Akşam kuşağı haber programlarında kanallar arası yoklama yapılsa, dönem boyunca hiç devamsızlık yapmamış öğrenciler misali, kanallardan birinde mutlaka karşımıza çıkan isimlerden biridir Nazlı Ilıcak.
Öte yandan, “Sinema artisti değilim ki yüzüm eskisin” diyerek bu azimli televizyon konukluğu halini nüktedan bir biçimde savunması da, sosyal medyanın gücüne vakıf 67’lik bir hanımefendi oluşu da, kanımca takdire şayan.
Önceleri, gazete yazılarını hiç aksatmadan paylaştığı Facebook sayfasından, yeni yeşillenen flörtüne haber uçuran bir genç kız sıklığında, her ortamdan görüş bildirdiği, “Notredamedesion” rumuzuyla yazdığı Twitter profiline kadar, her türlü sosyal paylaşım sitesiyle bunca içli dışlı oluşunun, profesyonel bir “sosyal medya uzmanı” tarafından kurgulandığını düşünüyordum. Malum, günümüzün popüler yeni mesleklerinden biri de bu!.. Ancak 30 yılı aşkındır tüm Türkiye’nin bir şekilde vakıf olduğu, eleştiriye tahammülsüz, çabuk kabaran halinin, Twitter’da da kolayca ortaya çıkabildiğini görünce, bu konumunu bir profesyonel yardımcıya havale etmediğine, bizzat kendisinin, son teknoloji telefonuna yapışık yaşayarak, her dem ortalarda bulunduğuna kanaat getirdim.
Ilıcak, bence son derece güzel bir orta yaşlı hanımefendiyken amorf yeni hatlara sahip olmasına neden olmuş, Fransa’daki doktoruna yaptırdığını zaten saklamadığı, ancak insana “keşke birkaç hafta sonra ekranda görünseymiş” dedirten taze estetikli görüntüsüyle ekranlara çıkınca; çıkıp da Twitter’da hakkında en çok tweet yazılan başlıklar listesinde ilk sıralara yerleşince; “Bugün iyi eğlendiniz benimle dalga geçerek. Ben de eğlendim. Özel bir bakım. Birkaç hafta beklemek gerekiyor sonuç için. Ama sizden ayrı kalamadım.” diye yazıverdi.
Sergilediği hoşgörüyle, insanı anlayışla gülümseten bir itiraf tadında olan bu tepkisinin, genelde ortaya koyduğu biçemle hiç örtüşmediğini belirtmek gerek. Öyle ki Ilıcak, bazı takipçilerini sistemsel olarak bloklarken, kendisini eleştiren bazılarına ise -“Bir avuç takipçinizle toplum adına ne hakla konuşabiliyorsunuz?” ya da “Benim eski yazılarımı okudun mu ki böyle yazıyorsun? Okumadan yazana bizim buralarda avanak derler.”- gibi çıkışlarla fırça çekebiliyor.
Bundan yaklaşık 22 yıl önce, Cemal Süreya, 99 Yüz’deki tadına doyum olmaz portrelerinin birini de Nazlı Ilıcak için kaleme almış. Bu yazıda, Ilıcak’ın bu sürekli surette kızgın ve hırçın tavrını, Süreya şöyle anlatıyor:
“Babası Muammer Çavuşoğlu’nun Demokrat Parti ileri gelenleri arasında Yassıada’ya götürülmesi, daha sonra da Kayseri Cezaevi’ne kapatılması, “muzip” kızın hayatında temel bir düğüm oluşturdu. Muziplik yakın çevrede, evde kaldı. Dışarıya karşı hoyrat, öfkeli bir tavır öne geçti. Kemal Ilıcak’la evlendikten sonra eline basın-yayın olanağı geçince o hoyratlığı, öç alıcı bir planda siyasa, hayat biçimi, dert haline getirdi.”
Bu satırların kaleme alınmasının ardından uzun yıllar geçti; heyhat, Nazlı Ilıcak’ın gündeme ve hayata ilişkin, en azından dışarıya yansıttığı şekliyle, o hoyrat hali hiç değişmedi.
Bu süreç boyunca iktidarlar değişti. Ilıcak’ın yazdığı gazeteler, oldukça geniş bir düşüncesel skalada değişti. Türkiye ise, bazı konularda oldukça ileri, bazı konulardaysa sürekli geri giderek de olsa, çok değişti.
Gelin görün ki, Ilıcak’ın, gücün merkezine hep yakın kalan; sisteme muhalefeti, sadece gelişmeleri kendisine dokunabilecek bir yılan gibi algıladığı zamanlarda sivrilerek ortaya çıkan; esen rüzgara göre de kolaylıkla yön değiştirebilen; provokasyonu çok iyi bilen; empatiye pek prim vermezken, Machiavelli'ye pabucunu ters giydirebilecek potansiyeli taşıdığını düşündürten hali, hiç ama hiç değişmedi...
Kim demiş ki, herkes geçen yıllardan eşit düzeyde nasibini alır, geçen yıllar herkesi olgunlaştırır diye? Kim demiş?...