Kazakistan’daki gelişmeleri üzüntüyle izliyoruz. Keşke böyle olmasa, insanlar ölmese, yaralanmasa, işkence ve kötü muamele görmese. Olan oldu, en azından ders alınabilse...
Kazakistan büyük ve önemli bir ülke. 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması üzerine uluslararası topluma katılan bağımsız devletlerden biri. Yüzölçümü bakımından dünyanın en büyük on ülkesi arasında. Rusya ile sınırı 7 bin 600 km. Nüfusu yoğun değil; 19 milyon. Nüfusun yüzde 20’si etnik Rus. Başta enerji kaynakları olmak üzere çeşitli alanlardaki potansiyeli ile uluslararası barış, güvenlik ve sürdürülebilir kalkınma hedefleri için önemli bir ülke. Bu konulara ilişkin ayrıntılar bugünlerde çeşitli yazılarda kolaylıkla bulunabiliyor. Bizim amacımız demokrasi açısından ders çıkarabilmek, demokrasinin erdemini vurgulayabilmek.
Kazakistan’ın 1991’de bağımsızlığını kazanması üzerine devlet başkanı olan Nazarbayev, 2019’a kadar 28 yıl ülkeyi “demokrasiden önce istikrar” söylemiyle yönetmiş. O aşamada, otoriter yönetimlerin adaletsizlik ve yolsuzluk sarmalının kamuoyunda yarattığı kaçınılmaz sorunları görmüş. Belki de kendisi ve yakın çevresi bakımından akıllı sayılabilecek taktik bir adımla geri çekilerek güvendiği Tokayev’in devlet başkanı seçilmesinin yolunu açmış. Kendisi ve yakın çevresi de perde gerisinde yönetimde etkili konumlarını korumuşlar. Şimdi bu “perde gerisi” konumlarının sona erdiği söyleniyor. İzleyeceğiz …
Tokayev ve Nazarbayev
Demokratik güvenlik
Demokrasi, daha da belirgin tanımıyla demokratik güvenlik; siyasi istikrarın, sosyal huzurun ve ekonomik refahın kaynağı ve güvencesi. Ulusal düzeyde olduğu gibi, uluslararası toplum için de geçerli olan bu model, İkinci Dünya Savaşı sonrasında düzenlenen kurallara dayalı sistemin ve çok taraflılığın da temeli. Günümüzde bu sistemin aşınmaya devam etmesi ise kaygı verici.
Toplumlarda; siyasi görüş, ekonomik hedef, sosyal ve kültürel özellikler, din ve etnik yapı dahil sosyolojik özellikler bakımından farklı kesimlerin olabildiği bir gerçek. Laiklik ilkesini de içeren demokrasi, farklılıkların uyum içinde yaşayabileceği zeminin adı. Kurallara dayalı bir denge ve denetim sistemi.
Kuralların karşılıklı haklara ve kamu düzenine saygıyı ve adaleti sağlayacak anlayışla oluşması, denge boyutunun önde gelen özelliği. Kuralların adil uygulanmasını gözleyecek denetim mekanizmaları da sistemin güvencesi.
Demokraside denge ve denetim güçler ayrılığını gerektirir. İster başkanlık, ister parlamenter sistemde, kuralların denge anlayışı ile oluşması ve uygulamanın denetlenebilmesi, katılımcı demokrasi zemininin sağlamlığının göstergelerini oluşturur. Unsurlara kısaca değinelim.
Halk tarafından seçilen ve toplumun tüm kesimlerini temsil eden parlamento, farklı çıkarlar arasında uzlaşı sağlayarak kural oluşturma ve yönetimin uygulamasını denetleme işlevlerini yerine getiren forum niteliği taşır.
Denetimin eşit derecede önemli diğer boyutu, siyasetin müdahale sınırlarının ötesinde etkin işleyen bağımsız yargının varlığı, demokratik güvenliğin temel güvenceleri arasında.
Ayrıca, demokratik hukuka uygun ölçüde, bağımsız medyaya özgürlük tanınması ve sivil toplumun demokratik katılımına imkan verilmesi, demokratik güvenliğin ayrılmaz unsurları.
Bu tablonun olmazsa olmazları arasında, ifade ve gösteri özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü ile adil yargılanma hakkı da var. Demokratik güvenliğin tüm unsurları, uluslararası toplumun ortak çabaları ile geliştirilen Birleşmiş Milletler insan hakları hukukunda, ayrıca Avrupa Konseyi sözleşmelerinde ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında kayıtlı. Yazılarımızda bunları zaman içinde ayrıntılı olarak vurguluyoruz.
Özetlemeye çalıştığımız bu unsurlar, sosyal adalete ve insan haklarına saygılı demokratik toplumun güvenceleri. Bunlar sağlanmadan ne siyasi istikrar, ne sosyal huzur, ne de ekonomik refah gerçekleşebilir.
Otoriter popülizm ve demokratik güvenlik
Gücün tekelleştiği otoriter eğilimli popülist rejimlerde, toplumun tümünün denge ve denetim zemininde istikrar, huzur ve refah içinde yaşaması yerine, belli bir kesimin yönetimde egemen olduğunu ve refahtan daha büyük pay aldığını görüyoruz.
İşte bu nedenle, demokratik güvenlik ile dost olamayan otoriter popülizm, kendisi gibi düşünmeyen, kendisine hizmet etmeyen ve mevcut çıkar döngüsünü kırmak isteyenleri düşman ilan eder. Ama tarih bunun sürdürülebilir olmadığını göstermiştir.
Öyle olmasaydı, Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı dağılır mıydı? Başka örnekleri de hatırlayalım; İspanya, Portekiz, Şili... Asya’da, Afrika’da, Latin Amerika’da çok sayıda başka örnek var. Yakında farklı derecede olsa da Avrupa Birliği üyesi bazı devletlerde de bu yönde gerilim tırmanması yaşanması potansiyelini de akılda tutalım.
Güncel örnekleri biliyoruz. Belarus’ta Lukaşenko yönetiminin sürdürülebilir olduğu savunulabilir mi? Yazık, insanlar ölüyor, yaralanıyor, işkence ve kötü muamele görüyor...
Şimdi de Kazakistan. Doğallıkla, gerilimin azalarak yok olmasını ve halkın istikrar, huzur ve refah içinde yaşamasını diliyoruz. Bu mümkün mü? Evet ama bu yönetim anlayışıyla değil, demokratik güvenlik koşullarını sağlayabilecek dönüşüme ihtiyaç olduğu kuşkusuz.
Tokayev, ülkede “istikrarı” sağlamak amacıyla, Ortak Güvenlik Antlaşması Örgütü (CSTO) birliklerini davet etti. İşe yarar mı? Geçici bir süre belki, sonra, demokratik güvenliğin olmadığı yerde siyasi istikrar sürdürülebilir mi?
Demokraside gösteri özgürlüğü bir haktır. İfade özgürlüğünün toplu kullanımıdır. Kabul edilebilir olmanın sınırı “şiddet”tir. Şiddet kullanımına müdahale etmek devletin yetkisi ve görevidir. Ama şiddete başvurmayan gösteriye aşırı güç kullanılarak müdahale edilmesi de kabul edilemez. Gerekiyorsa şiddete başvuran unsurlar ayıklanır ve diğerlerinin demokratik haklarını kullanmaları korunur.
Tokayev güvenlik güçlerine “uyarmadan ateş etme” emri vermiş. Doğru olduğuna inanmakta güçlük çekiyor insan. Bırakın demokrasiyi, hangi rejim olsa da, bir devlet başkanının güvenlik güçlerine ayrım gözetmeksizin, uyarmaksızın ateş etme emri vermesi nasıl izah edilebilir. Bu da uluslararası ceza hukukunun konusu. Uluslararası Ceza Mahkemesi değerlendirecektir.
Demokrasilerde vatandaşların “haklara sahip olma hakkı” vardır. Bu devletlerin ortak çabaları ile geliştirdikleri ve uygulama yükümlülüğü üstlenerek taraf oldukları uluslararası insan hakları hukukunun temel sütunlarından biridir.