Akademisyen Damla Topbaş’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan Erkeklik Krizi: Aldatılan Erkekler, Aldatan Kadınlar adlı kitabı, erkeklik kimliğinin ataerkil normlarla nasıl şekillendiğini ve bu süreçte yaşanan içsel ve toplumsal krizleri derinlemesine ele alan bir çalışma. Özellikle erkeklerin aldatılma deneyimleri üzerinden, toplumun erkeklik beklentilerinin nasıl kırılganlık ve baskı yarattığını çarpıcı şekilde ortaya koyuyor.
Topbaş, “Erkekler, duygusal yaralarını saklamak zorunda kalıyorlar. Aldatılma deneyimi, onların bu ‘erkeklik duvarı’ ile yüzleşmesini sağlıyor, çünkü aldatılmak eril bir başarısızlık olarak algılanıyor” diyerek, bu kimlik krizinin temelindeki ataerkil yapıyı ifşa ediyor. Aldatılma, erkekler için sadece kişisel bir ihanet değil, erkeklik kimliğinin sorgulandığı bir deneyime dönüşüyor.
Erkeklik Krizi, erkeklerin içsel dünyalarındaki çalkantıların, toplumsal normlar ve cinsiyet politikalarıyla nasıl iç içe geçtiğini gözler önüne seriyor. Bu kitap, erkeklik ve toplumsal cinsiyet ilişkilerine dair derin bir analiz sunuyor ve okuru, bu karmaşık ilişkileri sorgulamaya davet ediyor. “Erkekler kendi illüzyonlarının kurbanı” diyen Topbaş ile, erkeklik krizini, aldatılma psikolojisini ve gündemden hiç düşmeyen, hepimizi derinden sarsan şiddeti konuştuk.
- Erkeklik Krizi sıra dışı bir çalışma. Öncelikle çok etkilendiğimi söylemek istiyorum. Çalışmanın başlarında "erkeklik duvarına çarptığını" ifade ediyorsun. Bu duvar tam olarak neydi? Ne hissettin? Ve en önemlisi nasıl mücadele ettin?
Benim çalışmamda karşılaştığım erkeklik duvarının iki yönü vardı. Birincisi, erkeklerin ataerkil normlar nedeniyle duyguları ve deneyimleri arasında inşa ettikleri mesafeden kaynaklanan bir engeldi. Bu duvar, erkekleri, beşer olana içkin kırılganlıkları paylaşmaktan alıkoyuyordu. Erkekler hegemonik erkeklik ideallerine uyum sağlamaları ve güçle devamlı başarılı bir ilişki kurmaları gerektiğine inanıyorlar. Bu nedenle yakın ilişkilerinde yaşadıkları aldatılma gibi deneyimler onlara bir tür ‘eril başarısızlık’ hissi veriyor. Dahası, erkeklik performansının en ön sırasındaki izleyiciler olan öteki erkekler tarafından da yargılanma kaygıları var. Bu nedenle erkeklik duvarı bir tür kalkan işlevi görüyor. Dahası, mesele evlilik birliği içerisinde aldatılmak olduğunda Türkiye gibi namus kültürünün hâkim olduğu toplumlarda erkek, namusunu koruyamadığı gerekçesiyle yargılanıyor. Benim çarptığım ilk duvar bu tuğlalardan örülmüştü ve erkekler bu nedenle aldatılma deneyimlerini paylaşmaktan uzaktılar. Bu duvarın diğer tarafında ise çalışma konumu paylaştığım, akademinin içinden gelen erkek sesleri yankılanıyordu. Aldatılan erkekleri bulsan bile konuşamazsın, vazgeç bu konudan denilerek çok kez ikna edilmeye çalışıldım. Ancak erkeklerin hükümlerine aldırmadan erkeklikler hakkında bir yerden konuşmaya başlamak gerekiyordu.
Erkeklerle olan görüşmelerimde ise bu duvarı şöyle aştım: Erkeklerin de tıpkı kadınlar gibi deneyimlerinin açığa çıkarılması gerektiğini ifade ederek katılımcılarımı ikna ettim. Kitapta da bahsettiğim üzere erkekler cenahında bir eril mağduriyet anlatısı var. Aslında bu kitapta deneyimlerinin paylaşan erkekler araştırmayı eril mağduriyet anlatılarını ortaya koymak adına bir platform olarak gördüler diyebilirim.
Damla Topbaş
- Andrew Yang, Washington Post’taki yazısında genç erkeklerin krizde olduğunu vurguluyor. Tüm dünyada erkeklerin bir kimlik krizi yaşadığı tartışılıyor. Özellikle son dönemde ülkemizdeki kadın cinayetleri bu sorunu derinleştiriyor. İncel kültürünün erkeklik krizine nasıl bir etkisi var? Neden özellikle genç erkekler bu krizde daha etkin?
Erkeklik krizine ilişkin popüler söylem bu krizi yeni bir fenomen olarak ele alıyor. Erkeklerin yaşamın farklı alanlarındaki başarısızlıkları ve bu başarısızlık nezdinde başvurdukları şiddet, örneğin intihar ya da kadına yönelik şiddet, erkeklik krizi söylemi altında değerlendiriliyor. Örneğin, gerici/muhafazakâr olarak addedilen feminizm karşıtı müttefikler de erkeklik krizi kavramına başvuruyor ve bu kavram üzerinden erkekleri ‘erkek olmalarına izin verilmeyen bir kitle’ ve ‘yeni mağdurlar’ olarak öne sürüyorlar. Bu nedenle kavram fazla kullanıma maruz kalıyor, tanım itibariyle müphem ve erkeklikle ilgili tartışmaları çeşitli kriz dönemleri ve olaylarıyla sınırlı biçimde yansıttığı için de oldukça tartışmalı. Oysaki kitapta da öne sürdüğüm üzere erkeklik krizi erkeklerin ataerkil düzende onlara bir dizi maddi avantaj sağlayan konumlarıyla dinamik bir ilişki içinde. Yani, bu kriz yeni bir fenomen değil, aksine, kriz, erkeklik kimliğine ve performansına içkin. Kısacası bu krizin kaynağı erkeklere bir dizi avantaj sunarken, onları erkeklik yüklerinin aldatına sokan ataerkil kültür. Erkeklerin kadınlarla yakın ilişkileri artık ataerkinin sunduğu izlekteki pürüzsüz portreyi sunmuyor. Kadınların varoluş talepleri var ve bu talepler, toplumsal cinsiyet rejiminin yeniden üretildiği kadın erkek ilişkilerine meydan okuyor.
Bu meydan okuma ise, Kandiyoti tarafından ifade edildiği haliyle, eril restorasyon ile karşılaşıyor. Eril restorasyon, erkeklerin avantajlı konumlarını korumak adına daha fazla şiddete başvurmaları ve bu şiddetin eril politika tarafından beslenmesi şeklinde şekilleniyor. Yani mesele oldukça yapısal ve politik. Bu nedenle incel olarak adlandırılan ve kadınlarla ilişkileri başarısız olan çeşitli gruplar üzerinden kadın cinayetlerini okumanın oldukça eksik kalacağını düşünüyorum. Keza, kadınlar en çok eşleri ya da eski partnerleri tarafından kıskançlık, aldatılma şüphesi gibi sebeplerle öldürülüyorlar. Yani, burada yalnızca kadın arkadaş edinemeyen erkek öfkesi üzerinden kadına yönelik şiddet analizi geliştirmek tıpkı erkeklik krizini modern fenomenler üzerinden ele alarak analiz etmekteki hataya düşmek anlamına geliyor.
Erkeklik krizi ataerkil erkeklik kimliği ve performansına içkin bir kriz, ancak ekonomik ve politik çalkantı dönemlerinde bu artan erkek şiddetiyle daha sarih hale geliyor. Yani, belirli gruplar ve adlandırmalar üzerinden ve yalnızca psikolojik etkenler aracılığıyla yapılacak bir analiz erkekliğin tarihsel ve yapısal boyutunu gözden kaçırmamıza sebep olacaktır.
- Bourdieu’nun ifadesiyle, erkekler kendi illüzyonlarının kurbanı mı? Erkeklik krizi, ataerkil kültürdeki erkeklik kimliğinin aldatıcı yapısından mı kaynaklanıyor?
Ataerkil toplumda birden fazla erkeklik vardır ve bu erkeklikler sosyal olarak inşa edilmiştir. Bunlar içerisinde kültürel olarak baskın erkeklik olarak ifade ettiğimiz hegemonik erkeklik, güçlü, duyguları dışlayan, sert erkekliği ‘erkek olmanın’ yolu olarak sunar. Bu erkekliği performe etmekteki başarısızlık, bir erkeğin ‘daha az erkek’ olarak adlandırılma riskiyle karşı karşıya bırakır. Yani, güçle ve kendisine güvenle tanımlanan erkeğin istikrarsız ve kolay kaybedilen bir kimlik olduğunu görüyoruz. Her an ‘erkekliği’ sorgulanma riskiyle karşı karşıya kalan erkekler, kendi illüzyonlarının kurbanı. Erkeklerin kadınlar ve diğer erkekler üzerinde kurduğu sistematik tahakküm devam ediyor. Ancak mikro ilişkilerde iktidar illüzyonu daha açık biçimde ortaya çıkıyor.
- Aldatılma deneyimi erkeklik krizini nasıl tetikliyor? Bu krizin kişisel ve toplumsal tezahürleri neler ve erkekler bu yaraları nasıl sarmaya çalışıyorlar?
Aldatılmak erkeklik krizini oldukça sarih hale geliyor. Zira ataerkil imtiyazların beraberinde getirdiği yüklerle yüzleşiyorlar. Ataerkil kültürde erkeklere sunulan sınırsız cinsellik hakkı ataerkil bir imtiyaz. Erkeklik ve cinsellik arasında kurulan ilişki erkekleşmenin yollarından biri olarak cinselliği ön plana çıkarıyor. Ancak kadın bedeni ve cinselliği her daim kontrol edilmeye çalışılmıştır. Burada eril tahakküm söz konusudur. Türkiye gibi namus kültürlerinde bir erkeğin namusu, cinsel mülkiyeti olarak gördüğü kadının bedenini ne denli kontrol edebildiği ile ölçülüyor. Erkeğin aldatılması ise ataerkil toplumsal cinsiyet düzeninde erkeklik kimliğinin toplumsal meşruiyetini yaralıyor. Zira, burada Serpil Sancar’ın bahsettiği gibi, erkeklik imkânsız iktidarla karşılaşıyor. Bu durum, erkeklerin bilhassa öteki erkekler tarafından yargılanmasına neden oluyor. Son olarak, erkekler ‘ikinci cins’ olarak aşağıda konumlandırdıkları kadınlar tarafından aldatılıyorlar. Araştırmaya katılan erkeklere göre cinsellik gücü ve hazzı içeren eril bir alan, bu alanda kadınlar gibi ‘duygusal’ olarak tanımlanan varlıklar fail olarak pek de yer almaz. Ancak, cinsel faillik sergileyen kadınlarla karşılaşmaları onlara erkeklik iktidarının düşündükleri kadar sarsılmaz olmadığını gösteriyor.
Erkeklerin yarayı nasıl sardıklarını, hangi yöntemlere başvurdukları incelemek için eril aygıt kavramını kullandım. Eril aygıt, erkeklerin eril iktidarı yeniden kazanmak ve kadınları boyunduruk altına almak için cinselliği kullanmaları, eşlerine karşı şiddete başvurmaları ve toplumsal cinsiyet karşıtı söylemleri kullanmaları da dahil olmak üzere çeşitli stratejilerle inşa edildiğini gösterdim. Bu, AKP'nin söylemleri ve cinsiyet karşıtı politikalarıyla desteklenen ve muhafazakâr İslamcı bloğun Türkiye'deki cinsiyet karşıtı propagandasıyla beslenen erkeklerin eril mağduriyet anlatılarıyla birleşiyordu.
Damla Topbaş
- Türkiye’de zina tartışmaları hem politik hem de toplumsal düzeyde sürekli gündemde. Zina konusunun toplumsal cinsiyet rejiminin ailecilik üzerinden örgütlenmesiyle nasıl bir bağı var?
Türkiye’de zina AKP döneminde çeşitli girişimlerle yeniden suç kategorisine sokulmaya çalışıldı. Zinaya ilişkin tartışmalar dönem dönem yeniden ısıtılıyor. Meclise giren Yeniden Refah Partisi'nin temel meselelerinin arasında zinanın yeniden suç sayılması var. Baktığımızda, Türkiye’de demokrasiden otoriterleşmeye geçiş sürecinde kadın bedenin ve cinselliğinin denetlenmesine yönelik aile merkezi politika ve söylemler üretildi. Bu bağlamda, üretilen söylemler de çoğunlukla heteronormatif aile kurumunun önemi, disiplin altına alınması gerektiği düşünülen kadın bedeni ve cinselliği üzerinden kuruldu. Aile, cinsellik, üreme ve birliktelik konusunda üretilen politikalar ve söylemler direkt olarak kadınları hedef alıyor. Bu minvalde zina. Tartışmaları ve zinanın bir suç olarak yeniden tanımlanmasına ilişkin girişimler de erkeklerin değil kadınların cezalandırılmasını hedefliyor. Bu cezalandırma yalnızca hukuki zeminde değil, erkek şiddetinin artmasıyla da gerçekleşiyor. Söz konusu ‘zina’ olduğunda Türkiye’de kadınlar için ölümcül sonuçlar doğacağı aşikâr.
- Erkeklerin aldatıldıkları durumu gizleme eğilimi üzerine ne düşünüyorsunuz? Bu, aile mahremiyetini koruma kaygısından mı, yoksa erkek iktidarıyla ilgili bir çabadan mı kaynaklanıyor?
Aldatılmak erkeklik kimliğinin ve performansının toplumsal düzlemdeki meşruiyetini yaralıyor. Dahası, erkekler bu deneyimi paylaştıkları durumda kendilerinde bir ‘eksiklik’ olduğunun düşünülmesi ve bu eksikliğin de çoğunlukla cinsellik üzerinden tanımlanması noktasında kaygı duyuyorlar. Bu çoğunlukla erkeklikler arasındaki ilişki ve hiyerarşiden kaynaklanıyor. Dahası, namus anlayışı burada büyük rol oynuyor. Namus, erkeklerin nasıl düşünmesi, hissetmesi ve davranması gerektiğini tanımlayan, sosyal olarak oluşturulmuş bir kavram. Bu noktada da onların bu deneyimi saklamasına yol açıyor.
- Toplumumuzda kadının namusunun korunması erkeklere yükleniyor, bu durum yalnızca kadınlara değil, erkekler üzerinde de büyük bir baskı yaratıyor. Bu anlayışın değişmesi için toplumsal dönüşümde hangi unsurlar kritik rol oynuyor?
Erkeklerin ataerkil yüklerden kurtulması onların ataerkil imtiyazlardan vazgeçmesine bağlı. Bu da kadın hareketini desteklemelerinin, erkek şiddetine karşı ses yükseltmelerinin, eril dili değiştirmelerinin ve eril politikanın beslediği toplumsal cinsiyet eşitsizliklerine karşı çıkmanın gerekliliğini ortaya koyuyor. Türkiye’de erkeklerin de kadınlarla birlikte "İstanbul Sözleşmesi yaşatır" diye bağırması gerekiyor.
- Evlilikte aldatılan erkeklerle görüşmek için dedektiflik bürolarına başvurduğunuzu belirtiyorsun. Bu süreç nasıl gelişti ve özellikle dedektifin diğer erkeklere bakışını nasıl gözlemledin?
Boşanma aşamasında olan erkeklerin dedektiflik bürolarından hizmet aldığını öğrendim. Araştırmama katılımcı ararken bu kaynaktan da faydalanabileceğimi düşündüm. Bu nedenle İzmir’deki bazı dedektiflik bürolarıyla iletişime geçtim. Görüştüğüm bir dedektiflik bürosu aracılığıyla üç katılımcıya ulaştım. Dedektifle görüşmem esnasında bu hizmetin oldukça yüksek ücretlerle yapıldığını ve çoğunlukla evli erkekler tarafından tercih edildiğini öğrendim. Burada evlilik kurumunun yarattığı bir piyasayla da karşılaşıyorsunuz. Dedektif, aldatılan erkekleri oldukça eril ifadelerle yargılıyordu. Görüştüğüm katılımcılar da dedektif tarafından cinselliğe atıfla yargılandıklarını ifade ettiler.
- Aldatılan erkekler, “looser olmak” ya da “erkek kalmak” arasında sıkışmış hissediyorlar. Bu sıkışıklığın temelinde öteki erkeklere duyulan kıskançlık mı yatıyor? Eril politika, erkek şiddetini besliyor olabilir mi?
Aldatılan erkekler, aldatılma deneyimini ve bununla birlikte sarih biçimde deneyimledikleri erkeklik krizini bile ‘erkek gibi’ deneyimlemeleri gerektiğini düşünüyorlar ve bu şekilde baş etme stratejileri geliştiriyorlar. Öteki erkekler ve kadınlar karşısında yeniden inşa edilmesi ve onaylanması gereken bir erkeklik kimliklerinin olduğu düşüncesiyle hareket ediyorlar.
Damla Topbaş
- AKP dönemiyle birlikte Türkiye’deki ataerkil toplumsal cinsiyet normları mahremiyet ve aile politikaları çerçevesinde yeniden şekillendi. Erkeklerin aldatılma deneyimleri bu toplumsal değişimlerden nasıl etkilendi?
Erkekler için aldatılma deneyimi, erkekleri yeni dezavantajlı olarak tasvir eden güçlü bir duygusal söylemle örtülü olan eril mağduriyet anlatısının üretilmesiyle sonuçlanıyor. Kandiyoti’nin ifade ettiği gibi, bu anlatı ideolojik devlet aygıtları tarafından yönlendirilen bir eril mağduriyet politikası ile destekleniyor. Bu politika ailenin çöktüğüne dair alarmist endişelerden, neoliberal ve neomuhafazakar söylemlerden ve politikalardan besleniyor. Aile kurumu üzerinden kadını ve kadın bedenini hedef alan eril siyaset erkeklerin mahrem deneyimlerini ve bu deneyimlere verdikleri tepkileri şekillendiriyor. Dahası hukuki düzlemde cezasızlık politikaları ve erkeklik indirimleri kadın cinayetlerinin güçlendirici kaynakları haline geliyor.
Bu çalışmada aldatılan erkekler, şiddete başvurarak, feminizm karşıtlığı üreterek eril performansları ve söylemleri aracılığıyla hegemonik erkeklik ideallerini yeniden üretiyorlar, heteroseksüel kimliklerini pekiştiriyorlar ve eşitsiz cinsiyet ilişkilerini meşrulaştırıyorlar.
- Erkeklik krizi, yalnızca heteroseksüel erkekler için mi geçerli? Farklı cinsel yönelimlere sahip erkekler bu krizi nasıl deneyimliyor ve bu durum erkeklik performansları üzerinde nasıl bir etki yaratıyor?
Ben çalışmamda heteroseksüel erkekliklere odaklandım ve bu çalışmanın heteronormatif olmayan erkekliklerin aldatılma deneyimleri için bir alan yaratacağını ifade ettim. Umarım böyle bir araştırma yapılır ve karşılaştırma imkânı bulabiliriz.
Damla Topbaş Kimdir?
1993 yılında Diyarbakır’da doğdu. Lisans öğrenimini Ankara Üniversitesi’nde sosyoloji ve siyaset bilimi alanlarında tamamladı. Yüksek lisans derecesini Ankara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde 2023 yılında aldı. Aynı üniversitede doktora eğitimine devam ediyor. Akademik ilgi alanları erkeklik, yakın ilişkiler, evlilik, aile ve yaşlılık araştırmalarıdır.
Ebru D. Dedeoğlu kimdir? Ebru D. Dedeoğlu, işletme-ekonomi bölümünden mezun oldu. Executive MBA alanında yüksek lisansını tamamladı. İktisat Bankası'nda MT olarak başladığı iş hayatını 13 yıl süresince portföy yönetim şirketlerinin pazarlama biriminde yönetici olarak tamamladı. Bir yıllık Uzak Doğu serüveninden sonra hayatına yeni bir yön vererek yayıncılık hayatına adım attı ve Doğan Kitap pazarlama biriminde yeniden başladı. Türkiye'nin çok sayıda yazarlarıyla bire bir geleneksel ve digital medya pazarlama stratejileri üzerine çalıştı. Yeni yazarlar keşfetti. Doğan Kitap'ta uzun yıllar süren yayıncılık hayatından sonra Ajans Letra'yı kurdu. Halen Ajans Letra'da çalışıyor ve yazarlara danışmanlık hizmeti veriyor. Aralık 2023'ten itibaren kitaplar, yazarlar, yayın hayatı üzerine T24'te söyleşi yapmaya başladı. |