Woody Allen, şahanelerinden Annie Hall'un finalinde aktarır: Adamın biri doktora gider ve "kardeşinin kendisini tavuk sanmasından" yakınır. Doktor, "Tedavi ettirin öyleyse" deyince reddeder: "Çünkü yumurtalarına ihtiyacım var!"
Film, Allen'ın bu fıkraya dayanan yorumuyla biter:
"İlişkiler ne kadar saçma, mantıksız, aptalca olsa da onları yaşamaya devam ediyoruz. Çünkü çoğumuzun yumurtalara ihtiyacı var!"
Vazgeçememeler, terk edememeler, ihtimaller tükenmesine rağmen çılgınca bir umutla beklemeler ne kadar çok hayatı hiçbir zaman gelmeyecek yumurtaların peşinde israf ediyor.
Hiç düşündünüz mü, yaşamak için kazandıklarınızın ne kadarına ihtiyacınız var? Hiçbir zaman imkânlarını tüketemeyeceğiniz kazançların peşinde, aslında hayat denen mucizeyi tüketiyor, varlığınızı kronolojik bir rastlantıya çeviriyor olabilir misiniz?
İnsan olmanın hikâyesinde, alışkanlıkların ödettiği bedeller de yazıyor. Sözüm ona güvenlik vaat eden alışkanlıklarımızla öğrendiğimiz korkuların, şartlandığımız çaresizliklerin bir bedeli var.
Yeni şeyler öğrenmek, tam da bu nedenle kimi zaman öğrendiğimiz bazı şeyleri unutmamızı gerektirir. Bazen unutmazsan öğrenemezsin, yavaşlamazsan anlayamazsın.
'Yavaşla dostum'
“Smoke”u (Duman) izlemiş miydiniz? Daha önce bu köşede anlatmıştım; Wayne Vang'in şahane bir Noel finaliyle noktaladığı filmde Auggie (Harvey Keitel), Brooklyn'de bir tütün dükkânı işletmektedir. Brooklyn'deki bir çatışmanın serseri bir kurşunu işine gitmekte olan karısı Ellen'ı öldürdüğünden beri sesi soluğu kesilmiş yazar Paul de (William Hurt) bu dükkânın müdavimleri arasındadır.
Bir akşam Auggie tam kepengi indirirken Paul gelir koşarak; her gün uğrayıp aldığı sigarası bitmiştir. “Peki” der Auggie, kepengi açar, içeri girerler. Dükkânda Paul'ün daha önce gözüne takılan fotoğraf makinesinin sırrı da açılan biralar eşliğinde çözülecektir.
Auggie, kapakları kanat gibi açılan fotoğraf albümlerini gururla yığar Paul'ün önüne. Yaprakları hızla çevirirken gülümser Paul, zira dört bin fotoğrafın da kadrajı aynıdır! Auggie, yıllardır bu nedenle bir gün bile terk etmediği dükkânının önünden her sabah sekizde yanı başındaki meydanın fotoğrafını çekmiştir.
“Ama” der Paul, “bunların hepsi aynı!..”
Auggie itiraz eder:
“Hepsi aynı, ama her biri farklı bir güne ait! Dünya güneşin etrafında döner her gün ve güneş ışığı her gün farklı bir açıdan vurur Dünya'ya. Biraz yavaşla.”
“Yavaşla, diyorsun ha” diye mırıldanır Paul. “Evet” diye karşılık verir Auggie, “yarın, yarın, yarın. Zaman biraz aheste ilerler. Yavaşlamazsan anlayamazsın dostum!”
Ve Paul yavaşlar. Yavaşlar ve albümde öldürülmeden önce işine giderken Auggie'nin sabah sekiz kadrajına giren karısını bu kez fark eder; “Bu Ellen, canım sevgilim! Bak” der ve ağlamaya başlar.
Biriktirilmiş bir yalnızlık...
Yılların, hayatına saniyeler bile eklemek bir yana gerilettiği medyanın içinde 1 Eylül 2009'da yayına başlayan T24 altıncı yılını doldurdu. Açıkladıkları tiraj rakamlarından başlayarak her gün yalana dolanan tirajı-komik bir medya içinde altı yıl...
Her mahallenin medyasının adeta sürü hâlinde karşı mahallede ava çıktığı bu altı yılda olan biteni, yapmaya çalıştıklarımızı anlatacak değilim.
Medyanın sicili, bütün iddiaları bir yalana tercüme etti bu ülkede, sözün hükmü kalmadı, biliyorum.
Peki ne diyebilirim T24'ün serüveni için? Türkiye'deki medya tecrübesinin öğrettiği yanlışları unutmaya çalışırken cangılda başımızı sokacak bir masal gibi hayal ederek kurduk T24'ü. Evvel zaman içinde kalmayan, geleceğe kurulu bir şimdiki zaman masalı. Hiçbir zaman gelmeyecek yumurtaların hayaliyle avunmak yerine kendi serüvenini inşa eden bir yalnızlığın... Biriktirilmiş, özlenmiş, tercih edilmiş, yolları gözlenmiş bir yalnızlığın masalı...
Doğru olan imkânsız olamaz
Beğeniyor muyuz T24'ü, hatalarını, eksiklerini görmüyor muyuz?
Elbette hayır! Ama imkânlar ölçüsünde ne yapacağımızı biliyoruz. Bu ülkedeki medya alışkanlıklarının ışığında ne yapmayacağımızı da...
Tarih kadar eski bir gerçek; doğru olan bir şey imkânsız olamaz. Geçen altı yılda; yayın politikası, haberleri, derin söyleşileri ve kuvvetli yazarlarıyla dikkatle izlenen bir haber mecrası hâline gelen T24’ün etkisi ve okuru her gün arttı. Ama hiç değişmeyen şeyler de duruyor yerli yerinde. Misal; hiçbir görüş ve inancı haberciliğin önüne koymamak üzere yayına soktuğumuz T24'ü kredi kartlarımıza taksit yaptırarak aldığımız bilgisayarlarla kurmuştuk. Bilgisayarlarımızı, ancak altı yıl sonra, yine kredi kartlarımıza taksit yaptırarak yenileyebildik. Hiçbir kişi, şirket, kurum ve kuruluşla ilgimiz, finansal mecburiyetlerimiz, ideolojik takıntılarımız yoktu, bugün de yok.
Yalanlarla T24'ü başka mecralara yapıştırmak, paranın kirine bulaşanlarla aynı kadraja sokmak isteyenler oldu, yine olacak, olsun. Onlar, yavaşlasalar da anlamayacaklar!
Velhasıl, zaman kumbarasına bir yıl daha düştü T24’ten. Altı yıl olmuş işte, altmış yıl da olur...
Sağolun.
T24'ün, medyada emsali pek görülmemiş fedakârlıktaki editörleri, muhabirleri, yıllardır tam bir çıkarsızlıkla yazan yazarları ve siz okurları, sağolun.
Bu, hep birlikte bizim hikâyemiz.
Afrikalılar der ki; hızlı gitmek istiyorsan yalnız git, uzağa gitmek istiyorsan birlikte...
T24’ün hikâyesi: Aklımızı kaçıralım...