Emre Tansu Keten

21 Nisan 2019

Blindspotting: Hayatta kal, mahallende yaşa!

Bir toplumun kör noktaları üzerine yapılmış, yer yer eğlenceli, yer yer ise öfkeli, siyasi mesajı kuvvetli bir film Blindspotting

Senaryosunu başrol oyuncuları Daveed Diggs ve Rafael Casal’ın yazdığı, Carlos Lopez Estrada’nın ilk uzun metrajlı filmi Blindspotting, “mutenalaştırma süreci”nin ortasındaki Oakland’ta, yerleşik kalma mücadelesinin, siyah olmanın ve bir beyaz olarak siyahların dünyasına dahil olma çabasının etkileyici bir hikâyesi.

Film, şartlı tahliye ile cezaevinden salınan Collin’in (Daveed Diggs), bir yıllık denetiminin son üç gününü konu ediniyor. Bir ıslahevinde kalan ve gece odasında bulunması gereken Collin, Oakland’ın karşısına çıkardığı sürprizlere ve delişmen beyaz dostu Miles’ın (Rafael Casal) taşkınlıklarına rağmen, şartlı tahliyesinin bozulmaması için elinden geleni yapıyor. Collin ile çok eski dost olan ve siyahların altkültürünü sahiplenen Miles’ın, yaşama dair iddialarıyla, derisinin renginin kendisine sunduğu avantajlar, filmin ilk gerilim noktasını oluşturuyor.

Collin’in hapse girmesine neden olan kavgaya her ikisi de katılmasına rağmen, bedel ödeyenin Collin olması ve şartlı tahliyenin bozulması tehdidi altında geçen günlerde Miles’ın dikkatsiz ve cüretkâr tavırları, egemen kimliğin sağladığı avantajların –belki de farkında olunmayan- bir güvenlik alanı oluşturduğunu gösteriyor. Miles, başını belaya sokma özgürlüğüne, Collin’den çok daha fazla sahip olduğunun bilincine varamıyor. Başlarından geçen birçok olayın ardından Collin’in Miles’a bunu hatırlatması, iki dost arasında bir kırılma yaratıyor.

“Bir hipster öldür”

Oakland’taki mutenalaştırma süreci filmin ardındaki temel gerilimi oluşturuyor. Bölgenin yerleşik sakinleri, yeni yapılan modern evlerin arasında var olmak için direnirken, diğer ülkelerdeki örneklerinde de görülebileceği gibi mutenalaştırma, hedef bölgedeki grupların daha fazla kriminalize edilmesi sonucunu doğuruyor. Temiz evlerinde, iyi maaşlı yaşamlarıyla, vegan hamburgerleri ve detoks sularıyla yeni bir kültürü hakim kılmaya çalışan yeni sakinler, bölgedeki sınıfsal, toplumsal ve kültürel ayrım çizgisini olabildiğince belirginleştiriyor. Bölge sakinlerinin buna tepkisi ise ilk önce şaşkınlık, ardından öfke oluyor.

Yavaş bir yaşamı, kapitalist ilişkilerden olabildiğince uzaklaşmayı, yerel üretimi ve tüketimi destekleyerek çıktıkları yolda, tam da kapitalizmin içinde, kârlı bir “alternatif” tüketim kimliği hâline gelen hipster’lar, bu öfkenin çekim merkezini oluşturuyor. Özellikle de, “Bir hipster öldür” tişörtüyle dolaşan Miles için…

Yapısal ırkçılık

Odasına dönerken, bir siyahın polis tarafından öldürülmesine şahit olması, ancak odasında olması gereken saati geciktirdiği için bunun tanıklığını yapamaması ve şartlı tahliyenin üzerinde oluşturduğu korkudan utanç duyması, Collin için bir ahlaki ikilem yaratıyor. Gözünün önünde gerçekleşen olay, medya tarafından başka bir şekilde hikâyeleştiriliyor, polis en temiz fotoğraflarıyla, maktul ise bir gözaltı fotoğrafıyla temsil ediliyor. Collin, kendisi ile maktulün arasındaki farkı sadece kendisinin hayatta olmasıyla açıklıyor. Yapısal ırkçılığın karanlık dünyası Collin’in üzerine çöküyor, katledilen insanların anıları peşini bırakmıyor.

Bu ruh hâli, Collin’i, biraz da rastlantının yardımıyla, katil polis memuruyla yüzleşmeye zorluyor. Çalıştıkları nakliye firması dolayısıyla gittikleri evde polisle karşılaşan Collin, hiç düşünmeden, silah çekiyor. Ve uzun bir tirada başlıyor. Rap şeklinde şiirsel bir konuşma yapan Collin, beyazların kendilerini ancak böyle konuşunca anladıklarını söylüyor: “Bunları rap yaparken söylüyorum, çünkü herkes rap yapan bir zenciyi dinlemeye şartlanmış”. Yapısal ırkçılığı yerin dibine sokuyor, polisten hesap soruyor ve çekip gidiyor: “Aramızdaki fark ise şu: Ben katil değilim”. Polis, Blue Lives Matter (Black Lives Matter hareketine karşı olarak ortaya çıkmış, polislerin daha fazla korunmasını savunan hareket) afişiyle bezeli odasında kalakalıyor.

Beyaz, Siyah’ı silahla “duyar”!

Burada (Frantz Fanon’a başvurursak) Collin, ancak şiddet seçeneğini kullandığında kendi varlığının karşısındaki beyaz özne tarafından tanınmasını sağlayabiliyor. Bir siyahın, bir beyaz tarafından duyulabilmesi için elinde silah olması gerekiyor. Bunun yanında, beyaz özne için siyah, tarihsel olarak, bir çocukluk dönemi olarak kodlanıyor. Ritm duygusuna sahip siyah ruh, Fanon’un ifade ettiği gibi, aslında beyaz tarafından yaratılan bir miti ifade ediyor. Beyaz, siyahı belli bir kültürel çerçeve içerisine hapsetmeyi amaçlıyor. Bu nedenle ilgisini ancak rap yaparken ona yönlendiriyor ya da sadece kendisini böyle ifade etmesine alışık hâle geliyor. Collin’in, hesabını rap yaparak sorması, bu içselleştirilmiş ayrımcılığı görünür kılıyor.

Blindspotting, bir toplumun kör noktaları üzerine yapılmış, yer yer eğlenceli, yer yer ise öfkeli, siyasi mesajı kuvvetli bir film. Olay örgüsünden ziyade karakterlerin üzerinden kurulan filmde, Daveed Diggs ve Rafael Casal bunun hakkını çok iyi bir şekilde veriyor.