Eliza Doolittle

30 Ekim 2010

Gaydırıgubbak Hollanda

Geçtiğimiz hafta Hollanda’nın gündem maddelerinden biri, hükümetin çifte vatandaşlık konusundaki ayrımcı tavrıydı...

Geçtiğimiz hafta Hollanda’nın gündem maddelerinden biri, hükümetin çifte vatandaşlık konusundaki ayrımcı tavrıydı. 4. Balkenende Kabinesi’nde Adalet Bakanlığı Müsteşarlığı görevinde bulunan İşçi Parti’li Nebahat Albayrak’ın çifte vatandaşlığı ile ilgili olarak, 3 yıl önce “Türk vatandaşlığından çıksaydı daha şık olurdu” açıklamasını yapmış olan Başbakan Mark Rutte’nin, yeni koalisyon hükümetinde yer alan, Sağlık ve Spor Bakanlığı Müsteşarı Zanten-Hyllner’in Hollanda pasaportunun yanısıra İsveç pasaportu da taşımasını sorun olarak görmemesi “çifte standart” olarak değerlendirildi.  
Üstelik Hollanda başbakanı, konuyla ilgili açıklama yapması istendiğinde açık ve net olarak, “Hollanda pasaportu ile birlikte çifte vatandaşlıkları bulunanlardan, ikinci vatandaşlığı Türk ya da Faslı olanlarla İsveç ya da İngiltere olanlar bir değildir” şeklinde konuştu. Son derece yetersiz ve saçma bulunan gerekçesini de, “İsveç, yurtdışında yaşayan vatandaşlarına karışmazken, Türkiye karışıyor. Örneğin Hollandalı Türkleri askerliğe çağırıyor” şeklinde belirtti. 
Irkçılık davaları süren, aşırı sağcı parti lideri Geert Wilders, tüm çifte vatandaşlıklara kesinlikle karşı olduğunu belirtirken, başbakanın bu “fırıldak” tavrı, meclisteki birçok farklı parti üyesi tarafından kınandı. 
Avrupa Birliği adaylık sürecimiz bunca tartışılırken sergilenen bu tavır, dış politika bağlamında son derece olumsuz ipuçları taşır nitelikte...
***
Hollanda gündemine, Türk-İsveç vatandaşlıkları açısından konulan bu ayrımcı tavır otururken, aile gündemimize ise apayrı bir Türk-Hollanda karması, damgasını vurdu.
Çarşamba akşamı, buradaki bazı Türk bankalarının sponsor olduğu, Cumhuriyet Bayramı kutlaması adına düzenlenen bir klasik müzik konserine davetliydik. Amsterdam’ın etkileyici opera binası Concertgebouw’a giderken, nasıl bir konserle karşılaşacağımızı bilmemekle birlikte, yoğun iş temposundan yorulmuş bünyelerimizi müzik ziyafetiyle dinlendirmeyi umuyorduk.
Önce sahneye çıkan oda müziği beşlisinden, çello, obua, keman, viyola ve kontrbas eşliğinde Mozart’tan obua konçertosu dinledik. Daha sonra onlara, Manisa’lı, konservatuarlı neyzen Tamer Coşkun, Amsterdam’da doğup İstanbul’da büyümüş, Hollandalı bir babayla Türk bir annenin oğlu, başarılı perküsyon ustası Sjahin During katıldı. Hollandalı Marijn van Prooijen’in düzenlemesiyle, Türk Marşı’ndan girip, Üsküdara Gideriken’e geçişlerle sürpriz yaptılar. 
Ardından gecenin asıl yıldızı, küçücük yaşında New York Carnegie Hall’da konserler vermiş, Hollandalıların çok sahiplenerek “Hollandalı Norah Jones” diye lanse ettikleri, Türk asıllı Hollandalı, 20 yaşındaki üstün yetenek Karsu Dönmez’in billur sesi, ansızın salonu doldurdu:
“Ben seni sevdiğimu da dünyalara bildirdum..”
Hem piyanist, hem şarkıcı, hem bestekar, hem de gencecik ve pek güzel olan Karsu’ya, Amsterdam’da bir restoran işleten Türk babası ve annesinin, yanlarında Amsterdam valisi ile protokolde otururkenki gurur dolu bakışları, yanımızda oturan Hollandalıların  coşkulu “bravo” sesleri ve alkışlarıyla inlettiği konser salonu görülmeye değerdi. 
Mozart notalarına inceden karışan neyin, insanı alıp uzaklara götüren sesi; nefis bir harmoniyle aniden araya giren ve tüm “kapı gıcırtısına oynayabilme yeteneklisi” Türk damarlarımızı hareketlendiren vurmalı ezgiler; Karsu’nun, piyanosunun başında, Mozart besteleriyle harmanlanmış bir düzenleme içinde, Kazım Koyuncu’dan Divane Aşık ile başlayıp, Ege türküleriyle süren, Sezen şarkılarıyla, oradan müthiş bir gırtlakla seslendirdiği caz şarkılarıyla akıp giden müthiş sesi, hepimize büyülü bir gece yaşattı. 
Bununla da kalmadı, müziğin evrenselliğini, birleştirici gücünü, çok kültürlü olabilmenin zenginliğiyle güzelliğini, ayrıca, hükümet politikaları ile sürekli yeniden üretilen saçma sapan ayrımcılıkların, ırkçı ve çifte standartlı ideoloji ve söylemlerin ne denli kötücül, ilkel, anlamsız ve beyhude olduğunu bir kez daha düşündürttü.  
Şimdi, omuzları hafif titreterekten, efsunlu konserin haftasonuna yayılan esrikliğiyle, oynak ve sözünde durmayan yar için ne de güzel söylenmiş bir türküyü mırıldanıyorum: 
… “Gaydırıgubbak Cemilem, nasıl nasıl edelim de biz bu işe...”