Avrupa Birliği, 1998 yılından beri, üyeliğe aday ülkeler için “ilerleme raporu” yayımlıyor. Üye adayları, bir tür “karne” diyebileceğimiz ilerleme raporlarında “siyasi kriterler”, “ekonomik kriterler” ve “AB müktesebatına ulusal uyum” açısından ayrıntılı ve karşılaştırmalı bir değerlendirmeye tabi tutululuyor.
İlerleme raporları, yıl içinde aday ülkelerin üyelik kriterlerini karşılama yolunda attığı ve atmadığı adımları birlikte değerlendiriyor.
Söz konusu değerlendirme, 22 Haziran 1993'te Kopenhag'da yapılan AB zirvesinde belirlenen kriterler esas alınarak yapılıyor. AB, bu zirvede merkezi Doğu Avrupa ülkeleri ile genişlemeyi kabul etmiş, bu arada tam üyelik başvurusu yapan ülkelerin karşılaması gereken koşulları “Kopenhag Kriterleri” olarak üç temel alanda tek tek saymıştı.
Kopenhag Ekonomik Kriterleri'nin, “işleyen, etkin bir piyasa mekanizması”nın varlığı üzerinde odaklandığını söyleyebiliriz. AB, Türkiye'yi “kamu ihale mevzuatı” nedeniyle defalarca uyarırken, bu durumun işleyen bir piyasa mekanizmasının temel şartı olan “rekabeti” önlediğinden hareket ediyordu. Bu vesileyle, Türkiye tarihinin en kısa sürede en çok değiştirilen mevzuatının Kamu İhale Kanunu olduğunun altını çizelim. Yaklaşık 9 yılda 17 kez değiştirilen bir yasadan söz ediyoruz.
“Topluluk müktesebatına uyum” kriterleri genel olarak “AB'nin siyasi, ekonomik ve parasal birlik” hedefleri yolundaki rotayı belirliyor.
AB'nin demokrasi kriteri
Gelelim asıl konumuz olan “Kopenhag Siyasi Kriterleri”ne. Zira Türkiye için çarşamba günü resmen açıklanan İlerleme Raporu “siyasi kriterler üzerinde durmamızı gerektiriyor.
Kopenhag siyasi kriterleri, son derece kısa ve net dört başlık içeriyor:
1- İstikrarlı ve kurumsallaşmış bir demokrasinin varlığı
2- Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü
3- İnsan haklarına saygı
4- Azınlıkların korunması
Belge, bu ilkelerin verili bir zamanda varlığının değil, “kesintisiz varlığının” aranacağını hükme bağlıyor.
İlerleme raporlarını, “Avrupa Birliği'nin hükümeti, icra organı” diyebileceğimiz Avrupa Birliği Komisyonu hazırlıyor. Komisyon, raporlarını hazırlarken, özellikle ilerleme kaydedilmeyen alanların net fotoğrafını çekmek için aday ülkeyle görüşmeler yapıyor. Aday ülkenin görüşleri/savunması alındıktan sonra kararı elbette komisyon veriyor ve raporunu açıklıyor.
Komisyon, Türkiye hakkında 14. ilerleme raporunu çarşamba günü ilan etti. Ancak bu rapordan önce Türkiye ile defalarca görüşüldü. Nitekim AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, AB Komisyonu ile gerçekleştirilen görüşmelerde Türkiye'nin uyarısı üzerine bazı “hatalı” bölümlerin ilerleme raporu taslağından çıkarıldığını açıkladı.
Bağış aynı basın toplantısında, “Türkiye'de vatandaşlarımız gibi Türk basını açısından da tarihin en özgür ve demokratik dönemi yaşanıyor” söyledi, ki burada bir not düşüp, Bağış'ın sözlerine tekrar dönelim. AB Türkiye'yi kendi geçmişine göre değil, birlik kriterlerine göre değerlendiriyor.
Şöyle diyor Bağış:
“Şu anda mesleğinden dolayı cezaevlerinde tutuklu bulunan ve hüküm giymiş tek bir gazeteci dahi yoktur. Son 9 yılda basın özgürlüğü konusunda tarihte hiçbir hükümetin cesaret edemediği düzenlemeleri AK Parti Hükümeti hayata geçirmiştir. Mesleği ile ilgisi olmayan illegal faaliyetlerde bulunmuş bazı gazetecilerin yargılanması ve bu kapsamda tutuklanması ya da hüküm giymesi tamamen yargının tasarrufunda bulunan bir husustur. Bu çerçevedeki tartışmalarda, kasıtlı ve art niyetli olarak, sanki basın mensuplarının suç işleme özgürlüğü varmış gibi izlenim oluşturulmaya çalışıldığını görüyor ve bunu son derece tehlikeli buluyoruz. (…) Uzun tutukluluk sürelerine dair rahatsızlıkları biz hükümet olarak elbette gözardı edemeyiz, etmiyoruz. Bu konuda AB Bakanlığımızın ve diğer ilgili bakanlıklarımızın birtakım çalışmaları sürmektedir...”
AB Türkiye'nin görüşüne itibar etmedi
Bağış'ın basın toplantısındaki sözlerini, Türkiye İlerleme Raporu yazılırken AB Komisyonu'na hükümetin ilettiği görüşler olarak da okuyabilirsiniz.
Böyle okuduğunuzda ve açıklanan İlerleme Raporu'na baktığınızda, hükümetin AB'yi bu konularda ikna edemediğini görüyorsunuz.
Zira raporda, “medya da dahil olmak üzere ifade özgürlüğü alanında kaygılar bulunduğu” kayda geçiriliyor, “Ergenekon'un soruşturulmasına verdikleri destekle bilinen gazetecilerin tutuklandığının” altını çiziyor. Hemen ardından raporun bu bölümü, Oda TV davası kapsamında tutuklu olarak yargılanan Ahmet Şık'ın durumuna gönderme yaparak “Basılmamış bir kitaba suç delili olarak el konulması Türkiye'de basın özgürlüğü ve davanın meşruiyeti açısından soru işaretlerine yol açmıştır” ifadesini içeriyor.
AB Komisyonu, Egemen Bağış'ın dile getirdiği hükümetin görüşlerine itibar etmediğini bu ifadelerle açıkça belli ediyor.
Bağış'ın, “uzun tutukluluk süreleriyle ilgili devam ettiğini” duyurduğu çalışmaların yıllardır yapılmamış olması da raporda eleştiriliyor. Bugünkü tutukluluk süreleri ve tutukluluğu kolaylaştırıcı hükümler, AKP iktidarının 2005 yılında kısmen yürürlüğe soktuğu Ceza Muhakemeleri Kanunu'nda (CMK) düzenleniyor. Devlete, parlamentoya, hükümete ve anayasal düzene karşı suçlarda tutukluluk süresini 10 yıl olarak belirlemekte sakınca görmeyen hükümetin bu konuda geciken düzeltmesi, hem demokratik düzene karşı darbe hevesine kapılanlardan hesap sorulması açısından büyük bir önemi bulunan Ergenekon sürecini gölgeliyor, hem de adil yargılanma ve savunma hakkını ihlal ediyor.
Disiplinli kamuoyu arayışı!
Bağış'ın sözlerini tekzip eden tek şey İlerleme Raporu değil elbette. Bağış'ın basın toplantısında hemen sonra, Başbakan Tayyip Erdoğan İstanbul Üniversitesi'nde akademik yılın açılışında konuşma yaparken “parasız eğitim” için protesto hakkını kullanan 37 öğrenci gözaltına alınmaktaydı. Erdoğan kürsüde “Bütün baskıcı girişimler ülkemizin gündeminden kalktı” derken, dışarda protestocu öğrenciler polis araçlarına bindiriliyordu.
Aynı gerekçeyle gözaltına alınan öğrenciler Berna Yılmaz ve Ferhat Tüzel'in yaklaşık 19 ay tutuklu kaldıklarını hatırlatalım.
İlerleme Raporu'nda da eleştirilen “yayımlanmamış kitap operasyonu” için, Siirt'te okuduğu bir şiir için cezaevine atılan ve siyasi hakları elinden alınan Başbakan'ın ne dediğini hatırlıyor musunuz; bombadan daha tesirli kitaplar vardır!
Başbakan'ı, kendisini hapseden “adalet” anlayışının yanına savuran bu sözleriyle örtüşen şeyler oluyor bu ülkede.
Hopa'da, çevre için eylem yapanlar, bazılarının taşkınlıkları bahane edilerek, “silahlı terör örgütü üyesi oldukları” iddiasıyla yaklaşık sekiz ay önce tutuklandılar mesela!
12 Eylül darbesi döneminde çıkarılan Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Hakkında Kanun, yine aynı dönemin eseri olan yaklaşık 700 yasal düzenlemeyle birlikte hâlâ yürürlükte.
Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun'un (İlerleme Raporu'nda o da ifade özgürlüğü bağlamında eleştiriliyor) ihlal edildiği iddiasıyla Youtube'u aylarca kapattırıp Türkiye'ye dünya çapında bir şöhret kazandırmayı becerdik. Bu arada, İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'a Atatürk hakkındaki suçların eklenmesinin CHP'nin girişimiyle olduğunu hatırlatalım.
Türkiye, “terör örgütü üyeliği”yle suçlanıp tutuklanan gazetecilerin kendisinden bile delillerin “gizlilik” gerekçesiyle aylarca saklanabildiği bir ülkeyse AB'yi ikna edemezsiniz.
Yayımlanmamış kitabı “bombadan tesirli” bulursanız... Yıllara varan tutuklamaları, dayanağı parlamentodan geçen yasalar değilmiş gibi “yargının takdiri” diye seyrederseniz... Parasız eğitim isteyen öğrencileri, bölgerine yapılacak hidroelektrik santrallarını protesto eden çevrecileri “terör örgütü üyesi” diye aylarca hapse atarsanız... Medya patronlarına köşe yazarları konusunda ayar vermeye kalkarsanız AB'yi ikna edemezsiniz.
AKP'nin attığı demokratikleşme adımları elbette önemli, ancak bu yine AKP'nin “buyurgan siyaset” tercihini, “disiplinli kamuoyu” arayışını kurtarmaya yetmiyor.
AKP yettiğine inanıyorsa, alacağı cevap hep aynı olacak:
“Ama dönüyor!..”