Muharrem Yılmaz'ın, Ümit Boyner'in ardından oturduğu TÜSİAD Başkanlığı koltuğundaki ilk açıklamalarından birini okurken, yıllar önce Cumhuriyet gazetesinde yaşanan tartışmayı hatırlamıştım. Yılmaz, TÜSİAD Yönetim Kurulu adına 24 Ocak'ta yaptığı açıklamada, 20. ölüm yıldönümü nedeniyle Uğur Mumcu'yu “Türk basın tarihinin unutulmaz ismi ve Türkiye'nin en değerli aydınlarından biri olarak saygıyla” anıyordu.
Nadir Nadi'nin ölümünden sonra Cumhuriyet gazetesinde patlayan kavgada Uğur Mumcu - İlhan Selçuk cephesinden Genel Yayın Yönetmeni Hasan Cemal'e yöneltilen önemli iddialardan biri “TÜSİAD'çılık”tı. Ve o TÜSİAD, Türk basın tarihinde büyük bir iz bırakan Uğur Mumcu'yu en kuvvetli ifadelerle anan örgütlerden biri olmuştu.
Son çeyrek yüzyılda Türkiye'nin geçirdiği evrimin yansımalarından birini Mumcu'yu anarken sergileyen TÜSİAD, güncel bir evrimin de içinde mi?
Soru, demokrasinin kalitesi konusunda hükümetle tartışmaya girmekten kaçınmayan TÜSİAD'ın ikinci kadın başkanı Ümit Boyner'in, üç yıl oturduğu koltuğu ocak ayında SÜTAŞ grubunun patronu Muharrem Yılmaz'a devretmesinden kaynaklanıyor.
Yılmaz'ın yeni TÜSİAD yönetiminin çalışma programını açıklamak için düzenlediği basın toplantısında da en çok soru yöneltilen konu bu oldu. Yılmaz, “hükümetle ilişkiler” ve “üslup” konusunda çok sayıda soruya muhatap oldu.
Evet, TÜSİAD Ümit Boyner'den sonra daha düşük bir profil sergileyerek hükümetin gözüne batmayacak alanlara mı çekiliyor?
Yılmaz'ın üslubu ve sorulara verdiği cevapları ayrı ayrı değerlendirerek cevaplamaya çalışalım.
Muharrem Yılmaz, son derece mutedil ve olası bir tartışmadan kaçınan bir üslupla çıktı medyanın karşısına. Soruları cevaplarken de bu tavrını korumaya çalıştı.
Yılmaz'ın konuşmasında demokrasi sorunlarına ayırdığı alan, Ümit Boyner'in ayırdığı alandan daha azdı. Yılmaz, “başkanlık sistemi” kavgalarına sahne olan yeni anayasa çalışmaları için parlamanter sistemden yana bir işareti örtülü olarak verdi. “Geniş tabanlı bir uzlaşmanın en az yeni anayasanın içeriği kadar önemli olduğunu” vurgulayarak yaptı bunu. Malum, AKP''nin önerdiği başkanlık sistemi üzerinde parlamentoda geniş tabanlı bir mutabakat mümkün görünmüyor. Ancak, “uzlaşma komisyonunda mutabakat olursa” başkanlık sistemine de itirazları olmadığını kayda geçirdi Yılmaz.
Boyner döneminde olduğu gibi, Kürt sorununun çözümü için diyalog sürecine destek açıklaması yapan Yılmaz'a, “TÜSİAD Başbakan'la neden tartışıyor” gibi bir soru da yöneltildi. Yanıtı, “Böyle bir algıyı değiştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ülkenin ihtiyacı olan çatışma algısı değil” oldu. Yılmaz, soru üzerine siyasi olanlar dahil “hiçbir polemiğe girmeyeceklerinin” de altını çizdi. Başbakan Tayyip Erdoğan'dan istedikleri randevu için cevap beklediklerini belirtirken, “her yönetim döneminin başında ülkenin başbakanının görüşlerini almayı çok önemli bir girdi olarak gördüklerini” de vurguladı.
Ancak Yılmaz'ın, TÜSİAD'ın, ülkenin refahı ve demokrasinin kalitesi için görüşlerini dile getirmeye devam edeceğini vurguladığını da not edelim.
Muharrem Yılmaz'ın, Türkiye'de demokrasinin kalitesine ilişkin vurguyu temelde AB'ye üyelik perspektifinden yapmayı planladığı anlaşılıyor. TÜSİAD bünyesinde AB ile ilişkiler konusunda yeni bir komisyon oluşturulması da, Yılmaz'ın AB'yi odağına alan bir söylemi esas alacağının işaretini veriyor.
Sorun Boyner değil, tahammülsüzlüktü
Hassasiyetleri konusunda farklılık var mı, varsa bu farklılık hangi düzeyde bilmiyorum, ancak Muharrem Yılmaz ile Ümit Boyner'in aynı dalga boyunda olmadıkları açık.
Peki Boyner döneminde hükümetle yaşanan tartışmalar, mazideki gibi siyaseti domine etmeye çalışan bir TÜSİAD alışkanlığından mı kaynaklanıyordu?
Hayır. Ümit Boyner'in başkanlığı boyunca yaptığı açıklamalardaki vurgular, genelde “demokrasi açığı”, özelde ifade özgürlüğü ve kuvvetler ayrılığı ile yargı sorunları üzerinde odaklandı. Ancak bu sorunların dile getirilmesinden hoşlanmayan hükümet, medyaya karşı sergilediği hoşgörüsüz tutumu Boyner'den de esirgemedi.
Peki özellikle yargının durumuna itiraz ederek 2010'daki anayasa referandumuna destek açıklaması yapmayan, ama karşı da durmayan Boyner'e “Taraf olmayan bertaraf olur” diyen Başbakan'ın bugün yargıya isyan etmesi ne anlama geliyor?
Cevaplardan biri; TÜSİAD başkanlığının yakın zamanda hükümetle yaşadığı tartışmaların, Boyner'in açıklamalarından değil, haklı eleştirilere hükümetin duyduğu kızgınlıktan kaynaklandığıdır.
İnternette filtre girişiminin ifade ve yayın özgürlüğünü kısıtlamamasını isteyen Boyner'e Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın ne dediğini hatırlıyor musunuz?
“Kendisi iktidara geldiğinde porno oynatsın!..”
Yılmaz'ın, Boyner ile benzer bir üslup ve demokrasi sorunları konusunda aynı yelpazede bir tavır göstermeyeceği yeni dönemde hükümetle daha ılımlı ilişkiler arzulandığı açık. Yılmaz'ın başkanlığını destekleyen TÜSİAD'ın büyüklerinin de bunu arzuladığını söyleyebiliriz.
Basın toplantısı, TÜSİAD'dan siyasi polemik beklentilerine ilişkin sorulara da sahne olmadı değil. Bu durumu, muhalefeti Çankaya'dan beklemeye benzetiyorum. Hatırlayın; her tartışmada Anayasa'nın Cumhurbaşkanı'na parlamenter sistemi aşan yetkiler tanıdığını haklı olarak dile getiren birçok görüş sahibi, buna rağmen Çankaya'dan hükümete müdahale etmesini hep bekledi. Cumhurbaşkanlığı muhalefetinin parlamenter sistemin özüne ne kadar aykırı olduğu dert edilmedi. Bu çelişkili tutumu, yıllar içinde muhalefete düşen hemen hemen her parti sergiledi.
Evet TÜSİAD, elbette birçok gönüllü kuruluş gibi demokrasi sorunlarına ve kendi amaçlarına ilişkin olarak görüşler dile getirebilir, getiriyor da. Ancak bir iş dünyası örgütünden iktidara karşı siyasi tartışma çıkarmasını beklemek hem ekonomik iktidar sahipliğinin tabiatına ters, hem de siyasi muhalefet için bir odak kayması niteliği taşıyor.
Elbette, demokrasi sorunlarına ilişkin açıklamalara karşı tahammülsüzlük, o sorunları dile getirenlerin sorunu değil.
Velhasıl; TÜSİAD'da kadın başkanlar dönemi hoş bir seda olarak anılacak gibi görünüyor...
Son notumuz, TÜSİAD Başkanı Yılmaz'ı, Boyner'den sonra hükümetle nasıl bir denge tutturacağı noktasında sorgulayan medyaya ilişkin. Elbette mesleklerinin gereği olarak bu sorgulamayı yapan gazetecilerden değil, medya gruplarından söz ediyorum.söz ediyorum
Avrupa Birliği'nin hazırladığı son İlerleme Raporu'nda, Türkiye'deki ifade özgürlüğünün önündeki sürpriz engel ile oto-sansürün ardındaki sebebin nasıl kayda geçirildiğini hatırlıyor musunuz?
“Çıkarları düşünce ve bilginin serbestçe yayılmasının ötesine geçen işlerle uğraşan sanayi gruplarının sahip olduğu medya!..”
TÜSİAD, bir de “medya komisyonu” kurup, çoğu kendi üyesi olan medya patronlarıyla uzun uzun “bir demokrasi sorunu olarak grup medyaları” meselesini tartışmalı.
Ne dersiniz; demokrasiye, siyasetle tartışmaktan çok daha büyük bir katkısı olmaz mı?