Erdoğan İşcan

06 Ocak 2022

Önemli bir insan hakları konusu: Vatansızlık

Günümüzde gündemin önceliklerini siyasi gerilimler ve ekonomik krizler belirliyor. Bu koşullarda gündemde öne çıkamayan konulardan biri de “vatansızlık”. Vatandaşlık hakkı uluslararası hukukta önemli bir başlık. Gündemde korunması ve ilerleme sağlanması gereken bir konu…

İkinci Dünya Savaşı insanlık tarihi için büyük bir trajedi. Bir daha yaşanmaması amacıyla, savaştan sonra düzenlenen ve merkezine Birleşmiş Milletler’in (BM) yerleştirildiği uluslararası mimarinin başlıca hedefi barış ve güvenliğin kalıcı kılınabilmesi. İnsan haklarına saygı ve sosyal adaletin sağlanması da barış ve güvenlik hedefinin temeli olarak tanımlanıyor. Böylece, oluşacak istikrar ortamında sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşılması öngörülüyor.

1945 tarihli BM Antlaşması’nın temel felsefesi uyarınca 1948’de kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirisi ilkeleri belirliyor. Uluslararası insan hakları hukukunun yol gösterici rehberi sayılıyor. İsterseniz Anayasası diyelim. Bildiri’nin giriş cümlesi şöyle:

“İnsanlık ailesinin bütün üyelerinin doğal yapısındaki onuru ile eşit ve devredilemez haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğunu ...”

Devletler, ortak çabaları ile, Bildiri’de yer alan ilkeleri hukuken bağlayıcı normlara dönüştüren sözleşme sistemini geliştirmişler. Taraf olup uygulama iradesi göstermişler. Uygulamayı etkin kılmak için kurulan denetim mekanizmaları ile işbirliği yapmayı kabul etmişler.

Myanmar - Bangladeş sınır bölgesinde vatansız ve mülteci Rohingalar / Foto: Erdoğan İşcan

Vatandaşlık hakkının kaybedilmesi

“Vatansızlık” (statelessness) ya da “vatansız kişiler” (stateless persons), günümüzde ciddi bir sorun olmaya devam ediyor. Bugün dünyada 10 milyon dolayında vatansız kişi var. Bunun yaklaşık yarım milyonu Avrupa’da. Bu sayının çok sayıda ülkenin nüfusundan daha yüksek olduğu göz önüne alınmalı.

Vatandaşlık hakkından yoksun kalmanın çeşitli kaynakları var. Tarih boyunca imparatorlukların ya da geniş bir coğrafyaya yayılan ülkelerin dağılmaları ve devrim ya da ayaklanma sonucunda rejim değişiklikleri, vatandaşlıkların kaybedilmesine yol açmış. Bunun dışında, günümüzde “ulusal güvenlik” ya da “terörizmle mücadele” gerekçeleriyle vatandaşlıktan çıkarma, vatansız sayısını artıran unsurlar. Bazı örnekler verelim.

Bahreyn son on yılda 900 dolayında kişiyi “terörizm” bağlantılı gerekçelerle vatandaşlıktan çıkarmış. Oysa, “haklar” ve “güvenlik” arasında dengenin, demokrasi zemininde insan haklarına saygı ve hukukun üstünlüğünün egemen kılınması ile sağlanabildiği biliniyor.

Dominik Cumhuriyeti’nde 2013 tarihli bir yasa ile yaklaşık 200 bin Haiti kökenli kişinin vatandaşlığına son verilmiş. Oysa, bunların büyük çoğunluğu Dominik’te doğmuş ve yaşamları boyunca vatandaş olarak orada yaşamışlar. Haiti ile bir bağları olmamış. Vatansız kalan bu kişiler “haklardan yararlanma haklarını” kaybetmişler.

Myanmar, 1982 tarihli yasa uyarınca, Rohinga azınlığını “mukim yabancı” (resident foreigner) statüsü ile vatandaşlık hakkından yoksun bırakmakta ve vahim insan hakları ihlallerini sürdürmekte. Soykırım suçlaması ile Uluslararası Adalet Divanı’nda devam eden davayı izliyoruz. Bu kişilerin Bangladeş ile sınırın her iki yakasında nasıl feci koşullarda yaşadıklarını, geçmişte insani yardım sağlama amacıyla bu bölgeye yaptığımız ziyaret sırasında büyük üzüntüyle gözlemiştim.

Türkiye de bu konuda masum sayılmaz. Özellikle 1980’ler ve sonrasında “terörizmle mücadele kapsamında” çok sayıda kişinin vatandaşlıktan çıkarıldığı hatırlanıyor. 

Belki de en vahimi, çatışma bölgelerinde doğan çocukların vatandaş olarak kaydolma imkanına sahip olamamaları ve sonuçta vatansız kişi olarak yaşamlarını sürdürmek zorunda kalmalarının trajik sonuçlarını düşünelim. Önlem alınamadığı takdirde, bu çocuklar yaşamları boyunca “haklara sahip olma haklarından” yoksun kalacaklar, saldırıya uğrayacaklar, ayrımcılığa maruz kalacaklar. Buna göz yumulamaz ...

Örnek çok, özet bir kesit vermeye çalıştık.

Vatansızlığın sonuçları

Vatandaşlık hakkı, bireyin haklardan yararlanmasının yolunu açan sosyal kimliğinin unsurudur. Eğitim, sağlık, istihdam, konut, seyahat özgürlüğü dahil tüm medeni, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel haklardan söz ediyoruz. Vatansızlık, bu haklardan yararlanma yolunu kapatıyor ya da çok daraltıyor. Yani, bireyi “haklara sahip olma hakkından” yoksun bırakıyor.

Vatansız kişilerin yaşadıkları toplumda ayrımcılığa uğramaları riski de çok yüksek. Böylece, sosyal huzurun da sağlanamayacağı, gerilimlerin ve çatışmaların kaçınılmaz olacağı açık.

Vatansızlık hukuku

İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin 15. maddesi; “herkesin vatandaş olma hakkının olduğu, kimsenin keyfi olarak vatandaşlık hakkından yoksun bırakılamayacağı ve kimsenin vatandaşlık değiştirme hakkının yadsınamayacağı” ilkesini kayda geçirmiş.

Bu çerçevede iki BM sözleşmesi geliştirilmiş:

1954’te hazırlanan “Vatansız Kişilerin Statüsüne İlişkin Sözleşme” (Convention relating to the Status of Stateless Persons) 1960’ta yürürlüğe girmiş. Halen 96 devletin taraf olduğu bu sözleşme; vatansız kişilere uygulanacak standartları belirlemeyi; başta eğitim, istihdam ve konut olmak üzere haklardan yararlanmalarının yolunu açmayı; kimlik ve seyahat belgesi sahibi olmalarını öngörüyor.

1961’de hazırlanan “Vatansızlığın Azaltılması Sözleşmesi” (Convention on the Reduction of Statelessness) 1975’te yürürlüğe girmiş. Halen 77 devletin taraf olduğu sözleşme; zaman içinde vatansızlığın azaltılarak bu kişilerin vatandaşlık kazanmaları konusunda taraf devletlere bir çerçeve sunuyor. Sözleşmenin önemli bir unsuru; bir ülkede doğan çocuklara, başka bir ülke vatandaşlığını kazanamamaları durumunda, doğdukları ülke vatandaşlığının verilmesi hükmünü içeriyor. Vatandaşlıktan çıkarmanın ancak çok sınırlı koşullarda değerlendirilmesini öneriyor.

Bir de Avrupa Konseyi (AK) sözleşmesi var: “Avrupa Vatandaşlık Sözleşmesi” (European Convention on Nationality). 1997’de hazırlanan ve 2000’de yürürlüğe giren sözleşme bugüne kadar 21 devlet tarafından onaylanmış. Sözleşme, vatandaşlığa alınmayı ya da kaybedilen vatandaşlığa dönüşü kolaylaştırmaya; vatandaşlığın kaybedilmesinin ancak çok sınırlı koşullarda yapılabilmesine; çoklu vatandaşlık durumlarında bireyin hak ve yükümlülükleri bakımından ilgili devletler arasında işbirliği yapılmasına; vatansızlığın ve ayrımcılığın önlenmesine yönelik hükümler içeriyor.

Devletlerin vatansızlık ve vatandaşlık konularına ilişkin bu üç sözleşmeye taraf olma düzeyi pek parlak sayılmaz. BM sözleşmelerini 193 üye devletin yarısından azı (96 ve 77) onaylamış. AK sözleşmesi için de benzer durum söz konusu; 47 üye devletin yarısından azı (21) taraf olmuş. Bu düzeylerin yükseltilmesi, iç hukukun sözleşmelere uyarlanması ve uygulamanın izlenmesi önemli. Bunun için siyasi irade gerekli. Güncel koşulların bu konuda özendirici olmadığı, tersine cesaret kırıcı nitelik taşıdığı gerçek. Bu konu uluslararası göçmen ve mülteci hukuku bağlamında ele alınmalı. Vatansızlığın göçmenler ve mülteciler için temel sorunlardan biri olmaya devam edeceği kuşkusuz.

Türkiye’nin durumu

Türkiye üç sözleşmeden birini; 1954 BM Sözleşmesi’ni onaylamış. 1961 BM ve 1997 AK sözleşmelerine taraf olmamış. Dünyada en çok mülteci barındıran, en çok insani yardım yapan ülkeler arasında yer alan ülkemizin bu konuya sahip çıkarak öncü rol oynaması, güncel siyasi ve ekonomik koşullarda mümkün mü? Değerlendirileceğini umalım.

BM’nin kurucu üyeleri arasında yer alan Türkiye, en azından yakın zaman öncesine kadar, etkin diplomasi yürüterek, barış, güvenlik ve kalkınma hedeflerinin temelini oluşturan uluslararası insan hakları hukukunun geliştirilmesinde önemli rol oynamış. Bu tutumu Türkiye’nin uluslararası saygınlığının ve etkinliğinin yükselmesini sağlamış. Bu konuma yeniden dönebileceğini umalım.

Uluslararası hukuk ile çatışmanın dünyada saygınlık ve etkinlik kaybına yol açtığı, buna karşılık ulusal bir kazanımı olmadığını biliyoruz. Uluslararası alanda etkili bir aktör olmak istiyorsanız, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde hukuka sahip çıkmanın ön koşul olduğu kuşkusuz.