Erdal Güven

05 Nisan 2013

Akil defteri

Winston Churchill''in bir lafı var. Demiş ki, “Şu Amerikalıları pek severim, çünkü doğrusu neyse onu yaparlar hep... ama tüm yanlışları yaptıktan sonra!

Winston Churchill'in bir lafı var. Demiş ki, “Şu Amerikalıları pek severim, çünkü doğrusu neyse onu yaparlar hep... ama tüm yanlışları yaptıktan sonra!

Kürt sorununun çözümü bağlamında bu cümleden 'Amerikalılar'ı çıkarıp 'Türkler'i koysak rahmetli itiraz etmezdi sanırım. (Mesele hassas ya belirteyim hemen, 'Türkler'den kastım Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları).

Ben diyeyim 90, siz deyin 30 yıldır Kürt sorununu çözme yolunda sapılmaması gereken her patikaya sapıldı bu ülkede.  Ama baskın milliyettçilikten, ama etnik milliyetçilikten. İnkar ve zulüm isyan ve terör getirdi. Sonra kaba güce, antidemokratik uygulamalara dayalı çözüm arayışları, askeri çözümde ısrar, basiretsizlik. Ve daha fazla isyan daha fazla terör. Sonrası malum. Bir nevi kısır döngü...

Çatışma çözümlerinde sıkça gönderme yapılan bir teori var: Bir sorunun varlığının yarattığı sakıncalar, o sorunun çözümünün getireceği risklere göre daha katlanılabilir boyuttaysa çözüm iradesi oluşmuyor. Ne siyasi ne toplumsal...

Kürt sorununda o eşik geçiliyor galiba ya da geçilmek üzere. Emin değilim ama her neyse...

Önce bir bilgi kirliliği içinde de olsa hükümet ile PKK arasında bir müzakere yürütüldü. Zımni bir mutabakata varıldı ki Öcalan'ın çağrısı üzerine PKK ateşkes ilan etti ve silahlar sustu...

Öcalan, ateşkes çağrısında bulunmakla yetinmedi. PKK'lılardan Türkiye'yi terk etmelerini de istedi. AK Parti ile BDP  çekilme silahlı mı olacak silahsız mı, yasal çerçeve çizilecek mi çizilmeyecek diye ters düşüp süreç tam arıza sinyali vermeye başlamıştı ki Öcalan imdada yetişti ve 'Silahsız çekilin' dedi. Mesele bir biçimde hallolacak gibi görünüyor.

Eşzamanlı olarak gündeme gelen 'akil adamlar' da seçildi ve heyetler oluşturuldu. Evet, aralarında yadırganacak isimler de var, böyle bir teklifi ilkesel olarak kabul etmemesi gerekenler de. Ama heyettekilerin tümünü 'hükümetin propaganda memuru' ilan etmek en hafif deyişle ayıp. Bir kimsenin şahsi iradesine ipotek koymak da.

En doğrusu, bu heyeti oynayacağı rol üzerinden değerlendirmek. Acelemiz ne? Daha sahneye bile çıkmadılar.

Ancak çekilmeydi, yasal çerçeveydi, akil adamlardı derken bütün bu gürültü patırtının işaret ettiği bir gerçek var: Bu süreç son derece kırılgan.

Şu an itibariyle öne çıkan üç unsuru var bu kırılganlığın:
 
1. Bütünlüklü bir siyasi ve toplumsal destek oluşmuş değil (MHP kategorik olarak karşı, CHP savruk bir görüntü çiziyor; toplum da AK Parti'nin anketinde de ortaya çıktığı üzere ikiye bölünmüş durumda).

2. Doğru dürüst bir çerçeve, üzerinde mutabık kalınmış bir yol haritası yok (Bu boşluğun son tezahürü, AKP ile PKK'nın çekilmenin şekli şemaline dair farklı tellerden çalmasıydı).

3. Hapisteki Öcalan'ın iradesi, sürecin hem en güçlü halkalarından biri ama aynı zamanda da en zayıf noktası. Sürecin bekası ve selameti fazlasıyla bir 'tek adam'ın inisiyatifinde. (Bu açıdan Murat Karayılan'ın, Hasan Cemal'le yaptığı söyleşide 'güme giden' bir bölüme dikkatinizi çekerim. Cemal soruyor, “Gerçek bir barışın ön koşulu da Apo’nun özgür olması mı?” Karayılan’ın yanıtı net: “Kesin olarak öyle. Kalıcı barış, Apo’nun özgürlüğünden geçiyor…”)

Bu süreç daha çok analiz kaldırır. Şimdilik bir not düşmek istedim sadece...