28 Şubat perşembe gününden beri Namık Durukan’ın “İmralı zabıtları” başlığıyla Milliyet’te yayımlanan görüşme notlarını tartışıyoruz. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “gayrı milli yayıncılık” diye niteleyip “Gazeteciliğiniz batsın” sözleriyle bir kez daha tanık olduğumuz medyaya ayar verme seansını, durumdan vazife çıkaran çok sayıda gazetecinin “ulusa sesleniş”i izledi.
Ancak 28 Şubat’ta yayımlanan dosyayı “ikinci 28 Şubat vakası” hâline getiren sadece bu değil. Mesele, İmralı notlarını habercilik çabası dışında değerlendirenlerin, gazeteciliğin uğradığı saldırıyı rasyonalize etmeye çalışan gazetecilerin çokluğu.
Durukan yazınca mı sabotaj?
Misal, Radikal’in, İmralı notları dosyasını “2. sabotaj” başlığıyla manşet yapmasını, haberciliğe saldırı saymazsak nasıl değerlendireceğiz? Radikal’in Yayın Yönetmeni Eyüp Can’ın İmralı’da neler olduğu konusundaki yazıları “gazetecilik”se, Durukan’ın İmralı’dan aktardığı görüşme notları nasıl “sabotaj” oluyor?
Star Medya Grup Başkanı Mustafa Karaalioğlu da, Milliyet’i “edisyon süzgeci”nden (“editoryal süzgeç” demek istiyor) geçirmeden haberi yayımlamakla eleştiriyor ve provokasyonu “yeni medya”nın engellediğini öne sürüyordu. Şu satırlar, 4 Mart’taki yazısından:
“Merkez medyanın demokrat ve çözümcü kimliği hasarın büyümesini önlemiştir. Bir de eski merkezin hâlâ medyada egemen olduğunu düşünsenize...
Merkez medya; yani, başta STAR, Yeni Şafak, Sabah, Zaman ve Türkiye gibi gazeteler Kürt meselesinde çözümün yanında tavırlarını sürdürerek, Paris cinayetinde olduğu gibi tutanak olayında da topluma madalyonun arkasını göstermişlerdir...
Neyse ki bu ülkenin yeni medyası, darbelerden arınma sürecinde olduğu gibi (...) bugün de ağırlığını demokrasiden ve çözümden yana koymuştur...”
Karaalioğlu, “Neyse ki artık çözüm isteyen bir merkez medya var” yazısında böyle diyor. O medyanın “çözüm”ün yanı sıra iş dünyasının kulağını çekerek “ilan ve reklam” da istediğini Karaalioğlu’nun yazılarından biliyoruz.
Yeni Şafak ile Star gazetelerinde Karaalioğlu’nun halefi olan Yusuf Ziya Cömert de, “O haberi yapar mıydım” başlıklı yazısında “haberin sürece zarar verip vermeyeceğini” düşüneceğini vurguluyor ve “Editoryal süzgeçten geçirdikten sonra yayımlardım” diyor.
Eski ve yeni medyanın farkı
Cömert’in vurgusu önemli. Elbette Milliyet, görüşme notlarını nasıl yansıttığı konusunda editoryal bir not düşebilirdi.
Ancak Cömert’in bugünkü sözlerini; PKK’nın Çukurca saldırısı üzerine, BDP milletvekillerini sıralayıp “Katil sizsiniz” başlığıyla hedef gösteren (18 Ağustos 2011) Yeni Şafak’ın manşetini unutarak, o Yeni Şafak’ı aynı Cömert’in yönettiğini bir kenara bırakarak okuyabilir misiniz?
Diyelim ki Sabah’ın, “Yüzde 50’nin sırrı: Seküler kitle” başlıklı haberinde (3 Ekim 2011) AKP’yi destekleyen seçmenler arasında kendilerini “İslamcı” olarak tanımlayan yüzde 36,5’lik kesimi sakladığını unuttunuz. Aynı Sabah’ın, 13 Kasım 2012’de, şehit ailelerine atıfla Öcalan için manşetine çıkardığı “İdamı getirin, bu işi bitirin” başlığını unutabilir misiniz?
Her türlü iktidara müptela eski medyanın günahları, Başbakan’ın havasına göre “Türk basın kuvvetleri”ne dönüşüveren yeni medyayı aklayamaz. Çehov der ki; “Başkalarının günahıyla aziz olunmaz!..”
Evet; kim, ne karşılığında susuyor?
Eski medya ile yenisi arasındaki fark, bu sorunun cevabı dışında pek bir şey vaat etmiyor...
(T24 / Taraf - 7 Mart 2013)