Doğan Akın

27 Mayıs 2013

'Siyasi faaliyet yapanı çok şiddetle cezalandıracağım!..'

1960 darbesi, idam vahşetiyle, iktidardan devirdiği Demokrat Parti'nin demokrasi dışı yollara sapmasının kamuoyunda hakkaniyetle yapılacak muhasebesini engellerken, sandıktan otoriterliğe uzanma çabasına sivil tepkiyle inşa edilecek demokratik bir geleneği de önledi

 

Türkiye 53 yıl önce bugün, 27 Mayıs 1960'ta, ilk askeri darbeyi yaşadı. 1960'tan sonraki her 27 Mayıs, bir sonraki darbeye, 12 Eylül 1980'e kadar "Hürriyet ve Anayasa Bayramı" olarak kutlandı. Toplumun neredeyse yarısı için yas tutulan bir günde emirle ilan edlilp kutlanan bir bayramdı bu!

Türkiye'de cumhuriyet, 1. Dünya Savaşı ile Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın ardından bir "milli güvenlik rejimi" olarak kuruldu. Savaşı yöneten askerlerin öncülüğünde kurulan ve ototriter modernleşmeci bir tutumla yaklaşık çeyrek yüzyıl tek partiyle yönetilen bir cumhuriyetti bu. 1946'da çok partili düzene geçilecek, ancak hiç olmazsa seçime benzeyen bir seçimin yapılması bağlamında demokrasi için 1950'ye kadar beklenmesi gerekecekti.

14 Mayıs 1950'de yapılan ilk çok partili "demokratik" seçimde iktidarı sadece CHP kaybetmedi. İktidarı CHP üzerinden kullanan askeri ve sivil bürokrasi de kaybetti. 1960 darbesi, 1950'de kaybedilen iktidarın askeri ve sivil bürokrasi tarafından silah zoruyla geri alınması anlamını da taşıyor.

 

Doğurgan bir darbe

 

Ordu Dahili Hizmet Kanunu'ndaki (daha sonra "TSK İç Hizmet Kanunu" adını alacak) "cumhuriyeti kollama ve koruma vazifesi" öne sürülerek yapılan bu ilk darbe, daha sonraki darbelere verdiği ilham ve cesaretle doğurgandır. 27 Mayıs 1960; izleyen darbeler için de doğurgandır,  Başbakan Adnan Menderes, Maliye Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Dışişleri Bakanı Hasan Polatkan'ın emirle idamına karşılık yaklaşık 10 yıl sonra Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ın intikam peşinde idam edilmeleriyle de…

1960 darbesi, idam vahşetiyle, iktidardan devirdiği Demokrat Parti'nin demokrasi dışı yollara sapmasının kamuoyunda hakkaniyetle yapılacak muhasebesini engellerken, sandıktan otoriterliğe uzanma çabasına sivil tepkiyle inşa edilecek demokratik bir geleneği de önledi. Demokrat Parti için tepeden tırnağa "demokrat" bir tarihi, ancak bir darbenin vahşeti ve düzenlemeleri yazabilirdi ki, öyle de oldu.

 

Darbe yasağındaki şahsi dil

 

"Türk milletinin direnme hakkı" öne sürülerek meşruiyet temeli aranan darbeden bir gün sonra, 28 Mayıs 1960'ta, siyasi faaliyet yasağı duyuruldu. Resmi Gazete'de 30 Mayıs 1960'ta yayımlanan bu yasakta kullanılan şahsi dil dikkat çekicidir. "Milli Birlik Komitesi'nin Siyasi Faaliyetlerin Men Edilmesi Hakkında Tebiği" başlığını taşıyan metin "Orgeneral", "Milli Birlik Komitesi Başkanı" ve "Türk Silahlı Kuvvetleri Başkumandanı" olarak Cemal Gürsel'in imzasını taşıyor. Okuyalım:

"Madde 1- Biz vatandaşları birbirine düşürecek bir kardeş kavgasını önlemek için bu işe girdik.

Vatandaşların birbirlerine karşı vatandaşlık hak ve hukuklarına riayet etmelerini, birbirlerini sevip saymalarını, hangi partiden olursa olsun birbirlerine sevgi ve saygı göstermelerini istiyorum.

Madde 2- Yeni Anayasanın hazırlanması vazifesi Sayın Rektör Sıddık Sami Onar'ın başkanlığındaki profesörlerden mürekkep yüksek bir ilim ve hukuk heyetine tevdi edilmiştir.

Yeni anayasa ilan ve tatbik mevkiine girinceye kadar bütün siyasi parilerin faaliyetini menediyorum.

Aksi hareketleri çok şiddetle cezalandıracağım.

Vatandaşlarımın verilen tebliğlere riayet etmelerini bilhassa rica ederim." (Tarhan Erdem, Anayasalar ve Belgeler, Doğan Kitap)

 

Yeni anayasa sürecinde dışlayıcı tavrın bugüne uzanabilecek sonuçları

 

Evet siyasi partilerin faaliyetleri durdurulmuştu, ancak Demokrat Parti'ninki daha fazla durdurulmuştu! Zira öncelikli görevi yeni anayasa ile seçim yasasını yapmak olarak belirlenen "Kurucu Meclis"in Temsilciler Meclisi kanadına diğer partilerden de temsilci alınacak, Demokrat Parti, bu davetin kapsamı dışında bırakılacaktı.

Darbeyi yapan askerlerin oluşturduğu Milli Birlik Komitesi ile birlikte "Kurucu Meclis"i oluşturan Temsilciler Meclisi'nin kuruluşunu düzenleyen kanunun 4. maddesinde ifadesini bulan bir ayrımcılıktı bu. Temsilciler Meclisi'nin Milli Birlik Komitesi tarafından seçilecek üyeleri arasında Cumhuriyet Halk Partisi ile Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi temsilcilerinin de bulunacağı hükme bağlanmıştı.

Peki sonuç?

Bugün için de önemli şeyler ifade eden bir sonucu oldu bu ayrımcılığın. Bütün eksiklerine karşın; temel ve sosyal haklar, yasaların anayasaya uygunluğunu denetleyecek Anayasa Mahkemesi'nin ilk kez kuruluşu gibi Türk anayasa hukuku çizgisinde bir sıçramayı ifade eden 1961 Anayasası, hiçbir zaman toplum tarafından sahiplenilmedi.

9 Temmuz 1961'de yapılan halkoylamasında kullanılan 10 milyon 282 bin 561 geçerli oydan sadece 6 milyon 348 bin 191'i  (yaklaşık yüzde 61'i) "evet" çıktı. Yapılış sürecinde Demokrat Parti temsilcilerinin dışlandığı anayasaya 3 milyon 934 bin 370 seçmen (geçerli oyların yaklaşık yüzde 39'u) "hayır" demişti.

1961'de askerlerin denetiminde, en büyük parti dışlanarak yapılan o anayasa 1971'de yine askerler tarafından "Türkiye'ye bol geldiği" gerekçesiyle budanmış, 12 Eylül darbecileri tarafından daraltılmış hali bile fazla bulunarak  tamamen çöpe atılmıştı.

İlk darbeden son darbeye kadar bütün müdahalelerin gerekçesi yapılan ve orduyu  "cumhuriyeti kollamak ve korumakla vazifelendiren" TSK İç Hizmet Kanunu 79 yıldır yürürlükte.

Anayasa yapım sürecinde toplumun bazı kesimlerini dışlayıcı alışkanlıklar da yürürlükte mi dersiniz? Eğer bir kez daha öyle olursa, Türkiye'de zaman, takvim yapraklarındaki gibi hızlı geçmiyor demektir...

 

Twitter: @DOGANAKINT24