Eliza Doolittle

21 Nisan 2012

Başbakanın bisikleti

Gazeteciliğin haber değerlendirme kriterlerinden pek beylik bir tanesini hepimiz biliriz. \"Köpeğin adamı değil...

 

Gazeteciliğin haber değerlendirme kriterlerinden pek beylik bir tanesini hepimiz biliriz. "Köpeğin adamı değil, adamın köpeği ısırması haberdir".
 
Şimdi bu kuraldan yola çıkarak, hayvanlar alemine göz kırpan bir serbest çağrışım ile olayı develere bağlayabilir, umre ziyaretine giden iki Türk’ün, hadislerde yazdığı için deve sütü ve idrarı içerek hastanelik olmalarından dem vurabilirdim. Ama vazgeçtim. 
 
Atasözleri ve deyimler sözlüğümüzün pek güzide bir üyesi olan zavallı devecik ile aramdaki mesafeli ilişkiyi korumayı, “yok devenin nalı!” dedirten bu habere gülüp geçmeyi seçtim. 
 
Konumuz farklı. Bu yıl, Hollanda ve Türkiye arasındaki diplomatik ve ticari ilişkilerin 400. yılı kutlanıyor.
 
1612'de Hollanda'nın ilk büyükelçisini taşıyan gemi İstanbul'a gelmiş.  Büyükelçi Cornelius Haga, 27 yıl boyunca İstanbul’da kalmış. Bu süreçte Sultan I. Ahmet, Hollanda'yı serbest ticarette ayrıcalıklı ve ülke topraklarına girişte serbest kılan fermanı imzalamış. 
 
Türk kökenli Hollandalı havacılık şirketi Corendon, geçtiğimiz yıl filosuna kattığı son uçağa, ilk büyükelçiye atfen, Cornelius Haga ismini vermiş.
 
Osmanlı’dan sonra Atatürk döneminde de, iki ülke arasındaki olumlu ilişkiler pekiştirilmiş. Hatta, şimdinin tonton gülüşlü Hollanda Kraliçesi Beatrix, Ocak 1938’de dünyaya geldiğinde, Atatürk, dönemin kraliçesi ve Beatrix’in anneannesi Wilhelmina’ya bir tebrik mesajı göndermiş. 
 
(Daha fazla Murat Bardakçı’ya bağlamadan, konuya giriyorum. Azz sonra!)
 
Hollanda’da Türk kökenli 400 bin kişi yaşıyor. Hollandalı yatırımcıların Türkiye’deki yatırımlarının hacmi 16 milyar doları aşıyor. İşçi Partisi Milletvekili Nebahat Albayrak, Hollanda Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu Başkanlığını yürütüyor. 
 
Hal böyleyken, Geert Wilders gibi, ırkçılığı bir yaşam biçimi olarak benimsemiş kafatasçılardan ve aşırı muhafazakar kanattan gelen muhalefet dışında, iki ülke arasında pek neşeli çok şenlikli, trallallom bir dönem yaşanıyor. 
 
Cumhurbaşkanı Gül, Wilders’ın kendisine karşı sosyal medyada başlattığı  kampanyaya cevaben, Hollanda’nın çok okunan gazetesi De Telegraaf’a geçen hafta bir röportaj verdi. Gül, herhangi bir ırka ya da dine mensup kişilere yöneltilen nefretin ve yabancı düşmanlığının ne kadar yanlış, yersiz ve çağdışı olduğuna dair görüşlerini, şık bir biçimde ifade etti. 
 
Cumhurbaşkanımızın bu hoşgörülü görüşlerini kamuoyu ile paylaştığı sıralarda, bir futbolcu maç esnasında karşı takımdan renkli (colored) bir oyuncuya ırkçı bir küfür ettiği için abesle iştigal bir basın toplantısı düzenlemekte; bir bakan ise meclis kürsüsünde koskoca bir ırkı sözde dinsizliği nedeniyle fütursuzca lanetlemekteydi. 
 
Ama malum, nalıncı keseri olimpiyatları yapılsa, bizim sonumuz tartışmasız altın madalya. Irkçılığa dair söz konusu çelişkileri de cup diye unuttuk gitti. 
 
Kutlamalar kapsamında, Cumhurbaşkanı Gül geçtiğimiz haftayı “bizim buralarda” geçirdi. Bir yanında Hayrünnisa Hanım, beri yanında Beatrix, Lahey senin Amsterdam benim, o toplantıdan bu davete gezdi. 
 
Türk basını bu temasları, dış haberler sayfasında ufak tefek notlar olarak sundu. Ama ne zaman ki Hollanda Başbakanı Mark Rutte, Gül ile görüşmesine bisikletle geldi, o an adeta, “adam köpeği ısırıverdi”! 
 
Rutte’nin bisikleti manşetleri kaplayadursun, haber yorumlarında her telden çalındı. Adamın konuşulmadık ne doğallığı ve medeniyet dersi, ne ciddiyetsizliği ve saygısızlığı kaldı. 
 
Oysa ki aslında bu haber, Hollanda için fena halde normal, en “köpek adamı ısırdı”sından bir durum. Bisikletin eğlenceli bir hobi olarak değil, işlevsel bir taşıt olarak görülmesi, sosyolojik ve coğrafi.
 
Hollanda dümdüz bir ülke. Bisiklet günlük yaşamın vazgeçilmez bir parçası. Yaya olarak arabalara yol verdiğimiz güzel ülkemize koşut, bisikletlilerin ve yayaların, arabalara geçiş üstünlüğü var. 
 
İki çocuğunu önündeki sepette taşırken bir yandan cep telefonuyla konuşanların, takım elbiseli amcalarla döpiyesli, topuklu ayakkabılı teyzelerin, her yaştan ve her konumdan insanın her yere bisikletle gittiği bir yerde, başbakanın bisikleti de gayet alelade. 
 
Cumhurbaşkanı Gül ile görüşmesinden önceki günlerde de, Mark Rutte meclisteki tüm bütçe görüşmelerine bisikletiyle gidiyor, çevre bilincine ve enerji tasarrufuna sözsüz bir örnek oluşturduğu için övgü alıyordu. Bazı Hollanda gazetelerinde, Rutte’nin neden düz gidonlu bir erkek bisikleti yerine, kadın bisikleti seçtiğine dair makaleler de yayınlandı, ama saçma ve cinsiyetçi yorumlar olduğundan, pek dikkate değer bulunmadı. 
 
Gelgelelim, Haziran ayında Kraliçe Beatrix’in Türkiye’ye yapacağı iade-i ziyarete dek, bu konu da, tüm haberlerin raf ömrünün tastamam 1 gün olduğu karmakarışık gündemin tozlu arşivlerinde yerini aldı. 
 
Kim kimi ısırdı, kiminin bisikleti kiminin zırhlı makam aracı filan derkeen, “yersiz bir duygu belirteci olarak takla atmak” ile, tüm tepkilere rağmen ille de bakanlık yapacaksa bile ne olur bana bakmasın dedirten nev-i şahsına fena halde münhasır içişleri bakanı, başka bir yazıya kaldı.