Doğan Akın

21 Nisan 2011

Sadece YSK hatalıysa DARBE yasalarına dokunulmasın!

BDP'nin desteklediği yedi ismi de kapsayan 12 bağımsız adayın başvurusunun...


BDP'nin desteklediği yedi ismi de kapsayan 12 bağımsız adayın başvurusunun 18 Nisan Pazartesi günü iptal edilmesi üzerine ortaya çıkan krizin sorumlusunun sadece Yüksek Seçim Kurulu olduğunu düşünenler var. Bu düşünce, Türkiye'nin benzer krizlerle tekrar duvara çarpması gibi bir olasılığın önünü de açıyor.
Yüksek Seçim Kurulu (YSK) nerelerde hata yaptı ve siyaset neden masum değil sorularını birlikte yanıtlamak, bu büyük yanlışı deneyime çevirerek tekrarlamamak açısından önem taşıyor.
YSK “anayasal” bir kurul.  Seçimlere ilişkin olarak yargı işlevi görmekle birlikte Anayasa'nın “yargı” bölümünde değil “yasama” bölümünde yer alıyor. Anayasa'nın “Seçimlerin genel yönetim ve denetimi” başlıklı 79. maddesi YSK'yı düzenliyor. YSK kararlarının “kesin” olması, kurul kararlarına karşı “daha üst” bir organa itiraz edilememesi anlamına geliyor. Yoksa kurulun kendisine itiraz, uygulamada da görüldüğü üzere, seçim sürecinin doğal bir gereği.

YSK bağımsız adaylara eksiklerini bildirmeliydi

Seçimlerin genel yönetimi ve denetimiyle görevli YSK'nın ilan ettiği seçim takvimine göre, kurul, siyasi partilere aday listelerindeki eksikleri bildiriyor, bunların tamamlanmasını istiyor. Bu aşamadan sonra geçici aday listelerini duyuruyor, ardından gelen itirazları da değerlendirdikten sonra kesin aday listelerini ilan ediyor. Türkiye'yi ayağa kaldıracağı çok açık olan isimlerin başvurusunu doğrudan iptal eden YSK, bağımsız adaylar için de aynı yolu izleyebilir, eksiklerini tamamlamalarını isteyebilirdi. YSK'nın bu yöntemi izlememesi, hafta başından beri ülkeyi bir kaosun eşiğine getirdi.
YSK'nın, 22 Temmuz 2007 seçimleri öncesinde adaylığını kabul ederek milletvekili olmasının yolunu açtığı BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak'ın 12 Haziran seçimleri için yaptığı başvuruyu,  durumunda hiçbir değişiklik olmamasına karşın iptal etmesi de kurul işlemlerinin güvenilirliği açısından ciddi kuşkular yarattı. Kışanak'ın “evlenmeden önceki soyadıyla yapılan adli sicil taramasında yeni bilgilere ulaşıldı” gerekçesi, bu kuşkuları bertaraf etmek bir yana, devletin ve anayasal kurulların durumu açısından daha da derinleştirmiş bulunuyor.


YSK yasa koyucu gibi davranabilir mi?

Bu vahim hataları yapmakla birlikte; 1 yıldan fazla ceza almış olanların ve yüz kızartıcı suçların yanı sıra  devlete ve düzene karşı suçlardan mahkûm edilenlerin de “affa uğramış olsalar” bile milletvekili seçilemeyeceklerini  hükme bağlayan bir Anayasa karşısında YSK ne yapabilirdi? Milletvekili Seçimi Kanunu'nda tekrarlanan ve ayrıntılandırılan bu hükümleri görmezden gelerek aday başvurularını değerlendirebilir miydi? Yani Anayasa ve yasalarla bağlı olan bir anayasal kurul “kanuna rağmen hukuk” inşa edebilir, kendisini “yasa koyucu”nun yerine koyabilir miydi?
Herhangi bir ezber peşinde holiganlık yapmayanlar için cevap bellidir. “Usul”de hataya düşen YSK, anayasa ve yasalara rağmen aday değerlendirmesine yönelseydi “esas”ta da hataya düşer, kendisini “yasa koyucu”nun yerine koyarak en temel demokratik ilkeyi çiğnemiş olurdu. Anayasa değişikliklerini, “esasa girerek” iptal ettiği görüşüyle Anayasa Mahkemesi'ne yöneltilen “parlamentoya karşı yetki aşımı”  eleştirilerini hatırlayın.
Bugün Türkiye, 30 yıl önce yapılmış bir darbenin anayasası ve yasalarıyla -evet yasalarıyla- yönetiliyorsa sorumluluğu sadece YSK'ya yüklemek, karanlıkta kaybolmuş anahtarı sadece sokak lambasının aydınlattığı yerde aramaya benziyor.
1982 Anayasası'nın 1961 Anayasası'ndan ayrılan hükümlerinden biri de, milletvekili seçilme yeterliliğine ilişkin kriterleriydi. Bugün BDP'nin desteklediği adayların veto edilmesine neden olan Anayasa'nın 76. maddesindeki kısıtlamalar 1961 metninde yoktu.
3 Kasım 2002 seçimlerine girmesi engellenen Başbakan Tayyip Erdoğan için 27 Aralık 2002'de değiştirilen 76. maddeden “anarşik ve ideolojik eylemlere katılma” bölümü çıkarıldı ve AKP liderinin önü CHP'nin de desteğiyle açıldı. Ancak 2002'den beri tam beş kez değişitirilen Anayasa'da bir daha hiç kimse, patlamaya hazır bir bomba gibi duran 76. maddeye bakma ihtiyacı hissetmedi. Ve o bomba nihayet patladı.

Kaç darbe yasası yürürlükte, biliyor musunuz?  

Darbe dönemi yasaları, demiştim. 30 yıl önce darbe yapan generallerin imzasını taşıyan kaç yasal düzenleme bugün yürürlükte, biliyor musunuz?
Cevap için, 12 Eylül darbesini yapan generallerin yönetimini ifade eden “Milli Güvenlik Konseyi” döneminin ne kadar sürdüğüne bakmamız gerekiyor. 12 Eylül 1980'de başlayan Milli Güvenlik Konseyi yönetimi, darbeden sonraki ilk genel seçimlerin 6 Kasım 1983'te yapılmasını takiben yeni parlamentonun oluşmasına kadar, yani 6 Aralık 1983'e kadar sürdü.
39 aylık Milli Güvenlik Konseyi döneminde tam 669 yasa ile 139 kanun hükmünde kararname çıkarıldı. Bu metinlerin önemli bir bölümünden sonra yapılan Anayasa bu yasalara uyduruldu! Anayasa'nın geçici 15. maddesine de, bu yasaların Anayasa'ya aykırılığının öne sürülemeyeceği hükmü kondu. Türkiye Cumhuriyeti'nin anayasa hukukuna katkısı da bu oldu; Anayasa'dan da üstün yasalar!
Söz konusu yasaların üzerindeki Anayasa kalkanı 3 Ekim 2001'de yapılan anayasa değişikliğiyle yok edildi, geçici  15. maddenin son fıkrası kaldırıldı. Aradan geçen yaklaşık 10 yılın 1 yılında Bülent Ecevit liderliğindeki koalisyon, yaklaşık 8,5 yılında da Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarda. Ancak ne yazık ki, birkaç istisna dışında, bu yasaların neredeyse hiçbiri kaldırılmadı.
Bugün yürürlükte olan Milletvekili Seçimi Kanunu'ndan Sendikalar Kanunu'na, Gültan Kışanak'ı veto ettiren ve öğrencilerin gaz ve copla bastırılmasına gerekçe oluşturan Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası'ndan Siyasi Partiler Yasası'na, Toplu Sözleşme Grev ve Lokavt Yasası'ndan YÖK Kanunu'na kadar bir dizi temel yasa 12 Eylül darbecilerinin çıkardığı ve çeyrek yüzyılı aşkın zamandır kaldırılmayan düzenlemeler olarak her alanda hayatımızı cendereye sokuyor.

Milletvekili Seçimi Kanunu'nda unutulan skandal

Siyasi partilerin parlamentoya temsilci sokabilmesi için ülke genelinde yüzde 10 oy almalarını şart koşan hükmüyle temsil krizi yaratan 12 Eylül ürünü Milletvekili Seçimi Kanunu, son krizde de tayin edici metinlerden biri olarak karşımıza çıktı. YSK, milletvekili adaylık başvurularını kabul veya reddederken bu yasanın “Seçilme yeterliliği” başlığını taşıyan 10. maddesi ile “Milletvekili seçilemeyecek olanlar” başlıklı 11. maddesine atıfta bulundu. Hatta 12 Haziran seçimleri için 14 Mart'ta ilan ettiği kararında, meslektaşlarım Gökçer Tahincioğlu (Milliyet) ve Kemal Göktaş'ın (Vatan) ortaya çıkardıkları gibi, 2005 yılında yürürlükten kalkan eski Türk Ceza Kanunu'na göre de değerlendirme yapacağını duyurdu.
YSK kararındaki bu tuhaflık, Milletvekili Seçimi Kanunu'nun 11. maddesinde “unutulan” bir hükümden kaynaklanıyor. Yasanın 11. maddesinde milletvekili seçilemeyecekler sayılırken Türk Ceza Kanunu'nun “ikinci kitabının birinci babı”ndan, yine Türk Ceza Kanunu'nun 536 ve 537. maddelerindeki hükümlerden söz ediliyor.
Ancak yürürlükteki Türk Ceza Kanunu'nda ne Arapça “bap” gibi bölümlemeler var, ne de 537 madde! Altı yıl önce yürürlüğe giren Yeni Türk Ceza Kanunu 345 maddeden oluşuyor, ancak Milletvekili Seçimi Kanunu 592 maddelik 1926 tarihli Türk Ceza Kanunu'ndan söz ediyor! Eski TCK'nın 536 ve 537. maddeleri; izinsiz afiş asma, kamu binaları ile eski eserlere basılı veya el ile yapılmış malzeme yapıştırma gibi eylemleri düzenliyor. Milletvekili Seçimi Kanunu bu eylemleri hâlâ “milletvekili adayı olmayı engelleyen suçlar” olarak sayıyor!
Evet, ne YSK süreci doğru yönetti, ne darbe yasalarını yıllardır seyreden siyaset masum. 
Anahtarı sadece sokak lambasının altında aramayın!..