İdeolojik saplantıları, siyasi hırsları, çoğu kez açgözlülük sınırlarını zorlayan ekonomik çıkar hesaplarını bir an için askıya alabilsek, yaşamın anlamını düşünebilsek, yakın çevremizi ve ötesinde dünyayı farklı algılayabilir, düşünce ve davranışlarımızı gözden geçirebilir miydik? Azınlık sayılabilecek bir kesimin bunu yapmakta olduğunu biliyorum. Bunun toplumun geniş kesimi tarafından da yapılabileceği düşünülebilir mi? En azından kısa dönemde zor görünse de, yine de bir yerden başlamak gerekiyor.
Küresel olarak bakalım. 8 milyara yakın insan. 193 Birleşmiş Milletler (BM) üyesi devlet, kıtalara ve coğrafi bölgelere dağılmış. Ulus devletler içinde farklı özelliklere sahip binlerce bölge, yerleşim yeri. Binlerce etnik, ırksal, dilsel, dinsel, sosyo-kültürel özellik taşıyan topluluk. Yarıya yakını kadın, diğer yarıya yakın bölümü erkek, ayrıca farklı cinsel kimlikleri olan gruplar.
Sonuçta hepsi insan, doğuştan saygınlığa ve eşit haklara sahipler, kural olarak! Sorun, farklılıklara yönelik hoşgörüsüzlük, ayrımcılık, şiddet, hatta katliam ve soykırım... Hepsi insan aklının ürettiği öznel değerlerin sonuçları. Farklılıkları kabul etmemek, kendi kimliğini diğerlerine zorla kabul ettirmeye çalışmak, birlikte yaşamayı reddetmek, son aşamada kendisi gibi olmayana yaşama hakkı tanımayarak yok etmek …
Toplum birimleri farklılıkları barındırır
Küreselleşen dünyada hiç bir yerleşim yeri, bölge, ulus; özetle, uluslararası toplumun hiç bir biriminin etnik, ırksal, dilsel, dinsel, sosyo-kültürel tekli bir yapıdan oluşmadığı, her toplum biriminin çeşitli alanlar ve düzeylerde farklılıkları barındırdığı bir gerçek.
İhtiyaç duyulan, olması gereken, farklılıkların bir arada uyum içinde yaşamak durumunda olduğunu ve yaşayabileceğini anlamak, öğrenmek ve uygulama iradesini geliştirmek.
Başlangıç noktası ve bu sürecin temel sütunu eğitim. Ailede, okulda, mahallede, toplumsal ve ulusal düzeyde, bunun da ötesinde uluslararası düzlemde demokrasi kültürü eğitimi.
Bunun kısa dönemde olgunlaşması beklenemeyecek, kuşakları kapsayacak bir süreç olduğunun farkındayım. Az önce vurguladığım gibi, yine de bir yerden ve gecikmeden başlamak gerekiyor. Bu yönde yola çıkabilsek ve stratejik sabır gösterebilsek, demokrasi kültürü toplumun en küçük birimine kadar uzanabilecek.
Bu olamazsa insan toplumu için telafisi imkansız felaketlere yol açabilecek gelişmelere hazırlanmalıyız. Felaket süreci zaten hızla ilerleme kaydetmeye devam ediyor.
İnsan toplumunu bekleyen tehlike, yalnız silahlı çatışma ve savaşlar değil. Buna iklim krizini, gıda ve su krizini, göçmen ve mülteci krizini ekleyin. Küresel düzlemde yükselen otoriter popülist siyaseti de bunlara ekleyince tablonun pek parlak olmadığı tartışmasız bir gerçek.
Ortak hedef ne olmalı?
Sondan başlayıp başa doğru gidelim.
Tarihsel analizi siyasi tarihçilere bırakıp göreli olarak yakın sayılabilecek İkinci Dünya Savaşı sonrası uluslararası mimariden başlayalım.
Uluslararası toplum ulus devletler olarak örgütlenmiş. 193 devlet BM zemininde bir araya geliyor. Toplanıyorlar, diyalog ve karşılıklı etkileşim içinde kurallara dayalı sistemi geliştirmeye çalışıyorlar. Normatif yapı var. Gelişen ihtiyaçlara göre güncelleniyor. Tarafların kendi ürettikleri normatif yapıya uyumlarını denetleyen, eksik ya da yanlışların giderilmesine yönelik yardımcı olan mekanizmalar da var.
Eksik olan barış içinde birlikte yaşama anlayışı, demokrasi kültürü.
BM sistemini destekleyici nitelikte bölgesel örgütler var. BM üyesi devletlerin neredeyse tamamı ayrıca çok sayıda bölgesel örgüte de üye.
Hem BM’de hem de bölgesel örgütlerde uluslararası barış ve güvenliğin korunarak istikrarın sağlanması, bu bağlamda sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin gerçekleştirilmesine katkıda bulunma yükümlülüğünü üstlenmişler.
Yani, kurallara dayalı bir sistem öngörülmüş, kurallar geliştirilmiş, şimdi o kurallara uymayı reddetmenin rasyonel bir açıklaması olabilir mi?
Öncelik, kurallara dayalı sistemi korumak, gelişen ihtiyaçlara göre geliştirmek. Buna kısaca hukukun üstünlüğüne, yani demokrasinin temel sütunlarından birine sahip çıkmak diyelim.
Hukukun üstünlüğü ilkesinin güvencesi, toplumsal yaşamı düzenleyen hukuk önünde herkesin eşit olması ve kuralların herkese eşit biçimde uygulanması. Bu güvence, yerel ve ulusal düzeyde olduğu gibi uluslararası alanda da geçerli. BM’de geliştirilen “uluslar arasında hukukun üstünlüğü” (the rule of law among nations) ile ilgili durumu önceki bir yazımda anlatmıştım.
Bunu izleyecek ortak hedef, farklılıkların uyum içinde yaşayacağı demokrasi kültürüne sahip çıkmak.
Siyaset ve toplum etkileşimi
Siyaseti yaratan toplum; buna karşılık, toplumsal yapının şekillenmesini ve gelişimini etkileyen siyaset. İkisi de karşılıklı etkileşim içinde. Demokrasi kültürünün eksikliği ve toplumun demokrasiye sahip çıkamaması, siyasete demokrasiden uzaklaşma fırsatı veriyor. Popülist eğilimi yükselen siyaset otoriter nitelik kazanıyor.
Demokrasinin temel unsurları zaman içinde işlevlerini kaybederek siyasetin araçlarına dönüşüyor.
Denge ve denetim mekanizmaları bu gelişmeden payını alarak aşınıyor, otoriter siyasete hizmet eder duruma geliyor.
Hukukun üstünlüğü, hukuk güvencesi, toplumun görüşlerinin siyasi sürece aktarılmasının aracı ifade ve gösteri özgürlüğü yok oluyor.
Toplumun hesap sorabilme hakkı ve siyasetin hesap verme yükümlülüğü gündemden düşüyor.
Özetle; demokrasi perdesi kapanıyor, farklılıkların uyum içinde birlikte yaşama zemini parçalanıyor, çatışmacı anlayış güç kazanıyor.
Demokrasi kültürü ve laiklik
Demokrasinin temel sütunlarından biri laiklik; yani, din ve siyasetin birbirinin dışında tutulması.
Demokrasi kültürü; düşünce, inanç ve din özgürlüğüne saygıyı içerir. Buna karşılık, inançların başkalarına dayatılması, demokrasi kültürünün karşıtıdır. Bu nedenle, din özgürlüğü, kişinin özel alanında kalmalıdır. Siyasi süreçte belirleyici kriter olarak tanımlanmamalı, dayatılmamalıdır.
Demokrasi dine ve inançlara saygılıdır. İnançların da demokratik yaşam anlayışına saygılı olması gerekir.
Laiklik, uluslararası insan hakları hukukunun temel kriterleri arasında yer alan düşünce, inanç ve din özgürlüğünün de güvencesidir.
Demokrasi kültürü ve eğitimi
Nereden başlamalı?
Bu konuda kaynak sıkıntısı yok. BM ve onun temel felsefesini destekleyici nitelik taşıyan çeşitli coğrafyalarda kurulan bölgesel örgütlerin geliştirdikleri sözleşmeler, bu sözleşmelerin denetim ve yargı organlarının kavramlara uygulamada açıklık kazandıran tavsiye ve kararları, uluslararası hukukun geliştirilmesine katkıda bulunan devletlerin bu bağlamda yarattıkları ulusal hukuk belgeleri ve yargı kararları...
Bir örnek olarak Avrupa Konseyi’ne (AK) bakalım. AK’nın 220’nin üzerinde sözleşmesi var. Her biri demokrasi kültürünün yapısını oluşturan taşlar. Her üye devlet bunları uygulama ve denetim organlarının karar ve tavsiyelerine uyma yükümlülüğü üstlenmiş. İç hukuklarını bu çerçevede geliştirmekteler. AK sözleşmelerinin, Avrupa Birliği (AB) siyasi kriterlerinin de temel çerçevesini oluşturduğunu hatırlayalım.
Dolayısıyla, ders kitapları hazır. Şimdi yapılması gereken bunların eğitim programlarına dahil edilmesi.
Bu alanda katkıda bulunacak uzmanlığa sahip kuruluşlar da var. Bunlardan biri “The European Wergeland Centre” (EWC). AK ile işbirliği içinde çalışan EWC, demokrasi ve insan hakları eğitimi konusunda programlar düzenliyor, ihtiyaç duyulduğu ve talepte bulunulduğu ölçüde katkı sağlıyor.
Diplomaside son olarak görev yaptığım AK’de Bakanlar Komitesi’ne bağlı “Eğitim, Kültür, Spor, Gençlik ve Çevre Grubu”nun (GR-C) başkanı olduğum dönemde EWC Yönetim Kurulu üyesi olarak çalışmaları yakından izleyebilmiştim.
AK üyesi ülkelerde, deneyimli devlet kurumlarının yanı sıra, demokrasi ve insan hakları eğitimi alanında birikim sağlamış sivil toplum kuruluşları olduğunu da biliyoruz.
Sonuç
Toplumların ve siyasetin bir seçim yapması gerekiyor:
Ya farklılıkların uyum içinde birlikte yaşayabilecekleri kurallara dayalı demokrasi kültürünü geliştirerek istikrar, huzur ve refah yönünde ilerlemek;
Ya da, farklılıkları dayatmaya, farklı olanları zorla değiştirmeye veya yok etmeye yönelik çatışma sonucu birbirine zarar vermeye devam etmek ve böylece telafisi olmayan kısır döngüde korku, şiddet ve yoksulluk içinde yaşamak.
Ben oyumu ilk seçenekten yana kullanıyorum. Siz?
Erdoğan İşcan kimdir?Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite üyesi ve İstanbul Kültür Üniversitesi öğretim görevlisi Büyükelçi (E) Erdoğan İşcan, çeşitli düşünce kuruluşlarının çalışmalarına katkıda bulunuyor. İşcan, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler ve uluslararası hukuk öğrenimi yaptı. Ekim 1978’de Dışişleri Bakanlığı’na girdi. Diplomaside 40 yılı aşan hizmeti sonunda Nisan 2019’da emekli oldu. Ekim 2019’da Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite üyesi olarak seçildi. Türkiye’yi 2005-2009 döneminde Ukrayna’da ve 2009-2011 döneminde Güney Kore’de (aynı zamanda Kuzey Kore’ye de akredite) Büyükelçi, son olarak 2014-2018 döneminde Strazburg’da Avrupa Konseyi Nezdinde Büyükelçi/Daimi Temsilci olarak temsil etti. Önceki görev yerleri: Doha, Frankfurt, Bonn, Viyana (silahsızlanma müzakereleri), Londra (Başkonsolos), Cenevre (Birleşmiş Milletler Daimi Temsilci Yardımcısı). Ankara’da son olarak Dışişleri Bakanlığı genel siyasi işlerden sorumlu Müsteşar Yardımcısı (2013-2014), daha önce çok taraflı siyasi işlerden sorumlu Genel Müdür (2011-2013), Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Direktörü (2001-2005) olarak görev yaptı. İşcan’ın diplomasi kariyeri boyunca bağımsız olarak sürdürdüğü uluslararası pozisyonlar şöyle: - Kadına Yönelik Şiddet ve ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi) Taraf Devletler Komitesi Başkanı (2015-2018). - Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi eğitim, kültür, spor, gençlik ve çevreden sorumlu Raportör Grup (GR-C) Başkanı (2017-2018). - Demokrasi kültürü ve insan hakları alanında çalışan Norveç Kuruluşu “European Wergeland Centre” Yönetim Kurulu Üyesi (2017-2018). |