Servet vergilerinin bilinen en eski şekli M.Ö. VII. yüzyıldaki Roma İmparatorluğu’na kadar uzanıyor. Ülkemizde Veraset ve İntikal Vergisi (VİV) ilk kez 1926 yılında aşarın kaldırılmasından sonra yürürlüğe konulmuş, 1959 yılında da bugün yürürlükte olan kanun kabul edilmiş.
Vergi hasılâtı açısından bakıldığında önemli bir büyüklük oluşturmuyor, hatta verimsiz bir vergi denebilir. Çünkü vergiye uyum son derece düşük…
Sayın Kemal Unakıtan’ın Maliye Bakanlığı döneminde 2008 yılında Meclis'e sevk edilen bir tasarı ile veraset (miras) yoluyla intikallerden alınan verginin kaldırılması, ivazsız (karşılıksız) intikallerin ise gelir vergisi kapsamına alınması amaçlanmıştı. Ancak tasarı yasalaşmadığı için Veraset ve İntikal Vergisi tüm eleştirilere rağmen varlığını sürdürüyor. Verginin kaldırılmak istenmesinin gerekçesi, "verginin uyum maliyetinin yüksekliği, kayıt ve tescil süreçlerinde doğurduğu çarpıklıklara rağmen mali açıdan getirisinin son derece az olması" şeklinde ifade edilmişti. Tasarıyı eştirenlerin en önemli argümanı, verginin hasılât beklentisi ile değil, devletin mülkiyete ve mirasa taraf olması, bu hakları koruması nedeniyle alındığı, gelir ve servet dağılımındaki bozuklukların giderilmesinde devletin elinde bulunan sınırlı araçlardan biri olduğu yönündeki görüşlerdi.
Tasarıya getirilen eleştirilerden biri de Anayasa'ya aykırı olduğu, mali güce göre vergi ödeme ilkesine aykırılık teşkil ettiği idi.
Kaldırılma tehlikesini atlatan ve varlığını sürdüren VİV gerçekten "nevi şahsına münhasır" bir vergi. Normalde vergiler doğduğu yılı izleyen yılın başından itibaren 5 yıl içinde tarh ve mükellefe tebliğ edilmezse zamanaşımına uğrar, yani vergi alacağı ortadan kalkar. Oysa VİV öyle bir vergidir ki, kolay kolay zamanaşımına uğramaz.
Çünkü VİV’de zamanaşımı verilen beyannamede gösterilmeyen mallar ile beyanname verilmeyen hallerde, intikal eden malların idarece tespit edildiği tarihte başlar.
Üstelik idare beyanname verilmediğini veya verilen beyannamede malların eksik bildirildiğini tespit ettiğinde cezalı tarhiyat yapamaz, mükellefi beyana çağırmak durumundadır.
Konuyu biraz açalım…
Ölümün Türkiye’de gerçekleşmesi hâlinde beyanname, mükellefler Türkiye’de ise ölüm tarihini takip eden 4 ay içinde verilir. Yurt dışında bulunan mirasçılar açısından bu süre 6 aydır.
Mükellefin bu süre içinde beyannameyi vermediğini ve vergi dairesinin bunu 10 yıl sonra tespit ettiğini varsayalım. Durumu öğrenen vergi dairesinin yapabileceği tek şey mükellefi 10 yıl önce vermesi gereken beyannameyi 15 gün içinde vermeye davet etmektir. Üstelik beyanın bugünkü güncel değer üzerinden değil, 10 yıl önceki değer üzerinden yapılması gerekir.
İnanmayan internette "2007/1 sayılı Veraset ve İntikal Vergisi İç Genelgesi" diye arama yaparsa VİV’in kendine has ceza uygulamasını resmi ağızdan teyit edebilir.
Bu özel ceza uygulamasına göre, vergi dairesi tahakkuk işlemi yapmak için beyanname verme süresinin sonundan başlayarak 15 gün bekler. Beyanname bu süre içinde verilirse vergi ziyaı olmamış sayılır. Yani vergi aslına bağlı vergi ziyaı cezası[1]ve gecikme faizi uygulanmaz, sadece cüz’i bir ikinci derece usulsüzlük cezası (2020 için 30 TL) kesilir.
Beyannamenin, bu 15 günlük birinci ek süre geçtikten sonra, idarece herhangi bir tespit ve tebligat yapılmadan verilmesi halinde de sadece ikinci derece usulsüzlük cezası uygulanır. Vergi ziyaı cezası ve gecikme faizi hesaplanmaz, tahakkuk ettirilen vergi 3 yılda ve 6 eşit taksitte (mayıs ve kasım aylarında) ödenir.
Beyannamenin yasal süresi ve birinci 15 günlük ek süre içinde verilmemesi, ancak idarenin durumu tespit etmesi halinde idare mükellefi beyanda bulunmaya davet etmek zorundadır. Mükellef bu davete uyup 15 günlük ikinci ek süre içinde beyannamesini verirse vergi intikalin vuku bulduğu tarihte geçerli olan hükümlere (istisna hadlerine ve tarifeye) göre hesaplanır. Vergi ziyaı cezası ve gecikme faizi aranmaksızın 3 yılda ve 6 eşit taksitte ödenir. Mükellefe sadece birinci derece usulsüzlük cezası (2020 yılı için 67 TL) ile ödenir.
Yukarıdaki örneğe dönersek, mükellef 10 yıl sonra kendiliğinden veya idarenin durumu tespit edip 15 gün içinde beyana daveti üzerine beyanname verirse, ölümün gerçekleştiği 10 yıl önceki kurallara ve değerlere göre vergi hesaplanır ve 3 yıl içinde 6 eşit taksitte ödenir.
Mükellef idarenin tespiti sonrası verdiği ikinci 15 günlük ek sürede beyannamesini vermezse (nihayet) vergi ziyaı cezası kesilir ve gecikme faizi hesaplanır.
Söyler misiniz, kim bu sistemde normal beyan süresi içinde beyannamesini verir? Böyle bir düzende benim vatandaşım tabii ki işini bilir. Vergiye uyum bu kendine has ceza sisteminde sağlanabilir mi? Mükellefin bunda kusuru var mı?
Bu vergiyi kaldırmayacaksak düzeltmek zorundayız!
[1] Vergi ziyaı cezası, eksik tahakkuk ettirilen verginin 1 katıdır. Yani vergi kadar ceza uygulanır.