Haftasonu Istanbul’da geçti. Amsterdam’dayken özlediğim boğaz esintisine, sokak simidine, esrik bahar havasına, dostlarla muhabbetli sofralara, anneler gününde anneciğimle iki günlük bir buluşma sürprizinin heyecanı da eklendi.
Vuslatın içindeyken, sevdiklerimin nasıl da gözümde tüttüğünün elbette farkındaydım ama gidene dek farkında olmadığım; papaz eriği mevsiminin gelmiş de geçiyor olduğu, baharda günübirlik Büyükada kaçamağının insana ne harika geldiği, erguvanların boğaza ne çok yakıştığı ve Türkiye gündeminin asla skandalsız; skandal aynalarının ise asla yansız olmadığıydı!
Önce, birkaç gündür, Türkiye’de konuşulan yegane konunun çeşitli tarafları ve çağrıştırdıkları ile ilgili belleğimde kalanların ufak bir özetini vermeliyim...
Birkaç gün önce, ana muhalefet partisi lideri, Anayasa değişiklikleri ile ilgili, iktidar partisi tarafından yapılan bir uzlaşma önerisini, o pek janjanlı, pek sloganlı söylemlerinden birine acilen oturtarak, “ahlaksız teklif, yüz kızartıcı öneri” diye yorumlayıvermişti.
Anayasa pazarlık sürecinin içine sokuşturulan bu açıklama, tabiri caiz ise “eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmek”, yok sayın okurlarca caiz değilse de ufak bir tabir değişikliği ile “laf söyledi balkabağı” kabilinden, karşıt görüş yayın organlarının ajandalarına nakış gibi işlenmiş, ilk fırsatta kullanılacağı aşikâr bir “ahlaklı/ahlaksız” söylemini hafızanın girift çekmecelerine yerleştirmişti.
Söz konusu yayın organlarından en agresif olanının, ana muhalefet liderinin eski özel kalem müdürü, partisinin şimdiki Ankara milletvekili hanımefendi ile olduğu iddia edilen skandal görüntülerini yayınlaması, gündeme bomba gibi düşerken; bu görüntüleri “İşte CHP’nin Ahlak Anlayışı” başlığıyla duyurması, bir önceki paragrafta bıraktığımız şekilde, buzdolabında taze bekletilmekte olan başlığa gönderme yapması, hiç de şaşırtıcı olmamıştır. Malum, intikam soğuk yenen bir yemektir.
Süreçle ve sürecin yansımalarıyla, Baykal ve Baykal’ın açık ve şifreli açıklamalarıyla, Erdoğan ve kurmaylarının eylem ve açıklamalarıyla, hatta “mağdure” Nesrin Baytok ile ilgili, gazetemizde ve diğer yayın organlarında onlarca farklı haber verilmiş, çok sağlam senaryo analizleri yapılmış, onlarca farklı köşe yazılmıştır.
Yıllardır bir türlü rayına oturamayan iç hesaplaşmaları; muhalefet sorumluluğunu, “ne olursa olsun, her koşulda sadece karşı çıkmak” yüzeyselliğinde ele alışları; sosyal demokrat bir parti olarak Türkiye’nin AB yolculuğuna, uyum yasalarına ve demokratikleşme paketlerine en fazla destek vermesi gereken kimliklerine karşın, bu konulardaki son derece muhafazakâr duruşlarıyla CHP, biz aydınları hem çok düşündürtüp, hem de ülkenin gidişatına kaygılandırmışlardır hep.
Tüm bunlara karşın, bırakalım politik etiği, insan etiğine sığmayan şekillerde, mahremiyetin tecavüzü ile karalanmaları, son derece üzücü olmanın yanısıra; konunun ele alınış şekliyle ve her zamanki gibi, ilk gün ile ikinci gün arasındaki biçem farkıyla, yeni bir sinir harbi yaratma yolundadır.
Asıl can sıkan, bir bütün olarak, dışarıdan bakılınca, sürecin işaret ettiği formülün, düşmez kalkmaz bir Allah misali, şaşmaz değişmez tek formül şeklinde, insana “Bu ne Perhiz, Bu ne Lahana Turşusu” dedirten hallerden ibaret oluşudur.
Öyle ki, perhizin henüz ilk durağında, Erdoğan konuya, mahremiyetin ihlali, özel hayata saygı ve siyasetten ayrıştırma sinyalleri vererek yaklaşıp; doğal olarak veya hesaplanmış bir şekilde, görüntülerin yayınını, duymayan kalmadan beş kala durdurup ve bu yolda açıklamalar yapmışken; Baykal’ın hedef oklarını iktidara attığı ilk açıklamasıyla, acilen bildik haline bürünmüş, “kasetin varlığını sorgulayan sağduyulu başbakan” duruşuna taban tabana zıt, “kasedin içeriği üzerinden ahlak eleştirisi yapan rakip parti genel başkanı” kimliğini giyivermiştir.
Perhizin yan durağında, Baykal, kasedin ortaya çıkışından üç gün sonra, kamuoyunda çok istenen ancak pek de beklenmeyen bir duruş ile, oldukça iyi hazırlanmış ama eksik olan bir konuşma yaparak sürpriz bir şekilde istifa etmiş; yakınındaki partililerinin bir kısmını üzüntüye boğup; bir kısmını histerik tepkilere gark ederken, yüzbinlerce insana da bir ferahlama duygusu içinde “Ohh.. sonunda..” dedirterek, mutlu etmiştir.
Baykal, bu açıklamanın üstüne daha bir gün bile geçmemişken de, “halk isterse gelirim”, “taban ne derse o olur”, “tuzluğu uzatır mısın” vb. açıklamalarla, bu istifanın, 1999’daki istifası gibi göstermelik bir süreç olduğunu düşündüren yeni açıklamalar yapmakta hiç gecikmemiştir.
Böylece, yıllardır CHP’ye, “Baykal için değil, Baykal’a rağmen” oy vermeyi görev edinen bir kesimin mutluluğu, yatsıya kadar sürmüştür.
Bu süreçte, Baykal’ın yerine gelebilecek, Baykal’ın kendisi tarafından da desteklenebilecek, ancak yeni ve özerk, iyi bir adayın olası varlığıyla ilgili mutlanan kesime inat; Baykal’ın kurmayları tarafından, “eller ovuşturulmasın, Baykal’ın duruşu, öyle kolay kolay bozulmaz” kıvamında, peşpeşe açıklamalar yapılması; Kılıçdaroğlu’nun, Livaneli’nin ufak da olsa ihtimal pırıltıları saçan yollarının, daha en baştan kapatılması, lahana turşusunun adeta yeniden tanımıdır.
Öyle ki tüm bunlar, insanda, karşılarına geçip, “Pardon da, siz kendinizi, iktidarda başarıdan başarıya koşuyordunuz da, tam dünyayı kurtarmak üzereyken, bir komplo yapıldı filan mı sanıyorsunuz?” diye sorma ihtiyacını doğurmaktadır!
Komplonun ikinci baş kişisi, kadınlığından ve sadece bundan dolayı, ödeyeceği bedeller muhtemelen daha ağır olacak olan Nesrin Baytok... Onun durumunu, tüm feminizan damarlarımın kabarışı ile, içim bir tur daha şişerek izliyorum. Onun yanısıra, yıllardır, silik-görünmez-varolmaz duruşu yetmemiş gibi, içinin çok acıdığını tahmin ettiğim; yine de hayalet varlığıyla en ufak bir açık ve onurlu tepki göstermek bir yana dursun; gayet 'Hillary'vari bir erkek-egemen değerler söylemiyle kendini ortaya koyan Olcay Baykal’a yönelik iç şişmesi, bende tavan yaptı.
Baytok’un, “Ailemle üstesinden geliriz” açıklamaları ise içimin daha da acıma ve hüzünle kaplanmasına neden oluyor.
Diğer yandan, üç gün, bir ay, beş ay değil, özveriyle çalıştığı tastamam onsekiz yılın sonunda, parti içindeki yükselmesini, ahlakçı ve komplocu bir bakış açısıyla, çamurlayarak değerlendirmeyi, bir seçmenden çok önce, bir kadın olarak çok yanlış, çok acımasız bulmakla birlikte; gerçekten de, böyle bir ilişkisel klasmandan listeye dahil olmuş olabileceği ihtimalini, doğallıkla, sınırlayamıyorum.
Bu minvalde belki bizzat ben de, bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu diye sorulabilecek bir noktaya oturuyorum. Ne diyelim, üzüm üzüme baka baka!...