Biliyorum, üç gün oldu ve kasıla kostaklana gittiğimi ilan ettiğim New York gezisinden tek satır yazmadım.
Tembelliğimden değil.
“Ne yazayım” sorusunun cevabını bulamadığımdan.
Mesela İstanbul’dan havalanıp on buçuk saat havada bir koltuğa yapışık oturup, önümdeki küçük ekrandan iki film seyrettiğimden okura ne. Bunu yazsam “Dalga mı geçiyorsun hemşerim” deyip adamı tefe koymazlar mı?
Haydi uçak yolculuğunda yazacak bir şey yoktu; peki New York’tan da yazacak bir şey bulunmaz mı?
Valla bulamadım. Bir turistin yapması gereken her şeyi yapmaktayım. Turist el kitabında “Şunu yap. Sonra şunu; sonra da şunu” diye yazılan paragraflara sadık kaldım; kalıyorum.
Kitabın talimatı uyarınca Battery Park’ta dikilip taa uzaklardaki Özgürlük Anıtı’na (Hani şu elinde meşale tutan kadın heykeli) baktım.
Sonra 11 Eylül’de uçakların yok ettiği ikiz kulelerin anıtını da, yerine dikilen yeni kuleyi de gidip gördüm.
Yetmedi, Manhattan’ın göbeğindeki Central Park’a gittim ve turist el kitabının talimatı uyarınca yaya dolaşmak yerine faytona bindim. Üstelik faytoncu yedi sekiz yıl önce Konya’dan gelmiş halis muhlis bir Türk delikanlıydı ve tertemiz Türkçesiyle bana Central Park’ı gösterdi. Delikanlının hobisi film seyretmekmiş. Central Parkın hangi köşesinde hangi film çekilmiş, kimler oynamış bir bir anlattı (Bunu merak ettiğinizi sanmıyorum.)
Ayrıca Manhattan’ın Chine Town’ını, İtalyan mahallesini, Soho’sunu da boydan boya dolandım. Soho’da Balthazar Cafe’de oturup kahve eşliğinde iki parmak konyak bile içtim.
Bunları anlatmaya değer bulup yazıya döken gazetecileri dövüyorlarmış diye duydum.
O yüzden New York’taki üçüncü günümde de “Engin Çelebi Seyanatnamesi”ne tek satır ekleyemiyorum.
Üstelik yarın da çift katlı turist otobüsünün ikinci katına oturup New York’un görmediğim ve bir turistin mutlaka görmesi gereken yerlerini göreceğim.
Ama aynı gün vakit kalırsa dünyanın finans merkezinde, o ünlü Wall Street’te dolanacağım. Bak ordan yazı çıkar, okurla paylaşmaya değer bir yazı…
Gün ola, yarın ola…