Günümüzde demokrasilerin yıprandığı, gerileme içinde oldukları bir gerçek. Avrupa dahil, dünyanın farklı siyasi coğrafyalarında otoriter nitelikli popülizmin yükselme eğilimi sürüyor. “Yıpranan demokrasi yeniden güçlenebilir mi?” sorusunun tek bir yanıtı yok. Saldırıya uğrayan demokrasinin gelişmişlik düzeyi, bu sorunun yanıtı için de temel ölçüyü oluşturuyor. Gelişmiş katılımcı demokrasinin iyileşmesi ve güçlenmesi mümkün. Ancak, henüz güçler ayrılığı, denetim ve denge unsurları ile katılımcı niteliği yeterince gelişmemiş demokrasilerin dönüşü kolay olmayabilir, en azından daha uzun bir dönemi gerektirebilir. Dolayısıyla, demokrasinin bağışıklık düzeyinin yükseltilmesi, böylece saldırılara karşı direncinin güçlendirilmesi, öncelikli hedef olmalı.
Türkiye’de gündemdeki yerini koruyan reform tartışmasının amacı da demokrasinin güçlendirilmesi değil mi? Yapılması gereken, öncelikle mevcut Anayasa ve yasaları etkin uygulamak, aynı zamanda mevzuattaki eksiklikleri gidermek için özellikle Avrupa Konseyi’nin desteğine güvenmek. Bu yönde gelişme, iç siyasi istikrara, ayrıca uluslararası konumumuza ve dolayısıyla NATO ve Avrupa Birliği ile ilişkilerimize olumlu etkide bulunacaktır.
Demokrasi önemli; hem ulusal düzeyde siyasi huzur ve istikrar zemininde ekonomik refahın yükseltilebilmesi; hem de uluslararası alanda barış, güvenlik ve istikrar ortamının sağlanarak sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin gerçekleştirilebilmesi için … Demokrasi olmadan bu hedeflere ulaşılabilir mi? Sosyal adalet olmayacağından siyasi ve ekonomik hedeflerin uzun dönemde kalıcılığının bir güvencesi olmaz.
Demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü kavramları bir bütün oluşturur, birbirinden ayrı düşünülemez. Demokrasinin evrimi daha eskiye gitmekle birlikte, günümüzde demokrasinin olmazsa olmaz unsurları insan hakları ve hukukun üstünlüğü kriterlerinin özlü olarak İkinci Dünya Savaşı sonrasında geliştiğini söyleyebiliriz. Genel anlamda küresel örgüt Birleşmiş Milletler’de, özel olarak bizim de bağlı olduğumuz siyasi coğrafyada Avrupa Konseyi’nde devletlerin ortak irade ve çabaları ile geliştirilen normlar, kalıcı demokrasinin ilke ve standartlarını oluşturuyor.
Avrupa Konseyi bunu “demokratik güvenlik” olarak tanımlıyor. Beş ana unsuru var; bağımsız yargı, ifade özgürlüğü, örgütlenme ve gösteri özgürlüğü, demokratik kurumlar ve katılımcı toplum.
Bunları ayrıca izah etmeye gerek yok. Demokrasi yanlısı ve demokrasi kültürünü benimsemiş herkes bunların ne olduğunu bilir. Türkiye gibi Birleşmiş Milletler’e ve Avrupa Konseyi’ne üye devletler, bu kuruluşlarda demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları standartlarını geliştiren sözleşmelere taraflar. Bu sözleşmeler kendiliğinden ortaya çıkmadılar. Devletler ortak hedefleri doğrultusunda ortak çabaları ile bunları geliştirdiler. Özgür siyasi iradeleri ile bu sözleşmelere taraf olup uygulama yükümlülüğü üstlendiler. Sözleşmelerin eksiksiz uygulanması konusunda oluşturulan destekleyici mekanizmalar ile işbirliği yapmayı kabul ettiler. Yasal düzenlemelerini buna göre uyarladılar. Bu genel çerçeve tüm taraf devletler için geçerli.
Türkiye örneğine dönelim. Türkiye, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi’nin temel hak ve özgürlüklere ilişkin sözleşmelerine taraf. Anayasamızın 90. maddesi uyarınca, bu sözleşmeler yasa hükmünde. Belki bunlara üstün yasa da diyebiliriz. Bunlar hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz.
Bence daha da önemlisi, zaten Anayasamız ve ulusal yasalarımız bu sözleşmelerde yer alan hükümlerin büyük çoğunluğunu kapsıyor. Anayasamızı, örneğin Birleşmiş Milletler temel insan hakları sözleşmeleri arasında bulunan “Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme” ve “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme”, ya da Avrupa Konseyi’nin temelini oluşturan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi” ile karşılaştırın. Çok büyük ölçüde örtüştüklerini, aynı ya da benzer hükümler içerdiklerini göreceksiniz.
Gündemdeki reform tartışmasını da bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Bence günümüzde reform anlayışının önceliği, mevcut Anayasamız ve yasalarımızın etkinlikle uygulanması için gereken önlemlerin alınması olmalıdır. Bunun yapılabilmesi, hem ülkemizde siyasi istikrara önemli katkıda bulunacak, hem de uluslararası konumunun güçlenmesini sağlayacaktır. Bu yönde gelişmenin ekonomik alana olumlu yansımalarını tahmin etmek güç değil.
Ulusal yasalarımız ile uluslararası standartlar arasında farklılık yok mu? Var, bu da reform gündeminin diğer boyutu. Bunun için, Avrupa Konseyi mekanizmalarının desteğine sahibiz. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra Avrupa Konseyi ile oluşturulan ortak Çalışma Grubu’nun, mevzuat ve uygulamamızın Avrupa Konseyi standartları ile uyumunun sağlanması amacıyla öneriler geliştirdiği açıklanmıştı. Bunun dışında, Avrupa Konseyi’nin Venedik Komisyonu dahil çeşitli danışma ve denetim yapılarının raporları da reform çalışmaları için yol gösterici nitelikte önemli belgeler. En önemlisi de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının gecikmeden uygulanması. Bu zaten Anayasal yükümlülüğümüz değil mi?
Uzun yıllardır süregelen reform tartışmasını artık geride bırakmak mümkün. Yapılması gereken, mevcut Anayasa ve yasaları etkin uygulamak ve mevzuattaki eksiklik ya da farklılıkları gidermek için Avrupa Konseyi’nin desteğine güvenmek. Bu yöndeki gelişmenin, iç siyasi istikrara, uluslararası konumumuza ve dolayısıyla NATO ve Avrupa Birliği ile ilişkilerimize olumlu yansımaları kısa sürede görülebilecektir.
Bunun için, kısa dönemli ya da kapsayıcı olmayan siyasi hedefler ile toplumsal uzlaşı temelinde uzun dönemli ortak hedefler arasındaki ikilemin aşılması gerekir.