Bilgi çağının sonsuz olanakları içinde, “biraz oradan biraz buradan” haber-yorum bakarak, internette kısa metinlere göz atıp, yazıların devamını okumaya zaman ve sabır vakfetmeyerek, okuduklarımızı da, yoğun gündemler içinde balık hafızalı bireylere dönüşüyor olmaktan kelli, zaten çoğunlukla anımsamayarak yaşayıp gidiyoruz.
Zaman yönetimi kapsamında, hızlı ve etkin yaşamak ile, kapasitesi gittikçe küçülen aptal robotlara dönüşmek arasındaki ince sınırlarda gezerken, dünyada bu konuya dikkat çeken ve biraz yavaşlamayı savunan bilimsel - düşünsel otoriteler gittikçe artıyor.
Geçtiğimiz hafta İngiltere’nin en prestijli yayın organlarından The Guardian’da, “aceleci yaşam tarzına karşılık yavaş okuma hareketi” konusuna değinen bir makale okudum. Makalenin yazarı, uzun araştırma yazısının içinde, sıklıkla, “hâlâ mı okuyorsunuz, o zaman minicik bir azınlık içindesiniz!” gibi nüktedan dokundurmalar yaparken, dünyanın çeşitli üniversitelerinin profesörlerinden, yavaşlık konusunda yayımlanmış olan türlü kitaplardan örnekler vererek, tam da söz ettiğim, “hızlı aptallar toplumu”ndan dem vuruyordu.
Poynter Institute tarafından yapılan kapsamlı bir araştırmaya göre, bırakın üzerine düşünüp özümsemeyi, tartışıp fikir geliştirmeyi, çoğu insanın bir makaleyi sonuna kadar okumaya bile tahammülü yok.
Öyle ki, internetin olanaklı kıldığı uçsuz bucaksız bilgi dünyası içinde, olabildiğince fazla kaynaktan olabildiğince çok “bilgi kapsülü” toparlamak konusunda hepimiz uzmanlaşmışken, beynimizin, kapsamlı bilgiyi okuma, anlamlandırma ve özümseme konusundaki kapasitesi de, gittikçe daralıyor.
Bu noktada, dünyada farklı eğilimler, doğuyor ve kabul görüyor. “Yavaş seyahat”, “yavaş yemek” vb, aceleci yaşamdan ufak zaman parçaları çalmayı ve etkinlikten çok, keyfi öne çıkarmayı savunan hareketlerden sonra, şimdi de bir grup akademisyen, “yavaş okuma”yı savunuyor.
Önerilerin içinde, ferdi olarak ya da toplu okuma kulüplerinde, derslerde ve tartışma ortamlarında okumaya zaman ayırma; bazı metinleri yavaşça, bazılarını tekrar ederek okuma; arada bilgisayarlarımızı tamamen kapatıp, kağıtlar, ciltler, gazete sayfaları içinden, yaşamın ta kendisiyle haşır neşir olma yer alıyor.
Oysa, dünyanın birçok kültüründe olduğu gibi, bizim toplumumuzda da, yavaş okuma - yavaş yazma, bırakın seçkin bir duruşa işaret etmeyi, aksine hep olumsuz addedilir. İlkokullarda, ya da, çağın kuşkuyla sorgulanabilecek yeni bir yaklaşımı olarak, henüz 3-4 yaşlarındayken okuma öğretilen çocuklarında, en hızlı söken, en acele bitiren, tüm ortamlarda ödüllendirilir.
Ezberlemek; ezberlenenler üzerinden sınavlara tabi tutulmak; başarılı olunsun olunmasın, sınavlardan hemen sonra da unutmak üzerine kurgulanmış bir eğitim sistemimiz var. Bu sistem içinde yetişen, dolayısıyla en iyi olasılıkta bile, bildiğini de bir süre sonra unutmaya konuşlanan; düşünmemeye, sorgulamamaya, eleştirel bakmamaya koşullanan; durmayan, dinlenmeyen, eğlenmeyen çocuklarımız var.
Durum böyleyken, içler acısı eğitim sisteminin, sınav konusundaki otoritenin başkanının, yüz binlerce çocuğun ve ailenin ruh ve beden sağlığını yakından ilgilendiren bir merkezi sınav sisteminde yapılan hatalar konusunda, “küçücük 3-5 hata” şeklinde, ipe sapa gelmez, ne açıklayıcı, ne ferahlatıcı, ne hatasını kabul eden, ne özür diler, tabiri yerindeyse “pişkin”lik ötesi bir yaklaşımı da var. Gündemdeki açıklamalarını, tahammül sınırlarımızı zorlayarak okuyoruz ama, bu da apayrı bir yazı konusu, şimdilik burada bırakalım!
Bu süreçte, bir yandan tahammülsüz ve çok koşturmalı hayat tarzları içinde, durup dinlenme önerileri ciddi ciddi, uzmanlarca yapılırken, öte yanda elektronik kitap (e-kitap) olgusu, hızlı hayatlarımızda yerini almaya başladı.
Teknoloji büyük bir ivmeyle ilerlerken, müzik küçülmüş, küçülmüş, gramofonlardan müzik setlerine, plaklardan kasetlere, oradan Cdler ve sonunda ipod’lar içindeki sıkıştırılmış bilgi bitlerine dönüştürülerek, “sığma ve sığıştırma dünyası”ndaki yerini almıştı. Sıra şimdi kitaplarda! Türkiye’de ve dünyada, aynı anda yüzlerce kitabın yüklenebildiği e-kitap okuma cihazları pazarlanıyor.
Ben kendi adıma, yeni aldığım bir kitabın kokusunu; okurken altını çizdiğim noktaları uzun zaman sonra geri dönüp yeniden okuduğumda, kendi kendimin, ya da kitabını ödünç aldığım (ve her zaman geri verdiğim!) bir başkasının, özümseme alışkanlıklarına nostaljik bir tanıklık edercesine aldığım hazzı; kütüphanemin okunmuşluk ve yaşanmışlık içeren rengarenk dünyasını, kolay kolay değiştirmem...
Yine de, bu yeni gelişme, sahillerde ikoncanların elinde göreceğimiz, bir kitabın 3 ay boyunca plaj çantalarında taşındığı anlamsız zamansızlıklara inat, gerçekten okunurluğu artıracak, daha çok okuyan, bilgi sahibi olmadan fikir üretmelere kalkmayacak birilerinin gelişimine yardımcı olacaksa eğer, reklam panosu gibi ortada dolaşmaya da hazırım!
Hem yurdumuz insanı malum, bilgi ve teknolojiyi kendi üretmemekle birlikte, yeni eğilimlere uymayı; son teknoloji ürünlerine, ayranı bile olmasa, yine de hemencecik sahip olmayı olduk olası pek sever zaten; bakarsınız bu yeni teknoloji olumlu bir gelişme bile sağlar.
Her ne biçimde olursa olsun, sonuçta, toplumca, hızlı ya da yavaş, ama okuyan ve okuduğunu anlayan bir kesimin artışının, ezberleri bozmak adına, çok doğru bir başlangıç noktası olacağına yürekten inanıyorum.
Haydi, hızın hazzı gözlerini bürümüş, içselleştirmek ve arşivlemek kavramlarını, bolca naftalinleyip, giyilmeyen kıyafetlerle birlikte bavullara kaldırmış gibi görünen beyinlerimizi ehlileştirelim yeniden...
Haydi, şimdi, sırtımızı yastığa, yüzümüzü güneşe, vaktimizi dinginliğe, beynimizi dinlenmeye verip, 15 dakika olsun, laf yetiştirme ve suçlama üzerine kurulu politik ve magazinel gündemleri bırakalım bir kenara. Derinlikle, ve bugüne dek düşündüğümüz yönlerin biraz olsun tersi doğrultusunda düşünelim biraz; artık ne istersek...