14 Nisan 2011
Fransız Kalmak
Başbakan Tayyip Erdoğan, Avrupa Parlamenter Meclisi’nde konuk olarak katıldığı toplantıda
Başbakan Tayyip Erdoğan, Avrupa Parlamenter Meclisi’nde konuk olarak katıldığı toplantıda, kendisine soru yönelten bazı parlamenterlere sinirlendi ve onları çifte standartlı değerlendirme yapmakla suçladı.
Özellikle, Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan gazeteciler ve Ahmet Şık’ın kitabının toplatılmasıyla ilgili eleştirilerin üzerine, Fransız bir parlamenterden din özgürlüğü ile ilgili soru da gelince, yanıt sert oldu.
Bu soruya karşılık olarak, sanmayın ki Erdoğan Fransa’da peçenin yasaklanmasını, ya da Avrupa’da Müslüman azınlıklara karşı takınılan olumsuz ve ayrımcı tavrı dillendirdi. Diplomatik bir dille bunları anımsatsa, söz ettiği çifte standartın altını çok şık çizen bir değerlendirme olacaktı. Oysa Erdoğan bunlardan söz etmedi. Fransız parlamentere yanıtını, artık yıllardır tanık olduğumuz kişisel tarzıyla vermeyi tercih etti: Arkadaşımız galiba Fransız, yalnız Türkiye’ye de Fransız...
Başbakan Erdoğan’ın, yandaş medya tarafından, “güldüren espri” şeklinde yorumlanan bu şakk diye cevap yapıştırma biçemi, ne yazık ki, bulunduğu ortama göre zinhar değişmiyor.
Konuşuyor olduğu ortam parti grup toplantısı, seçmen mitingi, televizyon röportajı, ya da kısaca, kendi kültürümüz içinde herhangi bir yer olsaydı bu yanıt mizahi olarak algılanabilirdi tabii. Ne var ki, bu, konuşulan yer her neresi, ya da muhatap her kim diye bakmaksızın, ufacık da olsa söylem değiştirmeme, üslup yenilememe hali; “one minute” Davos’ta benzer örneğini görmüş olduğumuz üzere, diplomatik toplantılarda ciddi sorunlar yaratabiliyor.
Saldırgan ve hiç olumlandırma içermeden “delikanlılık notasından” beslenen bu tip çıkışlar, bilgi verici ve ikna edici bir biçem olmaktan fersah fersah uzaklaşmış oluyor.
“Fransız kalmak”, dilimizde bir konuda fikir-bilgi sahibi olmamak; ortadaki konudan uzak olmak anlamında kullanılan bir deyim. Bu deyim aslında salt “yabancı kalmak” olarak türeyip, tesadüfen Fransızların payına mı düşmüş, yoksa “anladıysam Arap olayım” gibi sevimsiz bir hitap da mı içeriyor, bilmiyorum.
Birçok farklı dilde ve kültürde, yabancı kültürleri ötekileştiren deyimler yaygın. Bu deyimlerin içinde, dilin zorluğundan yola çıkılarak özellikle Fransızlara ve Çinlilere yönlendirilmiş ifadeler ağırlıkta.
Bu tip deyimler, birebir tercüme edildiğinde ise, içerdikleri anlam farklı kültürlerden olan insanların hiç anlayamayacağı kadar saçma olabiliyor.
Örneğin Hollandaca’da, “Daar is geen woord Fraans bij” gibi bir deyim var. “İçinde bir tane bile Fransızca sözcük yok”, yani, bunda anlaşılmayacak ne var gibi bir anlamda kullanılıyor.
Benzer şekilde, “Hij kent Frans als een koe Spaans” deyimi de, Fransızcanın, hiç kimselerin anlayamadığı bir dil olduğu önermesinden besleniyor. “Bir ineğin İspanyolca konuştuğu gibi Fransızca konuşuyor”, yani, konuyla ilgili hiçbir fikri yok gibi bir anlama geliyor.
Amerikalılar, argo ya da küfürlü konuşacakları zaman, ağzımı bozdum kusura bakmayın anlamında,“Pardon my French” (Fransızcamı bağışlayın) deyiveriyor.
Birçok kültürde kendi dillerine gönderme yapılan Fransızlar ise, “C’est de l’hebreu” (“İbranice midir nedir”), derken “hiçbir şey anlamadım” ifadesine, anti-semitist bir tını katıyor.
Ancak yaygın kullanılan ve çokluk, birebir çevirisi yapıldığında saçmasapan anlamlar taşıyan ötekileştirme ifadelerini uluslararası bir diplomatik toplantıda, bu şekilde kullanmak, kesinlikle uygun kaçmıyor; insan adeta, uzaktan kendi güzel ülkesine Fransız kalıveriyor...!