Kardan bir İstanbul resmi geçiyor penceremizin önünden.
T24'ün Sıraselviler'deki mütevazı, ancak mesleğimizi kuşatan hiçbir gücün ulaşamadığı yerindeyiz. Lapa lapa kar yağıyor. Bağımsız gazetecilik için doluştuğumuz bu küçücük yerde mutluyuz.
Sıraselviler'deki penceremizin önünden Ankara geçiyor bu kez. Hiç para kazanmadığımız, ama çok mutlu olduğumuz o yıllar. Kahrolası o yıllar...
Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdikten birkaç gün sonra kapısına dikildiğim Cumhuriyet Ankara Bürosu. Sene 1987, aylardan temmuz. Ankara Temsilcisi Yalçın Doğan izinde. İstihbarat Şefi Ahmet Tan, “Para veremeyiz sana, istersen gel çalış. Ama bana sorarsan gelme, boşver gazeteciliği. Hayatında hiçbir şeye zaman bırakmayacak çünkü. Git kaymakam ol, müfettiş ol, bankacı ol” diyor.
- Para dert değil, ama daktilom yavaş, sorun olur mu?
“Peki, sen bilirsin” diyor. “Yarın sabah dokuzda burada ol...”
İlk dersler Işık Kansu'dan. O çaylak metinleri büyük bir hünerle tanınmaz hale getiren bütün zamanların abisi Işık Kansu...
Uğur Mumcu nerede acaba, odası hangisi?
Gösteriyorlar. İnkılap Sokak'taki Cumhuriyet Ankara Bürosu'nun ilk katının en dibindeki mütevazı oda Uğur Mumcu'nun.
Bitişiğinde Gencay Şaylan'ın, ötesinde Cüneyt Arcayürek'in odası sıralanıyor. Arada İdare Müdürü Azmi Özgür'ün, yanında da Mustafa Ekmekçi'nin odası var.
Neredeyse bütün bir kuşağı gazetecilik hayaline sürükleyen efsaneyle, pek gelmek istemediği büroda bir süre sonra tanışacağım.
Mumcu neden pek gelmiyor büroya?
“Geldiğimde miting alanı gibi oluyor büro, çalışamıyorum...”
'Zekâ, kendine güven ve birikim'in sorusu
Sıraselviler'deki penceremizden Uğur Abi geçiyor. Bu meslekte kazandığım ilk paranın ve ilk önemli deneyimin sahibi...
Uğur Mumcu'nun banda kaydettiği söyleşileri iş çıkışında daktiloyla deşifre ettiğimiz için sayfa başı aldığımız o bereketli harçlıklar... Ve soru sormanın nasıl bir kendine güven, nasıl bir birikim, nasıl bir zekâ gerektirdiğini Uğur Mumcu'nun sesinden dinlediğimiz o kasetler...
Bilgisayar kullanırken gördüğüm ilk gazeteciydi Uğur Mumcu. Dışarı çıktığında silah kuşanırken gördüğüm ilk gazeteci!
O büroda yazdığım ilk kitabın, “İki Gözüm Ayşe” adıyla yayımlanan Sabahattin Ali'nin özel mektuplarının önsözündeki satırlar da ona ait:
“... Elinizde tuttuğunuz kitapta, Sabahattin Ali'nin duygusal bağlarla tutulduğu Ayşe Sıtkı İlhan'a 1933-1934 yıllarında cezaevinden yazdığı yeşil mürekkepli mektuplar, bu çileli yaşamın sevgi ile tutsaklık arasındaki tel örgüleri gibi o günlerden bugünlere bizlere ulaşıyor.
Bu mektupları okurken, satırlar paslı birer kelepçe olup bileklerimize takılıyor, demir parmaklık olup önünüze dikiliyor, 'benimsin benimsin diyemediğim' dizeleri ile yüreklerden çıkıp vicdanlarınıza yerleşiyor...”
Hayata gelecekten atlayan söz!
“Uğur Mumcu” deyip iki noktayı üst üste koyduğunuzda, karşısına yazacağınız ilk şey “büyük gazeteci”dir.
Başka?
Çok keskin, savaşkan bir zekâ...
Hayata gelecekten atlayan söz!
Gözünü budaktan esirgemeyen bir cesaret...
Müthiş bir mizah...
Çıkarsızlık...
Daima “yarın” başlanan bir kariyer...
Ve bağımsızlık...
17 yıl önce katledilmesine karşın hâlâ güncel olan bir gazeteciden söz ediyoruz. Yıllar sonra ortaya çıkan kirli ilişkileri öldürülmeden yıllar önce ortaya çıkarabilmiş bir gazeteciden...
Uğur Mumcu, 17 yıl önce, 24 Ocak 1993 Pazar günü, otomobiline yerleştirilen bir patlayıcı ile aramızdan alındı. 50 yaşındaydı.
İşte, 41 yaşında karanlık bir cinayetle son verilen kısa ömrüne Türk edebiyatına ilk “sınıfsal” yaklaşımı getiren romanlar, öyküler ve şiirler sığdıran Sabahattin Ali geçiyor Sıraselviler'deki penceremizin önünden:
“Bugünkü itibarlı kişiler gibi kese doldurmadık, makam peşinde koşmadık. İç ve dış bankalara para yatırmak, han, apartman sahibi olmak, sağdan soldan vurmak ve milleti kasıp kavurmak emellerine kapılmadık. Bütün kavgamızda, kendimiz için bir şey istemedik. Yalnız ve yalnız, bu yurdun bütün yükünü omuzlarında taşıyan milyonlarca insanın derdine derman olacak yolları araştırmak istedik.
Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?”
Ne korkuyorsun ölümden, uyanıp geceleri?
Sahiden yok edebildiler mi Uğur Mumcu'yu?
Dağlarca geçiyor bu kez penceremizin önünden:
“Ne korkuyorsun uyanıp geceleri
Ölüm yaşayabileceğini yok edebilir
Yaşadığını değil...”
Kar yağıyor...
Hayatının sonuna kadar binlerce yazı, onlarca kitapla gazeteciliğe biteviye yağan Uğur Mumcu gibi...
Bembeyaz...