Fakat benim de bir kaygım var ki dile getirmeden edemeyeceğim.
Bu seçimden çıkabilecek AKP’li ve AKP’siz her sonuç artık tehlikeli boyutta ısınmış Orta Doğu ve Kürdistan sorununun yükünü omuzlarında taşıyacaktır.
Bunun gelecek hükümete yüklenecek bir bedel olmasını ve İslami muhafazakarlığın kalıcı dönüşüne kucak açmasını hiç istemem.
Yeni bir dünya
Yazılarımda sıkça Yeni Dünya Düzeni’ne gönderme yapıyorum.
Bu düzen hedefe kilitlenmiş durdurulamaz bir roket gibi ilerliyor.
Tek kutuplu bir dünya mucizevi bir müdahale olmaksızın engellenemez.
Yine de inanıyorumki, bu bir distopya mı yoksa ütopya mı olur; buna ancak insanlık karar verebilir.
Demirtaş, çağcıl mizahı, birleştirici profili, geleneksel olana zıt kutuptan adaylığıyla, Obama’ya çok benziyor.
Demirtaş’ın kampanyası da Obama’nınki gibi ‘değişim’ vaadediyor.
Yeni Türkiye’den bahsetmese de, Yeni bir Türkiye’yi işaret ediyor.
Tahminim, ABD bu seçeneği destekliyor, ama bu göz korkutmamalı.
Hatırlayalım; ABD’nin Obama dönemi politikaları, çok tartışılacak yönü olsa da, her ne olursa olsun ihtimaller dahilindeki her türlü savaşsız çözümle ilerliyor.
Kitle direnişleri bir restorasyon fitili olarak kullanılsa da diktatörlükler kontrollü bir değişime tabi tutulsa da, bu süreç tabii ki sancılı olacak olsa da, bu formül halklara kimi değil, neyi seçmek istediklerini soruyor.
Bir önerme yapmak isterim:
Arap Baharı itibariyle Orta Doğu diktatörlükleri ‘yeni’leniyor.
Orta Doğu eşbaşkanlığı Türkiye’den alınıp Mısır’a verildiğinden beri Türkiye de karışık. Başkanın hiddeti de bundan kaynaklanıyor;
‘yeni’ eşbaşkanlık General Sisi’ye devredildi. Selefilerle olan sessiz yakınlığı can sıkıncaya kadar bu böyle kalacaktır.
Aynı şekilde Merkez Türkiye başkanlığı da artık CHP’ye göz kırpıyor.
Yeni Türkiye ise Demirtaş’a.
Hatırlayalım, bir ‘yeni’leme projesi bu ‘Yeni Dünya.’
Hedefler aşıldıkça oyuncular değiştiriliyor.
Sıcak müdahale olasılığı tamamen ortadan kalkmış değilse de bu artık sıcak savaşlarla yol almak istemeyen, ekonomik bir projedir.
Orta Doğu tehlikesi dahilinde, her ne olursa olsun, masada çözümlenecek her seçeneğe şans tanımak gerektiğini düşünüyorum. Yeni bir dünyaya varmak için eski seçenekler tedavül dışıdır ve sıcak karmaşa bir seçenek olmamalıdır.
Bu sebeple Yeni Türkiye’nin seçimi de eski liderlerden yana olamaz.
Yetmez ama evet
Benim kuşağımın gönlünden geçeni seçmek lüksü olmadı; dünyaya açık, barışçıl ve eşitlikçi bir sistemi desteklemek isterdi belki, böyle bir seçenek olmadı.
Dolayısıyla çoğumuz, günün sunduğu koşullarda, daha sağlıklı gördüğümüz ya da daha az tehlikeli gördüğümüz partilerden yana oy kullandık. Ne istemediğimizi seçtik.
Bunun dışında, bu seçimle birlikte ilk kez, şöyle bir fark hissediyorum:
HDP’nin kendisini doğrulaması durumunda, siyasetin yeni yüzüne, bir partiye yakın durmak ihtimali beni ümitlendiriyor.
HDP korkusuz ve sağlam muhalefeti, gençliği kavrayan söylem ve tutumu, azınlık çeşitliliği ve birleştirici üslubuyla 70 sonrası kuşakların taleplerini karşılayabilecek vizyona sahip bir parti kanımca.
Bunun önünde duran engel ise yazı boyu üzerinden geçtiğimiz kaygılar.
Fakat inançsızlık, güvensizlik, korku, yalnızca insanlığı ve ülkeleri değil, insanın kendisini bölen yegane şey.
İnanmak, güvenmek, yeni için cesur ve talip olmak durumundayız.
Korkudan yalıtılmış bir seçimle, kendimize hitap edebilen bir söylemi desteklemeliyiz.
Sınırlarla ve ırklarla ilgilenmiyorum, ‘neden-nasıl?’ diye sorsanız hepimiz kardeşiz derim. Sınırsız bir dünya isterim. Lakin günün hakikatinde sınırlar halen var ve kan kardeş değiliz. O halde ben Gandhi’ye katılıyorum.
Ve HDP, sen de böyle düşünüyorsan eğer, sen de görmeyi istediğin değişim ol, AKP’siz, özerkliksiz, bölünmesiz Türkiye’ye ‘He’ de be!
* Kaynak: Al Jazeera Türk, Kürtlerin ana talepleri
Yazı başlığı için Esra Güngör’e teşekkürler.