Emre Tansu Keten

30 Aralık 2018

Gazeteciliğin kurtuluşu teknolojide mi?

Baskıcı bir rejim tarafından gazetecilik pratiklerinin imkânsız hale getirildiği ülkede, teknoloji kutsallaştırmasının, gazeteciliğin temel sorunlarını öteleyen bir ideoloji işlevi görme riski yüksektir

Gazetecilik alanının iktidar tarafından daraltılmasından ötürü yeni araçlarla gazeteciliğe devam etmek ile gazeteciliği teknik beceriye, haberi sayısallaştırabilme kabiliyetine indirgeyen anlayışı birbirinden ayırmamız gerekiyor.

Geçtiğimiz ay Kadri Gürsel’in bir televizyon programında ana akım medya üzerine söylediği sözlerden hareketle verimli bir tartışma başladı. Bu tartışmada günümüzde ana akımın var olup olmadığı, bunun gazetecilik için taşıdığı önem, aktivist gazeteciliğin sınırları/sorunları ve hatta gazetecilikten ne anlamamız gerektiğine kadar birçok başlık enine boyuna konuşuldu.

Bu tartışmaların üzerinde yükseldiği zemin, şüphesiz, tek adam rejimiyle birlikte medyanın ve gazeteciliğin getirildiği hâldi. Bu yazıda, bu tartışmaya girmeyeceğiz, ancak tartışmanın bazı başlıklarına atıfla, gazeteciliğin zorlukla yapılabildiği günümüz koşullarında, aktivist veya değil, alternatif bir medya yaratma çabasında yeni medya teknolojilerinin rolü üzerine eleştirel bir şekilde düşünmeye çalışacağız.

Yeni medya teknolojileri ve gazetecilik

AKP, iktidar olduğu tarihten itibaren medyaya bir savaş açmıştı diyebiliriz. Refah Partisi deneyiminden ders alan Erdoğan, muktedirleşmek için bir dizi geleneksel kurumun yanında medyayı da etkisizleştirmesi ve yeniden şekillendirmesi gerektiğini biliyordu. Bunun için öncelikle TMSF eliyle ya kendi cephesinden yeni medya patronları yarattı ya da var olanları güçlendirdi. İkinci olarak vergi cezaları, devlet ihaleleri gibi araçlarla ana akım medyayı ehlileştirdi. Üçüncü olarak ise, para cezalarıyla, tutuklamalarla, baskılarla muhalif medyayı güçsüzleştirdi. Bu savaşın sonunda, karşımıza doğrudan iktidar tarafından yönetilen güçlü bir yandaş medya, tamamen iktidarın kontrolünde olan eski ana akım medya ve saldırı altında gazetecilik yapmaya çalışan muhalif medyanın var olduğu günümüz tablosu çıktı.

Gezi’yi bir milat olarak kabul edersek, bu tarihten itibaren ana akım medyada, sadece muhalif kimliği aşikâr olan gazetecilerin değil, etik ilkeleri hiçe sayarak iktidar gemisinde sessizce yol almak istemeyen hiç kimsenin çalışma olanağı kalmadı. (Can Dündar’ı ya da Ruşen Çakır’ı NTV’de gördüğümüz zamanlar on yıllar önceymiş gibi gelmiyor mu size de?) Böyle bir ortamda, gazetecilik yapma derdindeki insanların yöneldiği alan, Gezi’nin de katkısıyla, tabii ki internet oldu. Ardı ardına açılan haber siteleri, online televizyon kanalları, sosyal medya haber hesapları, aktivist haber grupları, YouTube kanalları hem mesleklerine devam etmek isteyen gazeteciler için, hem de haber almak isteyen insanlar için verimli ve dinamik bir alan oluşturdu.

Bu, siyasal iktidar tarafından susturulmak istenen gazetecilik alanının, yaşamaya ve konuşmaya devam etmek için geliştirdiği bir stratejiydi bir bakıma. Yani Batı’da sıklıkla tartışılan “basılı medya bitiyor mu?”, “gazeteler teknolojik gelişmelere ayak uydurabilecek mi?”, “internet varken insanlar neden gazete alsın?” tartışmalarından biraz farklı bir şekilde dijitalleşti bizim medyamız… Ve bunu yaparken, ister basılı olsun, ister dijital, önemli olanın haberin içeriği olduğu fikri çok da terk edilmedi ve oldukça nitelikli dijital yayıncılık pratikleri sergilendi, sergileniyor. Ancak aynı bağlamdan çıkan ve dünyada da güçlü bir karşılığı olan bir düşünme biçiminin, tek tek kurum ve isimler üzerinden değil, bir eğilim olarak eleştiriyi hak ettiğini düşünüyorum.

Tekno-çözümcülük

Bu düşünme biçimi, gazeteciliğin yaşadığı sorunların temelini politik alanda değil, bizzat gazetecilik alanında görmek; bu sorunların en büyüğünü gazetecilerin kendilerini geliştir(e)memeleri, teknolojik yeniliklere adapte olamamaları olarak saptamak ve çözümün yeni medya teknolojilerinin sonsuz potansiyelinde olduğunu savunmak şeklinde özetlenebilir.

Biraz genelleyici olma tehlikesini göze alarak, bu durumu yeni medya teknolojileri üzerine çalışan Evgeny Morozov’un “solutionism” kavramıyla açıklayabiliriz. “Çözümcülük” olarak çevirebileceğimiz bu kavramla Morozov, siyaset, hukuk, sağlık, spor gibi karmaşık sosyal fenomenlerin, aslında, kolayca optimize edilebilen, şeffaf ve apaçık süreçlerle net bir şekilde tanımlanmış problemler barındırdığını, bunların ise kesin, hesaplanabilir ve steril çözümlerinin halihazırda var olduğunu varsayan bir ideolojiden bahsetmektedir. Bu problemlerin var olmaya devam etmesinin nedeni teknoloji yoksunluğu, çözümü ise tabii ki teknolojidir.

Gazetecilik alanında karşımıza çıkan da pek farklı değil. Bu durumu destekleyen iki olgudan bahsedebiliriz. Birincisi, politik gericilik dönemlerinde, iktidarın hedefinde olan ve kendisini iktidara karşı güçsüz addeden alanların kendi içine kapanıp, kendi sorunlarına gömülmesi ve yine kendi sınırları içerisinden bir çözüm yolu bulmaya çalışmasıdır. Bu olağandır, diğer alanlarda da bu böyledir. İkincisi, içerisinde yüzdüğümüz iddia edilen hakikat-ötesi (post-truth) çağında, insanların yorumlarıyla yapısını bozamayacağı saflıkta verilerin ortaya konulmasıyla hakikatin insanlara kabul ettirilebileceğini düşünen anlayıştır.

Oysa ne gazetecilik, en parlak fikirlerle yeniden şahlanabilecek, siyasetten bağımsız, kendinden menkul bir alandır; ne de hakikat orada bir yerde kendi başına duran bir olgudur. Hakikatin, ister ona sadık kalın, ister onu saklamaya çalışın, inşa edilmesi elzemdir. Sözü Ahmet Murat Aytaç’a verirsek: “Sanki bir zamanlar, siyasetin dayandığı dışsal ve dokunulmaz olan yüce bir nesne olarak hakikat vardı ve şimdi bu yitirilmiş gibi bir ima içeriyor olması da ayrı bir dezavantaj benim açımdan. Bu yüzden çelişkiyi görünür kılmak yetmez; çelişkiyi kat etmek, işlemek, hatta derinleştirmek gerekir”.

Startup gazetecilik

Gazetecilerin sosyal medya araçlarını ustaca kullanması, veri gazeteciliğinden yararlanması, hatta programlama dillerini öğrenmesi kuşkusuz yararlıdır. Fakat baskıcı bir rejim tarafından gazetecilik pratiklerinin imkânsız hale getirilmeye çalışıldığı bir ülkede, tekno-çözümcülük olarak karşımıza çıkan bu teknoloji kutsallaştırmasının, gazeteciliğin temel sorunlarını öteleyen bir ideoloji olarak işlev görme riski yüksektir. Bu nedenle gazetecilik alanının iktidar tarafından daraltılmasından ötürü yeni araçlarla gazeteciliğe devam etmek ile gazeteciliği teknik beceriye, haberi sayısallaştırabilme kabiliyetine indirgeyen anlayışı birbirinden ayırmamız gerekiyor.

İkincisinin günümüzde karşımıza çıkardığı modele “startup gazetecilik” diyebiliriz. En yeni ve parlak fikirlerle, startup şirket ilkelerine uygun bir şekilde ortaya çıkan kurumlar, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de son dönemde yaygın olarak faaliyet gösteriyor. Kimileri yararlı işler yapıyor tabii ki. Ancak bu modeli, içerisinde olduğumuz sıkışıklıktan bir çıkış olarak görmek bence hatalı.

Bunun yanı sıra gazeteler sadece muhabirlerden gelen haberlerin ve köşe yazılarının toplanıp sunulduğu mecralar değil, okuyucuya editoryal bir bütünlükle dünya hakkında bir fikir sunan ve bir değer sisteminin taşıyıcısı konumunda olan kurumlar… Bu nedenle gazetelere, matbu ya da dijital, her zaman ihtiyacımız var. Aynı şekilde geleneksel gazetecilik pratiklerine de öyle. The Guardian gibi köklü gazetelerin dijital alanda başarılı olmalarının başlıca sebebinin de çok parlak fikirlere sahip olmaları ya da teknolojiyi çok iyi kullanmaları olmadığı açık.

Yapay zekânın haber merkezlerinde kullanılması, el değmemiş verilerin görselleştirilmesi veya haber içeriklerinin teknolojik imkânlarla sağlamlaştırılması, alanın temeli olan geleneksel gazetecilik pratiklerinin sağlam işlemediği yerlerde çok da işlevli olamıyor ne yazık ki. Haberin, ne olursa olsun mutlak bir nesnellik kazanamayacak insan aklı tarafından yazılmasını ve siyasetle gazeteciliğin çok iç içe geçmiş olmasını mesleğin başat sorunu olarak görenler, mutlak bir nesnellik yükledikleri teknolojinin başına hiç hak etmediği bir hale geçiriyorlar. Ki buna yarım asırdan fazladır teknolojik determinizm deniyor.

Sözün özü, gazetecilik, süper güçlerle donanıp siber kahraman haline gelen gazetecilerin tek başlarına kurtarabileceği bir yerde durmuyor günümüzde. Gazetecilik bir alan olarak, mücadele edilerek, bütün bir şekilde yükseltilemediği takdirde, siber kahramanların emekleri de boşa gidecek gibi duruyor.