Ebru D. Dedeoğlu

24 Kasım 2024

Fuat Kökek ve Duygu Güles Kökek, ‘Beşiktaş’ın Gizli Tarihi’ ile geçmişle bugüne köprü kuruyor: Bu ne sevgi ah, bu ne ızdırap!

‘Beşiktaş’ın Gizli Tarihi’nin yazarı Duygu Güles Kökek ve anlatıcısı Fuat Kökek: Bugünkü Beşiktaş'la o zamanki "karakter"in hiçbir ilgisi yok. Yani o karakterde çatlaklar yaratmanın ötesinde, o karakter atın çatlaması gibi çatladı ve içinden bambaşka amorf bir yaratık çıktı.

Beşiktaş, İstanbul’un hızla değişen yüzünde bir yandan kozmopolit ruhunu taşırken, diğer yandan geçmişin izlerini kaybetmenin sancılarını yaşıyor. Bir zamanlar bostanları, kuşları, yeraltı dünyasının efsaneleri ve nostaljik doğasıyla anılan bu kadim semt, modernleşmenin ve kapitalizmin ilerleyişiyle kendine özgü kimliğinden giderek uzaklaşıyor. Tam da bu noktada, Siyah Kitap’tan yayımlanan Beşiktaş’ın Gizli Tarihi, bir semtin kaybolmaya yüz tutmuş hafızasını gün ışığına çıkarma çabasıyla dikkat çekiyor.

Fuat Kökek’in anıları, Duygu Güles Kökek’in sanat tarihçi bakışıyla birleşerek okura çarpıcı bir anlatı sunuyor. Beşiktaş’ın kuşlarından ve kuşbazlarından bostanlarına, 6-7 Eylül Olayları’nın semtin çok kültürlü yapısını nasıl sarstığından, Migros kamyonlarıyla gelen kapitalizmin semt kültürüne etkileri, Ihlamur Kasrı’nın Beşiktaş’ın ruhunu nasıl beslediğini, çocukluk anılarının bugünün Beşiktaş’ını anlamaya nasıl ışık tuttuğunu ve semtin yeraltı dünyasının sosyal bağları nasıl şekillendirdiğini derinlemesine konuştuk. Ayrıca Fuat Kökek’in, İtalyan sinemasının efsanevi aktörü Marcello Mastroianni'ye duyduğu hayranlığı ve etkilerini de ele aldık. :)

Beşiktaş’ın Gizli Tarihi, geçmişle bugünü birleştiren güçlü bir köprü kuruyor. Hafızayı yalnızca geçmişe tutunmak değil, bugünü ve geleceği sorgulamak için bir direnç aracı olarak tanımlıyor. Günlük yaşamın tarihine dokunan her sayfasında, yalnızca bir semtin değil, bir kentin hafızasızlığa karşı verdiği mücadeleye tanıklık edeceksiniz.

- Beşiktaş’ın Gizli Tarihi’nde Beşiktaş’ın kentsel dönüşümlerle geçirdiği değişimler çok çarpıcı. Modernleşmenin bir yıkım aracı olarak işlendiği yerlerde, hafıza bir direnç alanı olabilir mi? Hafızanın bu direnci, sizin için sadece geçmişe tutunmak mı yoksa bugünü anlamak için bir araç mı?

Bana göre hafıza tamamen geçmişle ilgili değildir. Elbette hatırlama geçmiş şeylere yöneliktir ama hafıza geçmişi bugüne eklemleyerek günü anlama yolunda önemli veriler sağlar. Bu yönüyle hafıza güçlü bir direniş aracıdır. Geçmişini, nereden geldiğini bilen insana türedi şeyleri yutturmak kolay değildir. Hafıza, insanı önüne her geleni sorgusuzca kabul etmekten alıkoyar. Reddetme bilinciyle alakalıdır bu açıdan. Örneğin ben cep telefonunu reddetmiş biriyim, hiç kullanmadım. Bu yüzden, şehrime çocukluğumdaki gibi meraklı gözlerle bakmaya devam ediyorum. Elimde beni kendine hapsedecek bir şey olmadığı için etrafıma, havaya, denize, ağaca dikkat kesiliyorum. Dolmabahçe'deki çınarlar birer ikişer kuruyor, her sene kaçı yaşıyor, kaçı gitti hepsini sayıyorum mesela.

Desen: Fuat Kökek

- Beşiktaş’ın bostanlarının yerini alan apartmanlar sadece fiziksel bir yıkımı değil, kültürel bir yitimi de temsil ediyor. Bu dönüşüm, Beşiktaş’ın sosyal dokusunu nasıl yeniden şekillendirdi? Doğanın bu kaybı, semtin insan ilişkilerinde nasıl bir iz bıraktı?

Bostanlar bozulmamışken bahçıvanlıkla geçimini sağlayan aileler, bostan içindeki bir iki katlı evlerde iki üç kuşak beraber yaşıyorlardı. Keza Beşiktaş'ın konaklarında ve ahşap evlerinde oturan eski saray eşrafından ya da yeni Cumhuriyet kadrolarından bürokratlar da aynı şekilde. Bostanların yerine yapılan apartmanlarla, daha da önemlisi dengesiz göçlerle bu organik yapı bozuldu. Bizim bostana 26 tane apartman yapıldı. Biz üç aileyiz, üç daire deseniz, geri kalan dairelere genelde göçle gelen insanlar yerleşti. Zaten bostandan apartmana geçiş semt yaşamında majör bir değişiklikti, fakat asıl kültürel hezimet göçle birlikte karışan sosyal yapıda yaşandı. Bostancılık ve balıkçılık Beşiktaş'ın başlıca ekonomik faaliyetiydi. Buğday deniz yoluyla Beşiktaş'a gelir, un olup İstanbul'a dağılırdı. Hamidiye suyu da öyle. Tüm bu taşıma ve dağıtma işi at arabalarıyla yapılırdı. Arabacılık da ayrıca bir sektördü. Şimdi tüm bu iktisadi sisteme katkıda bulunan işinin ehli adamlar gidip yerine başka coğrafya ve kültürden insanlar gelirse ne olur? İşte o oldu.

Fuat Kökek

- Peki, 6-7 Eylül Olayları kitabınızda önemli bir yer tutuyor. Bu durum, sadece fiziksel bir yıkım değil, Beşiktaş’ın sosyal dokusunu oluşturan kolektif güven ve dayanışma duygusunu da derinden etkiledi. Bu olaylar, semtin gündelik hayatındaki ilişkileri ve mahalle kültürünü nasıl dönüştürdü?

O zaman devam edeyim kaldığım yerden. Bir şeyi yerinden ettiğinizde, üstelik bunu ölçüsüzce yaptığınızda ve boşalan yere ne koyacağınızı bilemediğinizde o boşluğun çer çöple dolma tehlikesi vardır. Bu yüzden bu tür sosyal olayların etkilerini tam olarak kestirebilmek kolay değil. Yahya Kemal'in meşhur mısraı gibi: "Bir tel kopar ahenk ebediyyen kesilir." 6-7 Eylül Olayları, diğer tüm tarihsel olaylar gibi münferit bir hadise değildi, başka birçok olayla sebep-sonuç ilişkisi içerisindeydi. Migros kamyonu da aynı yıl geldi mesela. Bu olaylarla her şeyden önce esnaf ve usta-çırak geleneği ile kültürel mozaik darbe aldı. 7 Eylül sabahı çarşıya indim, İshak Amca'nın bakkal dükkânı yağmalanmış, ortada yoktu. Çocuk olduğum için anlam veremedim, anneme gidip "Anne İshak Amca'dan ne istediler?" diye sordum. Kadın bana cevap veremedi. Bu cevapsızlık semtin belleğinde esaslı bir travma oldu.

Desen: Fuat Kökek

- Beşiktaş’ın Gizli Tarihi’nde kuşlardan atlara kadar Beşiktaş’ın hayvanlarıyla kurulan ilişkiye sıklıkla değiniyorsunuz. İmrenerek okudum satırlarınızı. İnsanlar ve hayvanlar arasındaki bu yakınlık, semtin sosyal hayatında nasıl bir anlam ifade ediyordu?

Babam ıspanağı ekti, geçim zamanı binlerce aç sığırcık indi, tarlaya ekilen tüm emeği aldı gitti. Ya da kasımda sökün eden bıldırcın sürülerinin uğultusu geceleri uykularımızı çimdikledi. Annem kuluçkanın altına on tane yumurtayı koydu, yirmi gün sonra on civciv çıktı. Bostanın üzerinde gezen beş altı çaylak on civcivi de kaptı kaçtı. Bu ne sevgi ah, bu ne ızdırap! :) İnsanın hayvanla gerçek ilişkisi böyledir. Şimdi ağaçlarda kuş, denizde balık yok. Kedi köpek seviyoruz eyvallah, fakat günümüzde insanla hayvan ilişkisinin biraz gerçeklikten koptuğunu düşünüyorum. Bizim hayvanlarla çok doğal bir ilişkimiz vardı, insan insandı, hayvan da hayvan. İstanbul'un kuşları şehrin havasının, suyunun ve nebatının bekçileri gibiydi. Atlar da ekonomik hayatımızın ayrılmaz unsurlarıydı. Sosyoekonomik paradigma değişince bu ilişki de değişti. Apartmanlara hapsolan çocukların tüm bunlarla ilişkisi kesildi. Bunu anlamak için tarım toplumuna geri dönmek gerekir ki bunun ne imkânı ne de anlamı var. Artık modern şehirde yaşıyoruz ve onun dinamikleri çok farklı.

Fuat Kökek'in aile arşivinden bir kare

- Beşiktaş’ın psikocoğrafyası, sizin kişisel hafızanızda derin bir etki bırakmış görünüyor. Beşiktaş’ın coğrafyasını bir insan karakteri gibi ele alırsak, bugünkü Beşiktaş’ın bu karakterde ne gibi çatlaklar ya da değişimler yarattığını söyleyebilirsiniz?

Bugünkü Beşiktaş'la o zamanki "karakter"in hiçbir ilgisi yok. Yani o karakterde çatlaklar yaratmanın ötesinde, o karakter atın çatlaması gibi çatladı ve içinden bambaşka amorf bir yaratık çıktı.

- Ihlamur, yalnızca bir kasır ya da dere değil, Beşiktaş’ın sosyal dokusunun merkezindeydi. Bostanlardan Ihlamur Kasrı’na kadar uzanan bu tarihsel coğrafya, sizin hafızanızda nasıl bir Beşiktaş anlatısı oluşturuyor?

Fuat: İyi ki öyle bir yerde büyümüşüm diyorum. Başlı başına bir manzaraydı Beşiktaş. Pitoresk bir yönü vardı. Bu yön bendeki duyarlılıkları çok beslemiştir. Gördüğümü anlamayı, baktığıma tam anlamıyla bakmayı ve özümü keşfetmeyi öğretmiştir. Bugüne kadar yaklaşık üç bin versiyonu yapılmış Rodrigo'nun Aranjuez Konçertosu'nun ilham kaynaklarından biri de Ihlamur'un peyzajıdır. Sefarad Yahudisi olan İstanbul doğumlu piyanist eşinin, Ihlamur'un güzelliğini âmâ olan kocasına anlatıp bu güzelliği Endülüs'e taşıdığı söylenir.

Duygu: Ben manzara olgusu üzerine çalışan bir sanat tarihçisiyim. Her ne kadar Fuat'ın tasvir ettiği Beşiktaş'ı göremesem de, onun tasviri ve bu tasviri yazıya dökme uğraşı benim Beşiktaş algımı kökten değiştirdi. İstanbul, Osmanlı'nın son dönemlerinde özellikle Osmanlı resminde önemli bir imgedir. Bu konuda hocam Tarkan Okçuoğlu'nun değerli bir çalışması vardır hatta (Osmanlı Resminde İstanbul İmgesi). İşte ben resimlerde göregeldiğimiz bu cennetvari imgeyi, Fuat'ın zihninden muhayyileme yansıyan Ihlamur'da buldum diyebilirim.

Desen: Fuat Kökek

- Beşiktaş’ın kuşları ve kuşbazları üzerine yazdıklarınız, bu semtin hem insanlar hem de hayvanlar için bir yaşama alanı sunduğunu gösteriyor. Bu ortak yaşam alanının kaybı, Beşiktaş’ın sesini kaybetmesine neden oldu mu?

Muhakkak. Dediğim gibi hayvanların kendilerine ait bir habitatı vardı. Sapanımla bir taş fıydırırım, her bir fasulye sırığının üzerine farklı çeşit kuş konardı: Saka, florya, ispinoz, kanarya, iskete, sarıasma, çıvgın, ardıç kuşu, toygar, bülbül... Şimdi sadece Duygu'nun "şehir kuşları" dediği kuşlar kaldı. Bir de Tekfur'un orada, Edirnekapı Kuş Pazarı'nda kuşbazlar direniyorlar. Küçücük bir İstanbul hatırası gibi.

- Kitapta semtin bitirimleri, kabadayıları ve yeraltı dünyası önemli bir yerde. Beşiktaş’ın tekinsizliği, semtin sosyal bağlarını güçlendiren bir unsur muydu yoksa tehdit edici bir atmosfer mi yaratıyordu? Bu “tekinsizlik” nostaljiye duyulan özlemi besliyor mu?

Her ne kadar serserisi çok olsa da Beşiktaş'ın tekinsizliği, şimdi tekinsizlikten anladığımızla aynı değildi galiba. Feodal bir yönü vardı, kırmızı çizgiler çok belirgindi, semtin bir ferdine kimse yan gözle bakamazdı filan. Sosyal bağlar bu tür tekinsizlikleri bağrında yumuşatıyordu zaten. Misal Bahriyeli Cahit bitirimin önde gideniydi, fakat Cahit'i herkes severdi... Ben pek öyle nostalji meraklısı değilim bu arada. Kitabı yazmaya niyetlendiğimizde, "nerede o eski Beşiktaş?" gibi duygusal bir soru yoktu aklımızda, bilakis "İstanbul'un öyle farklı yaşantılarına tanık oldum ki bunları bu şehre musallat olmuş hafızasızlıktan nasıl kurtarabiliriz?" gibi son derece rasyonel bir soruyla yola çıktık.

Fuat Kökek'in aile arşivinden bir kare

- Migros kamyonlarının Beşiktaş’a gelişini kapitalizmin ilk hücumu olarak tanımlıyorsunuz. Kapitalizmin Beşiktaş’ta yarattığı bu dönüşüm, semt kültürüne hangi açıdan en büyük darbeyi vurdu? Günümüz semt kültürüne baktığınızda bu dönüşümün sonuçlarını nasıl gözlemliyorsunuz?

Migros kamyonu geldiğinde, bostanda yetiştirip yediğimiz şeyleri onun raflarında gördük. Artık zerzevat doğal bağlamından çıktı yani. Nasıl yetiştiği, hangi aşamalardan geçerek insanın önüne geldiği bilinmeyen, endüstriyel bir ürün oldu. Tarlada bol bol varken rafta satışa çıktı. Ben Migros kamyonu geldiğinde 7 yaşındaydım, o yaşta Sarı Bakkal'la Yeşil Bakkal'ın akıbetini hissettim. Elbette dünyanın gidişatı, tarihin ilerleyişi bakımından bunun önünü almak gayrikabildi, ama belki doğru bir yönetimle modernizasyon süreci bu kadar spastik olmayabilirdi.

- Beşiktaş’ı, adeta bir sinema platosu gibi tasvir ediyorsunuz. İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nden Ahmet Hamdi Tanpınar’a kadar geniş bir edebi ve sinematik yelpazeye atıflar yapıyorsunuz. Beşiktaş’ın, bu tür sanatsal temsil için güçlü bir malzeme sunmasının nedeni nedir?

77 yaşındayım, hâlâ De Sica'nın Bisiklet Hırsızları filmini izleyemem, ağlarım çünkü. Bizim boğazımızdan geçen her lokma topraktan kazanılıyordu. Kuyuda intihar eden babaannemi babam kancayla kuyudan çıkardı. Ben ufaktım, çarşıda bir kavgada babamı vurdular, babam elinde bağırsaklarıyla dokuz hastane gezdi, sonunda Balıklı Rum sahip çıktı, ölmedi. 16 sene sonra babam kasımpatılarını, kalbi gibi taşıdığı yıldız çiçeği soğanlarını, güllerini, tayını, atı Dabi'yi, geceleri üçte kalkıp seviştiği toprağını ve efsane Ihlamur'daki toprakla ilgili her şeyi kaybettikten sonra 50 yaşında durduğu yerde öldü. Yeni Gerçekçilik bu, Zampano! Yeni Gerçekçiler bunu anlattı. Büyük tezatların olduğu her yer sanatsal temsil açısından verimlidir. Harbi hikâyeler hep tezattan, trajik ve komik unsurlardan üremez mi? Beşiktaş da zıtların birliğine iyi bir örnekti.

Desen: Fuat Kökek

- Hemen sormak istiyorum o zaman. Marcello Mastroianni sizin için bir idol hatta oynadığı karakterler mentorunuz olmuş. Karşılaştığımızda da bunu çok iyi gördüm. :) Marcello hayatınızın neresinde? Ve neden Belmando değil Marcello?

Marcello için hep "erkek geldi erkek gitti" derim, benim onu tanımlama biçimim budur. Marcello Mastroianni kültürel orgazmını Catherine Deneuve, Annie Girardot, Jeanne Moreau, Anita Ekberg, Monica Vitti, Sophie Loren, Anouk Aimée gibi prima kadınlarla yaşamış bir kültür adamı. Marcello'nun kötü örnek olabilecek bildiğim hiçbir defolu yönü yok. Toplumlara mal olmuş, marjinal insanlar bazı tutkuların esiridirler, bu yüzden hayatlarının bir yerinde sapıtırlar ve olumsuz bir idol hâline gelirler. Marcello idol olmanın sorumluluğunu taşımış bir karakter. Babam gibi, ağabeyim, yoldaşım gibi bir adam. Hani Pereira Diyor ki'nin son sahnesinde özgürlüğüne doğru yürür ya, işte ben de içimde onunla beraber yürüdüğümü duyumsarım.

Ebru D. Dedeoğlu kimdir?

Ebru D. Dedeoğlu, işletme-ekonomi bölümünden mezun oldu. Executive MBA alanında yüksek lisansını tamamladı. İktisat Bankası'nda MT olarak başladığı iş hayatını 13 yıl süresince portföy yönetim şirketlerinin pazarlama biriminde yönetici olarak tamamladı.

Bir yıllık Uzak Doğu serüveninden sonra hayatına yeni bir yön vererek yayıncılık hayatına adım attı ve Doğan Kitap pazarlama biriminde yeniden başladı.

Türkiye'nin çok sayıda yazarlarıyla bire bir geleneksel ve digital medya pazarlama stratejileri üzerine çalıştı.

Cumhuriyet'te Türk/yabancı yazarlarla söyleşiler yaptı. Oksijen gazetesinde de röportajları devam etmektedir.

Yeni yazarlar keşfetti. Doğan Kitap'ta uzun yıllar süren yayıncılık hayatından sonra Ajans Letra'yı kurdu.

Halen Ajans Letra'da çalışıyor ve yazarlara danışmanlık hizmeti veriyor. Aralık 2023'ten itibaren kitaplar, yazarlar, yayın hayatı üzerine T24'te söyleşi yapmaya başladı.