TÜSİAD'ın PKK saldırıları nedeniyle son anda Bodrum'dan İstanbul'a alınan Yüksek İstişare Kurulu toplantısının yapıldığı Çırağan Sarayı'nda hemen herkesin kafasında “Türkiye'nin nereye sürüklendiği” sorusu vardı. Hükümetin “batıya rağmen” bir ton da taşıyan dış politika tercihleri ile yargıya yürütme müdahalesi eğilimlerinden duyulan tedirginlik gerek üyeler arasındaki sohbetlerde, gerekse açılış konuşmalarında ifadesini buldu.
TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu toplantısının açılışında Mustafa V. Koç ile Ümit Boyner'in dile getirdiği görüşleri, “TÜSİAD'dan zehir zemberek eleştiriler” gibi, konuşmaları “ortak akıl arayışı” hedefinden uzaklaştıran ve mesajları tahrip eden klişelerin çekiciliğine kapılmadan okumalıyız. Zira Koç ile Boyner'in konuşmaları hem içerik, hem tutturulan denge, hem kullanılan dil, hem de üslup açısından üzerinde durmayı gerektiriyor.
Diğer yandan, Türkiye'de yapılan gazeteciliğin, gazetecilik dışındaki ölçütlerin dayatması altında olmanın yanı sıra kişi ve kurumları birbirlerine karşı kışkırtma sonucunu doğuran kötü alışkanlıkları bulunduğunu kabul etmeliyiz.
Koç: Elbirliğiyle yaratılan gerginlik terörü tırmandırıyorTÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Koç, teröre verilen kayıplara duyulan üzüntüyü yansıtan bir üslup ve içerikte konuştu. Koç, son saldırılardan sonra hükümetin yeni örneklerini verdiği “terörle dış mihraklar arasında bağ” kurma refleksine bir şerh düştü ve asıl üzerinde durulması gereken konunun “siyasette gerginliğin devleti zaafa uğratacak ölçüde arttığı dönemlerde terörün tırmanması” olduğunu vurguladı.
Koç, Türkiye'deki siyasi gerginliğin “elbirliğiyle” yaratıldığını belirterek, bu açıdan iktidarın yanı sıra muhalefeti de sorunlu gördüklerini belli etti. Koç, aynı yaklaşımı, bundan sonra atılacak çözüm adımları konusunda hükümete destek olunması, hükümetin de “ortak akıl” ile hareket etmesi gerektiğini önerirken de sergiledi.
AKP'ye referandum eleştirisiKutuplaşmanın, “toplumsal uzlaşma belgesi” olması gereken Anayasa üzerinde bile yaşandığına işaret eden Koç, madde ismi vermedi, ancak Anayasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nda AKP'nin planladığı yeni oluşumun “yürütmenin yargı üzerindeki etkisini artıracağını” açıkça vurguladı. Koç'un, muhalefetin bu maddeler nedeniyle pakete destek vermemesi üzerine gündeme gelen referandumun, yaklaşan milletvekilliği ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde doğuracağı tablonun “ülkeye yarardan çok zarar vereceği” sözlerinin de AKP'ye gönderme içerdiğine kuşku yok.
Mustafa V. Koç'un, iş dünyasının kaygıları konusunda kayda geçirdiği diğer başlık, hükümetin dış politika çizgisine yönelik oldu. Türkiye'nin doğuya yöneliminin dünya ekonomisinin ağırlık noktasının kaydığı rota ile örtüştüğünü, hükümetin “komşularla sıfır sorun” politikası yönünde inisiyatif geliştirmesinde yadırganacak bir şey bulunmadığını belirten Koç, “Ancak” diyerek bu noktaya bir not düştü. “Bu inisiyatifleri geliştirirken, bazı aşırı girişim ve taahhütlerin yaratabileceği tuzaklara” dikkat çeken Koç, bu alanda yapılacak dikkatsizliklerin “Türkiye'yi izolasyona sürükleyebileceğini” vurguladı.
Hamas ve İran'la yakınlığa göndermeKoç'un hükümetin dış politika tercihlerini kastederek kullandığı “tek coğrafyada liderlik peşinde koşmak” ifadesi dikkat çekiciydi. Bu yönde ısrarın “Türk dış politikasının, ekonomide ulaşılan küresel perspektifin gerisine düşmesine neden olacağının” altını çizdi.
“Doğru eylemlerin yaratacağı olumlu etkileri yanlış söylemlerle yok etmeyelim... Türkiye, uluslararası ilişkilerde kendine yeni roller biçerken, bunun gerektirdiği güçlü zemini kendi içinde oluşturmaktan uzak bir seyir izliyor” diyen Koç'un, hükümetin özellikle İran ve Hamas'la “Batı'yı karşısına alarak” yakınlaşmasından ve İsrail ile krizden dolayı iş dünyasında büyüyen tedirginliği duyurmaya çalıştığını söyleyebiliriz.
Mustafa V. Koç'un, 2001 krizinin ertesinde finans sektörünü yeniden yapılandıran politikaları AKP Hükümeti'nin sürdürme kararlılığını “son derece isabetli ve övgüye değer olduğunu” söylediğini de not edelim.
Ümit Boyner'e göre siyaset çözemiyor ya da çözmüyorTÜSİAD Başkanı Ümit Boyner'in konuşmasında, terörün nasıl olup da önlenemediğini sorgulayan tutumun öne çıktığını söyleyebiliriz.
Boyner, Türkiye'nin “gelecek vizyonu”nu yitirmesini eleştirirken “Hangi yönetim zaafı, hatta körlüğü bizi kazandıklarımızın gerisine düşürdü, bunu sorgulamamız gerektiğine inanıyorum” ifadesini kullandı.
Türkiye'nin enerjisini geleceğini kurgulamak yerine siyasetin çözemediği ya da “çözmediği” sorunlara harcadığına işaret ederken Boyner'in yaptığı vurgu dikkat çekiciydi.
Kürt açılımının kötü yönetildiğini ve hayal kırıklığı yarattığını belirterek hükümeti, “inadına ret cephesi”ne dikkat çekerek de muhalefeti eleştiren Boyner, Türk siyasetinin en büyük zaaflarından birinin “kritik dönemlerde diyalog kapılarının kapalı tutulması” olduğunu söyledi.
“Türkiye'nin giderek zihinlerde etnik temellerde bölündüğünü” vurgulayan Ümit Boyner, konuşmasındaki en önemli vurgulardan birini bu noktada yaptı:
“Türkiye’nin nasıl olup da PKK’nın kontrol ettiği bir eylem planına uymak zorunda kaldığının, İmralı’nın ya da Kandil dağında oturan ve varlık sebeplerini savaşı sürdürmekte bulanların ne olup da terörün ritmini tayin edebildiğinin bize anlatılması gerektiğine inanıyoruz.”
Boyner kayıp gençler konusunda askerler ile PKK'lıları ayırmadıTÜSİAD Başkanı'nın konuşmasında dikkat çeken bölümlerden biri de, terör nedeniyle yaşanan can kayıplarına değinirken, askerler ve PKK'lılar için ayrı başlıklar açmamasıydı. Boyner “Gencecik çocukların neden öldüklerinin muhasebesinin şeffaf bir şekilde yapılmasını talep ediyoruz. Ölenler bizim canlarımızdır” ifadesini tercih etmişti.
Benzer bir yaklaşımı ailelerin çektiği acılar açısından Devlet Bakanı Egemen Bağış'ın da sergilediğini hatırlatalım. Kaybedilen hayatlar ve evlat acısı çeken aileler arasında ayrım gözetmeyen bu tutum, insanî olmanın yanı sıra iki kutuptaki insanları birbirini anlamaya yaklaştırabilir.
Konjonktüre gönderme yapan metafor: Cemaat
Boyner'in konuşması, geçmişte siyaset cephesinden gelen “TÜSİAD işine baksın” yaklaşımı için de yanıtlar içeriyordu. “Bugünkü gibi zor zamanlarda bizim konuşmamız önem taşır. Konuşmayı sürdürmeliyiz. Türkiye'de bugün susması gereken yegâne unsur silahlardır” diyen Boyner'in TÜSİAD'ın geçmişten bugüne başlattığı tartışmalar ve yayımladığı raporları gerekçelendirirken konjonktüre gönderme içeren “cemaat” metaforu dikkat çekiciydi:
“TÜSİAD’ın inatla ve ısrarla bunları yapmasının en önemli nedeni de kendisini yalnızca bir cemaatin, sınıfın, çıkar grubunun gündemini değil tüm toplumun çıkarlarını savunmakla yükümlü hissetmesidir. Varlığımızın da buna bağlı olduğunu biliyoruz. Kısacası bizim cemaatimiz toplumun tümüdür.”
Vergi mükelleflerinin hesap sorma hakkı“Peki toplumun tümü için konuşma hakkını nereden buluyorsunuz diyenler de oluyor” diyen Boyner'in bu tavra “rakamlarla” verdiği yanıtın, Amerikan demokrasisinin temel değerlerinden olan “vergi mükelleflerinin hesap sorma hakkı”nı çağrıştırdığını belirtelim:
“Türkiye’de kamu dışı üretimin yüzde 65’i, kayıtlı istihdamın yüzde 50’si, enerji dışındaki ithalat ve ihracat hacminde yüzde 85’i, devletin en önemli gelir kaynaklarından kurumlar vergisinin yüzde 90’ı TÜSİAD üyelerinden kaynaklanıyor. Yalnız biz değil, dünyanın en yüksek dolaylı vergi yükünü taşıyan bu toplum da parasının hesabını sormak, kaynakların doğru hedeflere, etkili şekilde ve adilce dağıtıldığından emin olmak hakkına sahiptir.”
Yargıda bağımsızlıkla tarafsızlık takas edilebilir mi?Ümit Boyner, yargı içindeki çekişme için “iç savaş manzaraları” ifadesini kullandı ve bu tablonun ortaya koyduğu “hukukun siyasetin bir uzantısı gibi görülmesinin kabul edilebilecek bir durum olmadığını” vurguladı. Anayasa paketinde tartışılan maddelerin yargı üzerinde yürütme etkisini artıracağını belirten Boyner, yargı için ikisi de vazgeçilmez olan iki ilkenin birbirinin alternatifi haline getirilmesine itiraz ederken çarpıcı bir benzetme yaptı. “Tarafsızlıkla bağımsızlık arasında takas izlenimi veren düzenlemeler” ifadesini kullandı.
Boyner, cari açık dışındaki temel göstergeleri “bir hayli olumlu” bulmakla beraber, “ekonomide yapısal reformların sürdürülmesi konusunda kaygı verici bir irade eksikliği olduğunu” da vurguladı. Kamu ihalelerine ilişkin olarak -bizce utanç verici olan- düzenlemeleri “başladığımız noktadan bile geriye düştüğümüzü gösteren vahim bir örnek” olarak dile getirdi.
Türk dış politikasının bölgesel açılımına destek verdiklerini belirtirken Boyner de, Koç gibi önemli bir şerh düştü. “Sürekli hareket halindeki bir dış politikanın kazanımlarını konsolide etme vakti bulamamasından, taşıyabileceğinden ağır bir yük üstleniyor olmasından, Türkiye'nin öncelikleri konusunda tereddüt yaratılmasından” endişe ettiklerini söyledi.
Hükümete dış politikada 'steril dil' davetiÜmit Boyner'in, dil konusunda yaptığı ve doğrudan Başbakan Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun tartışılan açıklamalarına gönderme içeren bir uyarıyı da not ederek bu uzun yazıyı noktalayalım:
“Dış politikanın iletişimini doğru yapmak zorundayız. Zira bugünün dünyasında yaptığınız işler kadar bunları yaparken kullandığınız yöntem ve tercih etiğiniz dil de dikkate alınıyor.
Dış politikanızdaki dil aynı zamanda değerler tercihinize de ayna tutuyor. Bu bağlamda dış politikanın daha 'steril' sayılabilecek dilinden fazla uzaklaşmayı, ideolojik dayanışma duygusu veren söylemleri kullanmayı çok sağlıklı bulmuyoruz.”
Türkiye'nin yararları; TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu'nun açılışında yapılan konuşmaları gerginliği artıracak yeni çıkışlar olarak değil, üslup, denge ve içerik açısından siyasetin faydalanması gereken paylaşımlar olarak değerlendirmeyi gerektiriyor.
Hiç olmazsa insan hayatı ve toplum çıkarı için, “düşmanlık” alameti saydığımız eleştiriden yararlanabilmeyi öğrenmeliyiz...
TÜSİAD YİK Başkanı V. Koç'un konuşmasının tam metniTÜSİAD Başkanı Ümit Boyner'in konuşmasının tam metni