Yıl 1993... Babalık duygusunu ilk defa yaşayacağım günler... O sabah Rumelihisarüstündeki Boğaziçi Üniversitesi sahasında milli takım idmanı var... Milli takımın idmanı var ama... O günlerde müthiş bir şey olmuş, tüm milli takım oyuncuları o idman öncesi oynayacakları maçı değil, o olayı (!) konuşuyorlar.
Hala sağ ve sıhhatli; dileyen ona sorabilir... O gün Fenerbahçe’nin oyuncusu olan milli kaleci Engin İpekoğlu bütün şaşkınlığı ve saflığıyla o soruyu soruyor:
“Nasıl yaaa... Bundan sonra 'bizim ligler' yalandan mı oynanacak?”
O günleri ‘bilmeyene’ anlatmak zor tabi...
Ama dilimiz döndüğünce deneyelim.
Türk futbolunun “milat” maçı Galatasaray-Neuchatel (5-0) karşılaşmasıdır. O güne kadar Türkler Avrupalı rakipleri karşısına “haysiyetli beraberlik- şerefli yenilgi” parolası ile çıkardı. Ne kadar az farklı yenilirsen, şerefini o kadar korumuş olurdun.
Sene neymiş?
1988 Kasım; yani 1989 desen de olur...
Fenerbahçe kalecisi Engin İpekoğlu o gün suratındaki “aval aval” ifadeyle o tarihi soruyu sorduğunda 1993’müş... Yani aradan sadece 4 sene geçmiş ve Türk futbolu adına inanılmaz bir şey olmuş!
Ne mi olmuş?
Anlatıyorum...
***
Ben o gece ordaydım!
O geceyle ilgili en net hatırladığım şey Galatasaray kalecisi Hayrettin Demirbaş’ın arkasında olduğum... Maç başlasın diye beklerken arkamdaki tribünlere bakıyorum; aman Allahım; inanılmaz! Nereye baksan çocuk... çocuk... çocuk...
Sanırsın ki Manchester’ın tüm çocuklarını oraya toplamışlar; “her şeyi en iyi onlar görsün diye” hepsini en öne sıralamışlar!
Evet İngiltere’deyiz... Bir önceki ön eleme turunda İrlanda’nın Cork City takımını eleyen Galatasaray, şimdi İngiliz devi Manhester United karşısında... Onu da geçerse ilk defa Şampiyonlar Ligi denen bir yere gidecekti. Nedir, nasıl bir şeydir, o güne kadar kimse bir şey bilmiyor!
Oraya da gittim; Cork City’de “güreşçi kılıklı” futbolcular vardı. Rakibin sertliği anlamında Cork City nerdeee, Manchester United nerde idi.. O yüzden de Galatasaray’ın Eric Cantona’lı o takımı elemesini hayal bile edemiyorduk. Belki de sırf o yüzden “bizim kaleci” Hayrettin’in arkasındayım!
Maç başlıyor; Hayrettin’in yüzüne bakıyorum; kireç gibi, bembeyaz!
Sadece o surata bakarak olayın nereye gideceğini hemen anlıyorsunuz!
Zaten Manchesterlı oyuncular ilk düdükle beraber Galatasaray kalesine doğru “apaçi gibi” saldırıyor, daha oturduğumuz yeri ısıtamadan maç 2-0 oluyor!
Haliyle çöküyorsun tabi...
Ben çöktüm ama...
Galatasaraylı futbolcu çökmedi!
(Uçakta dönerken onu da konuştuk, o detayı da o yüzden hatırlıyorum.) Futbol denen oyunun kendi içinde basit ama; çok önemli kader anları vardır. “Kırmızı şeytanlar” diye anılan o İngiliz devinin en az Eric Cantona kadar önemli bir oyuncusu daha vardı; Bryan Robson… İşte öyle büyük bir oyuncuya bizim gencecik Tugay Kerimoğlu zarif bir bacak arası attığında adeta bütün Galatasaray takımının kaderini değiştirmişti. İsimsiz bir Türk, koskoca İngiliz efsanesi bir oyuncuyu “tüm çocukların önünde”(!) küçük düşürmüştü. Çünkü futbolcu dediğin adam; herkesin içinde “göstere göstere” bacak arası yemenin ne anlama geldiğini bilir!
O andan itibaren sahada bambaşka bir Galatasaray izlemeye başladık. Maça Hayrettin’in arkasında başlamıştık ya; tası tarağı topladık, doooğru rakip kaleye! Çünkü Galatasaray İngiliz deviyle “çata çat- kora kor” oynamaya başlamıştı.
2-1’i yapan gol Arif Erdem’in ayağından gelmişti... Kalede Danimarka devi Peter Scmeichel vardı... Okunuşu “Şimaykıl”dır... O gol Türk futbol tarihinin en güzel ve en anlamlı gollerinden biridir. Spor spikeri Ümit Aktan “Ne Şimaykıl’ı Allah aşkına... Ne Şimaykıl’ı... Bu gole bütün Maykıllar gelse bir şey yapamazdı” diye kusursuz bir tarifte bulunuyordu.
O golle birlikte Kırmızı Şeytanlar paniklemişti!
Onlar düz “kırmızı” giymişti ama; düz “sarı” Galatasaray forması da Manchester’daki kompozisyonu tamamlamıştı.
İpler artık “Sarı formalı” Türklerin eline geçmişti!
Hani demin Cork City isimli bir İrlanda takımından bahsetmiştim ya... O maçlarla ilgili en net hatırladığım şey “kel” ve “güreşçi kılıklı” 2 İrlandalı futbolcu... Ama başka bir unutulmaz detay daha var bende...
Galatasaray o yıllarda İsviçre’den Kubilay Türkyılmaz’ı almıştı... Soyadı bile Türk ama... İlk geldiğinde Kubilay Türkyılmaz Türkçe cümle bile kuramıyordu! İşte bu özelliği onu biraz takımdan uzaklaştırıyordu. Çünkü kimseyle diyalog kuramıyordu!
İşte o Kubilay’ın Türkiye’ye de, Türklere de “alışmaya çalıştığı” günlerdi...
Onun Ali Sami Yen’deki ilk Cork City maçında bir oyunu vardı ki; şayet bir sezonda öyle 10 maç oynasın; Kubilay’ı asla Türkiye’de tutamazdın!
İşin ilginç tarafı; o Kubilay Türkyılmaz’ın Galatasaray’da “gıptayla anlatacağın” sadece 2-3 tane maçı vardı; biri Ali Sami Yen’deki Cork maçı; diğeri de o geceki maçtı!
O günlere şimdinin gözüyle bakıyorum; aslında benim kitabımda Kubilay Türkyılmaz aldığı paranın hakkını verememiş bir oyuncuydu. Ama bugün diyorum ki;
“Hayır! Kubilay Türkyılmaz Galatasaray’dan aldığı paranın hakkını fazlasıyla vermiş!”
Bugün daha net anlıyorum;
O iş öyle bir tarih yazma işiymiş ki;
Sadece Cork City ve Manshester United maçlarındaki futbolu bile Kubilay’ı “tarihi adam” yapmak için fazlasıyla yetermiş!
Ben “Şimaykıl’ın” arkasına geçtikten biraz sonra Kubilay skoru 2-2 yaptı. İngilizlerin büyük savunma hatasıydı. Kubilay’a sadece çizgi üzerinden dokunmak kalmıştı. Ama öyle bir hırs içine girmişlerdi ki; o golü atacağım derken (yanında tek bir İngiliz oyuncusu olmamasına rağmen) direğe toslayarak az daha kendini hastanelik ediyordu!
Adını bugünün “genç” Galatasaraylısı bilmez bile... Galatasaray’ın gülümsediği görülmemiş Alman’ı Hollmann tribünde sevinçten uçuyordu! Kolay iş mi; onun Galatasaray’ı Manchester’da “aslanlar gibi” oynuyordu! Feldkamp onu Galatasaray’a getirmese; onu daha kendi vatandaşları bile tanımıyordu! Şimdi öyle mi? Şimdi tüm dünya “onun takımını” izliyordu!
İnanmayacaksınız; Galatasaray biraz sonra 3-2’yi de buldu!
2-0 olduğunda “Eyvah... Tecavüz olacak galiba!” diyen ben, Galatasaray’ın çoluk-çocuk bütün İngilizleri susturduğunu da görmüştüm!
Biraz sonra maç 3-3 olacaktı...
Ama olsun; 2-0’dan 2-3’ü görmek bile muhteşem bir şeydi!
Varsın 3-3 olsun; “kibirli” İngilizleri yenmemiştik ama...
Yenmişten beter etmiştik!
Tam da o günlerde baba olacağız ya... 1 numaram, Ecişim doğacak ya... Uçakta Suat’la (Kaya) doğuma az kaldığını konuşuyoruz. Öyle ya; onun Serra’sı, Bülent Korkmaz’ın Selen’i hemen hemen aynı aylarda doğmuştu. Biz beraber yaşlanıyorduk. Onlar “tarih yazıyordu”... Bana da o yazılan tarihi “kaleme almak” düşüyordu; o günlerde de, aradan yıllar geçse bile!
***
Bugünlerin Galatasaraylısı bi garip!
Çünkü artık 2 çeşit Galatasaraylı var.
Birincisi benim yaşlarımda olup, 14 yıl şampiyon olamadığı günlerde bile Galatasaray’ı sevmekten vazgeçmeyenler...
O yaş gurubuna sorun; İnönü Stadı’nda onlara ait tribünde “bir avuç” olduklarını bile anlatacaklardır. E normal değil mi; hiç şampiyon olamayan bir takım için tribünler full olacak değil ya!
Ama 1988’de Neuchatel maçı, 1993’te de Galatasaray’ı ilk defa Şampiyonlar Ligi denen o “apayrı bir dünya”ya sokan Manchester maçları Galatasaray’ı taraftar anlamında da “çığ gibi” büyüttü. Hani o İnönü Stadı’nın bir bölümünü doldurabilen Galatasaray’ın bugün “Afrika’nın köylerinde bile” taraftarı var!
Birlikte yaşlandığımız Galatasaraylı futbolcu kardeşlerim aldıkları paranın hakkını nasıl vermişler; idrak edebiliyor musunuz?
Diğer grup taraftar ise; benim “genç” Galatasaraylılar olarak nitelediklerim...
Bunlar yaş itibariyle Galatasarayın kötü gününü hiç görmeyenler!
Allah göstertmesin de...
Ama onlar Galatasaray’ın bugünlere “1 günde” geldiğini sanıyor!
Büyük abileri onlara bu durumu kavrasınlar diye “Bir günde kral olmadık; bir günde tahttan inmeyiz” diye tezahüratlar besteliyorlar ama...
Onlar o tezahürat sözlerinin “yaşanmışlardan” oluştuğunu henüz kavrayamıyorlar!
Mahallemde Beşiktaşlı bir arkadaşım anlatıyor:
“Oğlumu da kendim gibi Beşiktaşlı yetiştirmeye çalışıyorum. Ama geçen geldi; ‘Baba ben Galatasaraylı olsam kızar mısın?’ dedi. Çok kızmış gibi yaparak ‘Aklının ucundan bile geçirme! Şayet Beşiktaş’ı bırakırsan sana küserim’ dedim. Öyle deyince ‘Tamam tamam; şaka yaptım’ dedi ve gitti... Ama hayata oğlumun gözünden baktım. Kendince o da haklı” diyor ve ekliyor:
“Oğlum ne zaman televizyonu açsa; kupa almış, şampiyon olmuş Galatasaraylı futbolcuları görüyor. Böyle bir ortamda kim, neden Beşiktaş’ı tutsun?”
“Genç” Galatasaraylılardaki sıkıntı da bu!
O kadar çok mutlu edildiler ki...
Dünyanın düzeni hep böyleydi sanıyorlar!
Böyle gelmiş, böyle gider sanıyorlar!
Kendi futbolcusu kazandığında Türkiye’deki şampiyonlukları pek bi değersiz buluyorlar ama... Fenerbahçe ya da Beşiktaş azıcık öne çıksın; anında şarlayıveriyorlar!
Onca yıldır Galatasaray'ın içindeyim; (Galatasaray taraftar profili anlamında) beni bu kadar ürküten bir sene yaşamadım!
Sosyal medya icat olmuş ya; çişi daha denize gitmemiş hergele “vizyon”dan bahsediyor; “büyük düşünmekten” bahsediyor; Galatasarayı yönetenlerin “çapsızlığından” bahsediyor!
Mayıs’ta takımları şampiyon olmuş ama...
Bin tane bahane!
Öyle olmasaydı olamazdık da, böyle olmasaydı olamazdık!
Kardeşim... “Şampiyon” dediğin 1 tane ve o; senin takımın!
Senin Galatasarayın!
Bahane üreteceğine keyfini sürsene!
Hayır; o bunu yapmıyor!
O şampiyon takımın oyuncularını “ne hakkı varsa” yerin dibine sokuyor!
Bak; “genç” Galatasaraylı kardeşim...
Hani ilkinde 3-0 yenildiğin maçta 5-0 kazandığın Neuchatel Xamax maçı var ya... İşte o maç; (tartışmasız) Türk futbolunun “milat” maçıdır...
Hani şu yukarıda anlattığım, seni Şampiyonlar Ligi denen “hayaller ülkesi”ne ilk taşıyan 3-3’lük Manchester maçı da “milat denen şeyin emmioğlu”dur!
Önce bunun adını bi doğru koyalım.
Yarın Galatasarayın yeni bir Şampiyonlar Ligi serüveni başlıyor.
Aslında rakip zor...
İspanya Liginde Real Madrid ve Barcelona gibi devlerden yerel şampiyonluklar çalan... Yetmiyormuş gibi; o hırsızlığı Şampiyonlar Liginde de deneyen müthiş iyi bir takım... Ama ne yapacaksın; sahaya çıkıp oynamadan teslim mi olacaksın?
Bu Galatasaraylılığa sığar mı?
Genç Galatasaraylı kardeşim...
Hiçbir şeyinize kızmıyorum da; neye kızıyorum, biliyor musunuz?
Pırlanta gibi bir adam olan Hamza Hamzaoğlu’na “vizyonsuz” diyorsunuz ya; onu duyunca öfkemden yerimde duramıyorum!
Farkındayız; telefonun, bilgisayarın her an elinde...
Sen teknolojik insansın!
Ama iyi dinle bak; sana şimdi ne tavsiye edeceğim...
İster google’dan, ister youtube’dan...
Arama motoruna (arif erdem’in manchester’a gol attığı 3-3’lük maç) yaz... Ekrana gelecek görüntüleri gözlerini dört açarak izle...
Hani bugün “vizyonsuz” dediğin Hamza Hamzaoğlu var ya...
İşte o Hamza;
Senin bugün (biraz da ar’sızca) kupasını istediğin ŞAMPİYONLAR LİGİ’NE...
Seni ilk taşıyan 11 adamdan biridir!
Hamza ve arkadaşları; (milli kaleci Engin İpekoğlu’nu bile afallatan) o mucizeyi başardığında eminim ki çoğunuz ya portakalda vitamindiniz...
Ya da;
Henüz daha konuşamadığınız için su’ya “bbbuuu” diyordunuz!
Ama şimdi Hamza “vizyonsuz”...
Siz de “vefakar ve cefakar” taraftarsınız?
Hadi ordan!
Öyle taraftarlık olmaz olsun!
Dedim ya rakip sert... Bunu yazmak için belki de daha güçlü günleri beklemem lazım.
Beklemem...
Çünkü bilirim ki; Galatasaray için fark etmez!
Galatasaray “bitti” demeden hiçbir şey bitmez; şayet sahada Galatasaraylı 11 oyuncu varsa orada Galatasaray favoridir.
Özellikle de konu “yabancıyı yenmek” olunca!
Hem;
Mayıs’tan bu yana “İbrahimoviç de İbrahimoviç” türküsü söyleyen...
Bu takıma kazandırılmış gerçek dünya devlerine “sıradan adam” muamelesi yapan (özellikle genç Galatasaraylılar) değil mi?
Sayenizde Mayıs’ta ligi şampiyon bitiren takımın içi boşaldı! Siz onlara kibirli bir tavırla baktıktan sonra; onlar değerli olduklarına nasıl inansınlar?
Hadi buyurun...
Yarın gece Şampiyonlar Ligi maçı var...
Ne kadar “vizyon sahibi” taraftarsınız; görelim!
Ne kadar “büyük işlerin adamı”sınız; gelin de gösterin!
Ama baştan anlaşalım; 1-6’lık Real Madrid maçında yaptığınız gibi 2. golden sonra kaçacaksanız; hiç maça gelmeyin!
Evinizde oturun, takıma daha fazla zarar vermeyin!
Farkındayım... Şu satırları okudukça “Ne maçı, ne Şampiyonlar Ligi? Bize adam gibi takım mı kurdular?” diyorsunuz...
Yok öyle yağma!
Bugünlere 1 günde gelmeyen Galatasaray Kırmızı Şeytanlar denen İngiliz devini yenmişten beter ederken hocası Alman Hollmann’ı “Almanlar bile” tanımıyordu!
Senin bu geceki hocan Hamza’yı...
Mütevazi bir 2. lig takımı olan İzmirspor’dan almışlardı!
Ama kimse bahanelerin ardına saklanmadı.
Çıktılar; “aslanlar gibi” oynadılar!
Şimdi mikrofon sizde...
Var mısınız?
Yok musunuz?
Sesinizi duyalım!
Doğru... Sesiniz aslında çok çıkıyor da...
Ama o sesler “Cim Bom Bom” diye bağırmıyor!
Galatasaray yarın akşam “Galatasaraylıyı” bekler...
İyi gün taraftarını değil...
Her zaman yanında olanını!