Biz sizin işkencelerinizle, cinayetlerinizle büyüdük!
Sahnede olduğu herhangi bir zamanda devletin bu duyguyu yaşatmadığı bir kuşak oldu mu bu ülkede?
Yazmaktan başka hiçbir şey yapmayan Sabahattin Ali neden öldürüldü? 1948 yılındaki o cinayeti “Milli Emniyet’e çalıştığını” söyleyen ve bu ülkenin en büyük edebiyaçtılarından birini “milli hislerle öldürdüğünü” ilan eden Ali Ertekin neden doğru dürüst cezaevinde bile tutulmadan affedildi?
Nâzım Hikmet, ne yapmıştı da ömrünün önemli bir bölümünü Sabahattin Ali’nin katillerine bile reva görülmeyen cezaevlerinde geçirdi, nihayet dilini eşsiz dizelerle dünyaya tercüme ettiği ülkesini terk etmek zorunda kaldı?
Sahi, bu ülkenin yetiştirdiği en büyük sanatçılardan Abidin Dino yıllarca sürgün edildikten sonra ülkesini bırakıp kaçmak zorunda kaldığında, Ankara’da yaptığı seramikleri “komünist propagandası” diye kimler, neden tutukladı?
Neden kitaplar yasaklandı bu ülkede, neden başbakanlar, bakanlar, gençler darağaçlarına çekildi?
Diyarbakır Cezaevi’nde lağım çukurundan çıkarılan insanlara cop sokup “Ne mutlu Türküm diyene” sözlerini bağırtarak koşturmak kimin aklına geldi, niçin?
Bu “büyük devlet” neden bu kadar korkttu hukuktan, Kürtten, Kürtçe’den, kitaptan?
Neden Mehmet Ali Ağca gibi katiller korunup kollanırken misal İsmail Beşikçi sadece yazı yazdığı için neredeyse 30 yılını cezaevlerinde geçirdi?
Hrant Dink’i nasıl göstere göstere öldürdü bu ülke?
Ne diyeceksiniz şimdi “Biz sizin işkencelerinizle, cinayetlerinizle büyüdük” diyen bu kuşaklara?
“Devletin bekası” mı?
Öyleyse size, Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde yapılan konuşmalar ortaya çıktı diye sanki Türkiye ilk kez duyuyormuş gibi günlerdir yazılıp çizilen pis mi pis o cinayetin aslında 15 yıl önce hem ilan, hem de hasır altı edilmiş hikâyesini anlatayım. Bir derin devlet, evet, ama aynı zamanda bir derin hükümet, bir kirli siyaset cinayetidir bu. Bir faili meşhur cinayetin hikâyesidir…
***
“Kumarhaneler Kralı” olarak bilinen Ömer Lütfi Topal, uyuşturucu suçu nedeniyle Belçika ve ABD cezaevlerinde yatmış eski bir hükümlüydü. Türkiye’nin yanı sıra KKTC, Polonya, Romanya, Azerbaycan ve Türkmenistan’da onlarca kumarhanesi vardı. Yıllık gelirinin 1 milyar doları aştığı yolunda rivayetler dolaşıyordu.
28 Temmuz 1996, saat 23:30
Kendisine çelik yelek ısmarlamıştı, öldürülmekten korkuyordu Topal. “Yeşil” diye bilinen ve yıllardır sırra kadem basan Ahmet Demir tarafından tehdit edildiği söyleniyor, ülkücülerin “Reis”i, devletin gizli elemanı Abdullah Çatlı’dan yardım istediği konuşuluyordu.
Uzun süredir korktuğu, 28 Temmuz 1996 gecesi başına gelecekti.Saat 23:30 sıralarında İstanbul Yeniköy'deki evine giderken, 34 BTG 96 plakalı otomobilinde Kalaşnikof silahlarla çapraz ateşe alınarak öldürüldü. Eldivenle kullanılan silahlar, profesyoneller arasında yaygın bir usulle cinayet mahalline bırakıldı. Profesyonel katiller, cinayet işledikleri silahları kendilerinin daha sonra ulaşabilecekleri yerlere bırakırlarsa yakalandıklarında o silahların kendilerine buldurulması olasılığını dikkate alarak böyle yapıyorlardı.
Polise gelen ihbar üzerine saldırganların kullandığı sahte plakalı otomobil, kısa süre sonra Sarıyer’de bulundu. İçinde Uzi marka makinalı tabancaya ait şarjör, Kalaşnikof şarjörü, 52 mermi, havlu, sırt çantası ve ameliyat eldiveni bulunan otomobilin Ankara'dan çalıntı olduğu söylendi.
Balistik incelemede silahların, daha önce hiçbir saldırıda kullanılmadığı belirlendi. Ve cinayetin, kumar sektörünün kendi içindeki hesaplaşmasından kaynaklandığı düşünüldü.
Emniyete ihbar: Özel tim polisleri öldürdü
Ancak yaklaşık bir ay sonra, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğü’ne ikinci bir ihbar geldi. İhbarı yapanlara göre, cinayeti Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekât Dairesi’ne bağlı özel tim polisleri Ayhan Çarkın, Ercan Ersoy ve Oğuz Yorulmaz ile Topal’ın ortaklarından “Arnuvut Sami” lakaplı Sami Hoştan ile “Aliço” lakaplı Ali Fevzi Bir’in işlemiştir.
Olay tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü koltuğunda Kemal Yazıcıoğlu oturmaktadır. Mesut Yılmaz hükümeti döneminde bu göreve atanan Yazıcıoğlu, cinayet sırasında işbaşında olan ve Refah Partisi ile DYP ortaklığında kurulan REFAHYOL hükümeti döneminde de İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nü sürdürmektedir.
12 Eylül darbesi öncesinde Ankara’da, emniyetçilerin “D Grubu” dedikleri Derin Araştırma Laboratuvarı’nın (DAL) başında bulunan, MHP iddianamesinde “ülkücülere yardım eden polis” olarak adı geçen, Alpaslan Türkeş adına açılan deftere “Başbuğum, ne öğrendiysem senden öğrendim” diye yazdığı belirtilen ve defalarca işkenceyle suçlanan Yazıcıoğlu, bu kez mesleğinin gerektirdiği yerdedir. İhbarda adı geçenleri gözaltına aldırır.
Gözaltı operasyonun hemen ardından Yazıcıoğlu’nun telefonu sık sık çalmaya, devletin ve siyasetin zirvelerinden sorular gelmeye başlar.
Soru yağmuru: Özel timciler neden gözaltında?
Kimlerin aradığını Yazıcıoğlu’nun kendisinden dinleyelim. Tarih 27 Aralık 1996. Yer TBMM Susurluk Skandalını Araştırma Komisyonu:
“Ertesi gün sabahleyin veya alındığı gün sanıyorum, Sayın Sedat Bucak (iktidar ortağı DYP’nin Şanlıurfa Milletvekili) beni aradı, bana bu şahısların, özellikle Özel Harekâtçıların niye alındığını sordu, ben ‘bilmiyorum’ dedim, başlangıçta hakikaten bilmiyordum, o anda alınıp alınmadıklarını.
Ondan sonra ‘bakayım inceleyeyim’ dedim. Baktım, ikinci kez beni aradı, bir tahkikatla ilgili alındıklarını söyledim. ‘Peki’ dedi. Ondan sonra birkaç kez daha aramış beni, ama, ben kendisiyle görüşme fırsatı bulamadım.
Ertesi gün Emniyet Genel Müdür Muavini Halil Tuğ bana geldi, öğleye yakındı sanıyorum, Sayın Bakan’ın (İçişleri Bakanı Mehmet Ağar) kendisini gönderdiğini, bu alınan şahısların ne olduğunu, niçin alındığını sordu, ben de kendisine izah ettim, böyle böyle bu Ömer Lütfü Topal olayıyla ilgili aldığımız bir ihbarın değerlendirilmesi sonucu alındığını; ama, herhangi bir bulguya rastlayamadığımızı söyledim. Ondan sonra kendisi gitti. ‘Sayın Bakan öğleden sonra gelecek’ dedi, hakikaten Sayın Bakan geldi. Havaalanında bir odada oturduk. Bana ‘mesele nedir’ diye sordu, anlattım, yine Halil Tuğ'a anlattığım gibi. Yani, bu şahısları bu şekilde aldığımızı; ama, herhangi bir maddî bulguya rastlayamadığımızı. ‘Peki, o zaman bir de bizim Emniyet Genel Müdürlüğü bunları incelesin’ dedi. ‘Peki Sayın Bakanım’ dedim…”
‘Ağar, özel timciler için İbrahim Şahin’i gönderdi…’
Bugün devlet görevlilerinin işlediği cinayetleri itiraf eden Ayhan Çarkın ve arkadaşları 15 yıl önce, bir başka deyişle bugün itiraf edilen cinayetlerin peş peşe işlendiği sıralarda gözaltına alındıklarında Ankara ayağa kalkmıştır. İçişleri Bakanı Mehmet Ağar ile DYP Milletvekili “korucubaşı” Sedat Bucak ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün “neden gözaltına aldınız” sorgusu böyle başlar.
Devam edelim. Kemal Yazıcıoğlu anlatıyor:
“(Mehmet Ağar) ‘Bir de şeyde incelensin, bir mahzuru var mı’ dedi, ben mahzuru olmadığını söyledim, çünkü, suç teşkil edecek herhangi bir bulguya rastlanmadığı için… ‘Peki, gönderin’ dedi. ‘Yalnız, siz talimat verin efendim’ dedim. Yani ‘Benim göndermem olmaz, sizin talimatınız olsun’ dedim. ‘Peki, ben hallederim, seni ararlar’ dedi.
Ondan sonra sanıyorum Emniyet Genel Müdür Muavini Sayın Halil Tuğ'a söylemiş, bir de Özel Harekât Daire Başkanı, bu şahıslar Özel Harekâtçı olduğu için, İbrahim Şahin'e söylemiş. Ben de yardımcıma dedim ki ‘Bu şahısları bırakma tut, Sayın Bakan’ın talimatıdır, Emniyet Genel Müdürlüğü’nden gelip alacaklar bunları, ben sana bilgi veririm’ dedim. Bilgi Ünal'a söyledim. Akşam saatleriydi, İbrahim Şahin beni telefonla aradı, polis evindeydim, yemek yiyordum, ‘Geldim abi’ dedi, ‘Peki’ dedim, ‘Bilgi ile irtibat kur şahısları alırsınız’ dedim. Basının görmemesi amacıyla, bunları turnikelerde teslim almak istemişler ve oradan teslim alıp götürmüşler. Bu olay bu şekilde bitti bizde.”
‘Cinayeti itiraf edecek duruma gelirlerdi…’
Halen Ergenekon davasında tutuklu olarak yargılanan dönemin Özel Harekât Daire Başkan Vekili İbrahim Şahin’in Ağar’ın emriyle Topal cinayetinde suçlanan polisleri olay mahallinden uzaklaştırmasının kısa hikâyesi böyle.
Çarkın ve arkadaşları olaya derhal müdahale eden Ankara’nın şefkatiyle serbest bırakılır.
Bu arada, devlet görevlisi-siyasetçi-mafya ilişkilerini ortaya serecek Susurluk skanladı patlar. 3 Kasım 1996’da Susurluk’ta kamyona çarpan Mercedes’in içinde sözüm ona polisin aradığı Abdullah Çatlı, polis şefi Hüseyin Kocadağ ve gözaltına alınan polisler için defalarca İstanbul Emniyet Müdürü Yazıcıoğlu’nu arayan Sedat Bucak’ın birlikte olduğu anlaşılır!
Özel timciler serbest bıraktırılmıştır, ancak diğer yandan Topal cinayeti için ihbarlar gelmeye, İstanbul Emniyeti de olayı araştırmaya devam etmektedir. Sözü yine Yazıcıoğlu’na bırakalım:
“Biz çalışmalarımızı yürütüyoruz tabiî, yani Ömer Lütfü Topal olayının aydınlatılması açısından bir sürü faaliyet yürütüyoruz. Son Susurluk olayı olmadan önce aldığım birtakım bilgiler oldu, ben Emniyet Müdürü olduğum için hem istihbarî, hem duyumlar açısından birtakım bilgiler alırım, bana bilgi kaynaklarından gelir ve bunları zaman zaman değerlendiririm. Aldığım bu bilgilerden olayın tekrar bunlar, bu şahıslar (özel tim polisleri) üzerine doğru yönlendiğini hissettim, yalnız bu bendeki bilgi değil de karine diyebileceğimiz veya işaret diyebileceğimiz hususlar natamam vaziyette.
Bu halde iken Susurluk olayı patlak verdi, ondan sonra işte Sayın Cumhurbaşkanımız, Başbakanımızla görüşmem ve bakanla görüşmemiz oldu. Ben bu konuları bu şekilde aktardım Sayın Cumhurbaşkanımıza, Başbakanımıza, bu şahısların, bendeki bu karineler, bu işaretler muvacehesinde; ama, yarımdır daha natamamdır, bunların tamamlanması gerekir, bunları tamamlayabildiğimiz takdirde bu şahısların inkâr edemeyecekleri duruma gelecekleri, hatta itiraf edebileceklerini yan delillerle birlikte tespit edildikten sonra sağlayabileceğimi söyledim… Bu konuyu aydınlatabileceğimi söyledim. Bunun yanında bana Sayın Cumhurbaşkanım ‘kaset var mı, belge var mı, video bandı var mı’ dedi. Kesinlikle böyle bir şey olmadığını söyledim…”
Silahta tanıdık bir parmak izi
Yazıcıoğlu’na göre; çapraz ateş açan iki tetikçi, bir gözcü ve otomobilde bekleyen bir kişi olmak üzere Topal cinayetinde en az dört icracı vardır.
Cinayet yerine bırakılan iki Kaleşnikof temizdir. Ancak ilk incelemeler sırasında, silahta peşpeşe kullanılacak mermi sayısını artırmak için birbirine eklenmiş iki şarjörü yapıştıran bandın üzerinde, sağ elin işaret parmağının boğum bölgesinden bir iz bulunmuştur. Bu iz, gözaltına alınan polisler ile Sami Hoştan ve Ali Fevzi Bir’in parmak izleriyle karşılaştırılır ama izler birbirini tutmaz.
Geçen süre içinde elektronik ortamda karşılaştırılamayan bu parmak izinin, emniyet arşivindeki milyonlarca parmak izi arasından kime ait olduğunun tespiti de yapılamaz.
Derken İstanbul polisi gazetelerde çıkan bir haberi fark eder ya da Topal cinayetinde hep olduğu gibi birileri polisin dikkatini bu habere çeker. Susurluk skandalının patlamasının ardından çıkan bu haberde, Abdullah Çatlı’nın 1992 yılında “Şahin Ekli” adına düzenlenmiş sahte pasaportla yurtdışına çıkmak isterken havaalanında yakalandığı belirtilmektedir.
Yazıcıoğlu’nun TBMM Susurluk Komisyonu’ndaki anlatımlarına göre, İstanbul polisi, “Eğer Çatlı yakalanmışsa, bunun parmak izi de alınmıştır” diye düşünür. Arşive bakılır, gerçekten “Şahin Ekli-Abdullah Çatlı” adına tam 10 parmağın izi de alınmıştır. Bunlar çıkarılır ve Topal cinayetinde kullanılan silahın şarjör bandı üzerindeki parmak iziyle karşılaştırır. Ve Yazıcıoğlu’nun ifadesiyle “şak diye oturur parmak izi.”
Elde edilen delile göre iki olasılık vardır. Çatlı ya Topal’ı çapraz ateşle öldüren tetikçilerden biridir ya da en azından cinayette kullanılan Kaleşnikofu bizzat saldırıya hazırlamıştır. Nitekim ülkücülere yakınlığıyla bilinen Yazıcıoğlu TBMM’deki anlatımlarında , ülkücülerin reisi için “Abdullah Çatlı’nın bu olayda olduğu kesindir. Bu reddedilemez bir delil” der.
‘Cinayeti çözerim’ dedi ve…
Peki, Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a, İçişleri Bakanı’na “cinayeti üç polisin işlediği yolunda işaretler olduğunu, olayı aydınlatabileceğini ve Topal’ı öldürdüklerini itiraf ettirebileceğini”, hatta bu sonuç için “sadece 10-15 güne ihtiyacı olduğunu, elindeki verilerin bu beş kişinin veya bir bölümünün bu cinayetin içinde olduğunu gösterdiğini” söyleyen İstanbul Emniyet Müdürü nasıl bir karşılık alır?
Yazıcıoğlu’nun anlatımlarından özetleyerek aktaralım.
Sene 1996. Kasım ayının ortaları. Yazıcıoğlu, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’la görüştükten sonra karayoluyla İstanbul’a dönmektedir. Saat 23:00 sıralarında Kocaeli civarındayken telefon çalar. Arayan, Susurluk skandalının ardından istifa etmek zorunda kalan Mehmet Ağar’ın yerine İçişleri Bakanlığı’na atanan Meral Akşener’in özel kalem görevlileridir. Akşener’in, ertesi sabah 07:30’da Ankara Nenehatun Caddesi’ndeki özel ofisinde kendisini beklediğini söylerler.
O saat için uçak bulamaz, iki kez Meral Akşener bizzat görüşür kendisiyle. Yazıcıoğlu bakana, en erken 08:30’da ofisinde olabileceğini söyler. Akşener’in acelesi vardır, “08:00-08:30’da bekliyorum seni sabahleyin” der.
Yazıcıoğlu, ofise 08:30’da gider. Tuhaf bir görüşmedir, zira bakan o kadar acele ettiği görüşmede sadece iki soru sorar. Birincisi; polisin adı karışan Topal cinayetiyle ilgili olarak “Sende kaset, bilgi, belge var mı” olur.
“Kaset yok bende, belge yok” der Yazıcıoğlu. Ama, devletin zirvesine söylediği gibi o aşamada bilgi, daha doğrusu ciddi bazı karineler, işaretler vardır. Her neyse, “Kaset ve belge yok” der.
İkinci soru daha basittir; “Peki sen Mesut Bey’le (Yılmaz) irtibatlı mısın?”
Kendisiyle birkaç kez görüşmüştür, ancak Mesut Yılmaz’la, Akşener’in kastettiği manada bir irtibatı olmadığını söyler.
Olayla ilgili başka bir sorusu olmaz Akşener’in. Yazıcıoğlu izin ister ve İstanbul’a döner. Akşener’le görüşmesinin üzerinden beş-altı saat geçmiştir, ekibiyle toplantı halindeyken bir arkadaşı arar. “Televizyonları izliyor musun” diye sorar. “Hayır” der.
Televizyonlar, devletin ve hükümetin zirvesine Topal cinayetini 10-15 günde çözebileceğini, özel tim polislerinden itiraf alabileceğini söyleyen Kemal Yazıcıoğlu’nun İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevinden alındığını haber vermektedir!
Özel timcilere ilişkin ihbarı alan ve cinayeti soruşturan asayişten sorumlu İstanbul Emniyet müdür Yardımcısı Bilgi Ünal’ın durumu nedir, diye merak edilir. İçişleri Bakanı Akşener ve lideri Başbakan Yardımcısı olan Tansu Çiller onu da düşünmüştür; Ünal da Yazıcıoğlu ile aynı gün görevden alınmıştır.
Cinayeti çözmeye doğru giden, ancak derhal önü kesilen süreci şöyle anlatır Yazıcıoğlu:
“Cinayetten sonra ilk ihbarla araba çalışır vaziyette bulunuyor. Enteresandır, ondan sonra bu adamlar (özel timciler) yakalanıyor. Ondan sonra da bir ihbarla da belki karineler geliyor. Ondan sonra da bir ihbarla da bilmem ne olacaktır…”
Hükümetin başında Susurluk skandalı için “Fasa füso”, kirli ilişkilerin aydınlanması için “sürekli aydınlık için bir dakika karanlık” eylemini yapanlara da “Gulu gulu dansı yapıyorlar” diyen Necmettin Erbakan ve partisi vardır. Hükümet ortağı DYP’nin genel başkanı ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, “Devlet için kurşun atan da, kurşun yiyen de bizim için şereflidir” diyerek Abdullah Çatlı’yı savunmaktadır. Aynı Çiller, “Elimizde PKK’ya yardım eden Kürt işadamlarının listesi var. Devlet bunlarla her türlü mücadele edecektir” dedikten sonra Kürt işadamı, bürokrat, siyasetçi ve hukukçular peşpeşe öldürülecek, o gün devlet, hükümet ve siyasetin koruduğu Ayhan Çarkın, 15 yıl sonra bu cinayetleri itiraf ederek tutuklanacaktır.
Üç polise özel atama ve cinayet davasında karar
Evet, ekip işte bu hükümetin marifetiyle dağıtılır ve ondan sonra hiçbir şey olmaz. Hatta TBMM Susurluk komisyonu üyelerine “Ben ağzımın payını aldım” diyen Yazıcıoğlu TBMM’de “tedirgin olan İstanbul polisi hiçbir olayın üzerine eğilmediğini” söyler.
Tam o sırada ilginç bir şey olur! Suçlanan ve apar topar serbest bıraktırılan üç polisin, “bakan oluru” ile DYP Şanlıurfa Milletvekili olan ve “korucubaşı” diye de anılan Sedat Bucak’ın koruma görevlisi yapıldıkları ortaya çıkar.
Ne zaman? 17 Ekim 1996’da.
Yani Susurluk skandalını patlatacak kazaya tam 16 gün kala bu atama yapılır. Hatırlayın; Sedat Bucak, Abdullah Çatlı ve polis şefi Hüseyin Kocadağ kazayı yapan Mercedes’in içinde yan yanadır!
Çatlı ve Kocadağ kazada can verir. Sedat Bucak hafif yaralı kurtulur; ama uzunca bir süre “Hafızamı kaybettim” diyecektir.
Susurluk skandalını simgeleyen kanıtlardan biri, özel timci polisleri Topal cinayetinden sonra İstanbul’dan Ankara’ya götüren Özel Harekât Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin ile Abdullah Çatlı’yı bir düğünde karşılıklı göbek atarken gösteren fotoğraftır. Göbek atanlar arasında özel timciler de vardır! Susurluk skandalına ilişkin yargılama başladığında ikinci hafıza kaybı haberi de, işte bu kareden gelir; İbrahim Şahin de her şeyi unutmuştur!
Mahkemenin kararı ve tablonun özeti…
Cinayetle ilgili olarak Topal’ın eski iş ortakları Ali Fevzi Bir ve Sami Hoştan ile özel harekâtçı polisler Ercan Ersoy, Ayhan Çarkın, Oğuz Yorulmaz ve Haluk Kırcı (evet Haluk Kırcı!), Beyoğlu 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandılar. Yaklaşık beş yıl süren yargılamanın ardından mahkeme, cinayet günü aralarında yoğun bir telefon trafiği de tespit edilen “sanıkların mahkûmiyetlerine yeterli, kesin ve inandırıcı kanıt elde edilemediği” gerekçesiyle beraat kararı verdi.
Şimdi biraz duralım ve en önemli bulguyu en sona bırakarak buraya kadar olan bölümü özetleyelim.
- Ömer Lütfi Topal’ı öldüren silahın üzerinde Abdullah Çatlı’nın parmak izi çıkıyor.
- Topal’ın üç özel tim polisi tarafından öldürüldüğü yolunda ihbar geliyor.
- İhbar üzerine gözaltına alınan üç polis için İçişleri Bakanı Mehmet Ağar, Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Halil Tuğ ve DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak, İstanbul Emniyet Müdürü Yazıcıoğlu’nu “Ne oluyor, niye aldınız bu polisleri” diye soru yağmuruna tutuyor.
- Yazıcıoğlu, cinayetin bu polisler tarafından işlendiği yolunda önemli işaretler olduğunu belirtiyor, olayı 10-15 gün içinde aydınlatabileceğini, polislerin itiraf noktasına geleceklerini söylüyor.
- Yazıcıoğlu devletin ve hükümetin zirvesine olayı aydınlatabileceğini söylemesinin üzerinden 24 saat geçmeden, cinayeti araştıran yardımcısıyla birlikte görevden alınıyor.
- Cinayetten sonra gözaltına alınan polisler o sırada İçişleri Bakanı olan Mehmet Ağar’ın emriyle İbrahim Şahin tarafından İstanbul’dan Ankara’ya götürülüyor ve serbest bırakılıyor.
- 3 Kasım 1996’da patlayan Susurluk skandalından yaklaşık 1,5 ay sonra , 22 Aralık 1996’da dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel başkanlığında Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, muhalefet liderleri Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz, Deniz Baykal ve Muhsin Yazıcıoğlu’nun katılımıyla liderler zirvesi yapılıyor ve bütün bu ayrıntılar konuşuluyor. Başbakan Erbakan, konuşulanların “gizli kalmasını” istiyor! Aslında Yazıcıoğlu’nun 15 yıl önce TBMM’de anlattıkları, Çankaya’daki toplantının tutanaklarının “gizlilik ricası yapılan devletin zirvesinin de kulağının üzerine yattığını göstermesi” dışında yeni bir bilgi içermediğini gösteriyor.
- Zirvenin bugünlerde yayımlanan 75 sayfalık tutanaklarına göre, Başbakan Erbakan, MİT’in kendisine verdiği bilgiye dayanarak, DYP milletvekili Sedat Bucak’ın, kumarhanelerden haraç topladığını söylüyor. “Kumarhaneler kralı”nı öldüren silahta Bucak’ın aynı otomobilde yolculuk yaptığı yakın arkadaşı Abdullah Çatlı’nın parmak izi çıktığını hatırlatalım. “Kumarhaneler kralı” Topal’ı öldürmekle suçlanan polislerin serbest bırakıldıktan hemen sonra, aynı Sedat Bucak’ın koruma görevlisi olarak atandıklarının altını çizelim!
- Bir hatırlatma da, Mehmet Ağar için. Topal’ı öldürmekle suçlanan polisleri Ankara’ya getirten Ağar, Susurluk skandalından yaklaşık 15 yıl sonra, Abdullah Çatlı’ya sahte isimle silah ruhsatı ve pasaport sağlamaktan suçlu bulundu.
- Ortaya çıkan tabloya bakar mısınız: Devletin zirvesinde “kumarhanalerden haraç almak”la suçlanan Sedat Bucak... “Kumarhaneler kralı”nı öldürmekle suçlanan ama derhal serbest bırakıltırıldıktan sonra Sedat Bucak’ın koruma görevlisi olarak atanan özel timci polisler… “Kumarhaneler kralı”nı öldüren Kaleşnikof’ta parmak izi bulunan ve Sedat Bucak’la çok yakın ilişkileri ortaya çıkan ve hatta son nefesini onun yanında veren Abdullah Çatlı… Çatlı’ya sahte isimle resmi belge düzenlemekten suçlu bulunan Mehmet Ağar…Topal cinayetiyle suçlanan polisleri Ankara’ya götüren, kısa bir süre sonra da cinayet silahında parmak izi bulunan Çatlı’yla göbek attığı fotoğraflar ortaya çıkan Emniyet Özel Harekât Daire Başkan Vekili İbrahim Şahin…
- Yeterince heyecan verici olsa da, iki eksiği var bu tablonun. Birincisi; 1978’de Çatlı’nın emriyle Ankara Bahçelievler’de 7 TİP’li genci katleden Haluk Kırcı’nın da Topal cinayeti davasının sanıklarından biri olması. Bahçelievler katliamından yatarken "yanlışlıkla" tahliye edilen Haluk Kırcı'nın firardayken memleketinde yaptığı düğünde nikâh tanıklığını kimin yaptığını hatırlıyor musunuz? O sırada Erzurum Valisi olan Mehmet Ağar! Geçelim...
Tablodaki ikinci eksik; Topal cinayetini üç özel timci polisin işlediğini 15 gün içinde kanıtlayacağını açıklayan İstanbul Emniyet Müdürü Yazıcıoğlu’nu, koalisyonun İçişleri Bakanlığı’nı yöneten DYP kanadının lideri olarak derhal görevden aldıran Tansu Çiller…
‘Anlatamıyorum, anlatabilsem…’
Çatlı’yı “Devlet için kurşun atan da, yiyen de bizim için şereflidir” edebiyatıyla savunan, Kürt işadamı, hukukçu ve siyasetçilerin öldürülmesi öncesindeki tehdidi unutulmayan Tansu Çiller, Topal cinayetinde neden böyle bir pozisyon aldı?
Şu anda bilmiyoruz.
Çiller şu ana kadar neden hiçbir savcıdan davet almadı?
Onu da bilmiyoruz.
Ancak, biraz önce bu yazının sonuna bıraktığım “en önemli bulgu”dan söz etmenin zamanı.
Kemal Yazıcıoğlu, Topal cinayetini özel timci polislerin işlediği yolunda “itiraf ettirecek” kadar güçlü “karine ve işaretler”den söz edince TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu’nun üyeleri soruyorlar; nedir bu işaretler, bu karineler bize de anlatın?..
Yazıcıoğlu’nun komisyon raporunda kayıtlı cevabını aynen aktarıyorum:
“Tamamlanmamış birtakım şeyler. Anlatamıyorum onu, anlatabilsem!..”
Ayhan Çarkın’ın itirafları üzerine Ankara Başsavcılığı tarafından 15 yıl sonra tekrar açılan Topal cinayeti dosyasında ilk sorunun ne olduğu ve kime yöneltilmesi gerektiğini ortaya koyan bir kayıttır bu.
Devlet, hükümet ve siyaset, Susurluk skandalındaki kirli ilişkilerin sembolü olan “kumarhaneler kralı cinayeti”nin üzerini neden örttü?
Başka birileri de hafızasını kaybetmeden bu soruyu cevaplamalıyız!..
Bakalım “devletin bekası” mıdır bu ülkenin neredeyse bütün kuşaklarına “biz sizin cinayetlerinizle büyüdük” dedirten, yoksa pislikten beslenen kişisel çıkar sevdası mıdır?..