Doğan Akın

10 Mayıs 2012

MÜSİAD'çı bir TÜSİAD üyesi olarak İshak Alaton...

İshak Alaton, devletimizin ve ihtimal milletimizin önemli bir bölümünün \"yerli yabancı\" olarak gördüğü önemli bir işadamı...

İshak Alaton, devletimizin ve ihtimal milletimizin önemli bir bölümünün "yerli yabancı" olarak gördüğü önemli bir işadamı. Kendi ifadesiyle "devletine hayran" CHP üyesi bir babanın ve Varlık Vergisi saldırısından kemanını Müslüman komşusunda saklayarak kurtarmaya çalışan bir annenin oğlu. 1927 yılında İstanbul'da doğmuş, 23 yaşındayken gittiği ve kaynak işçiliği yaptığı İsveç'ten, zihni dünyasını yeniden inşa etme boyutlarında etkilenmiş biri.

1950'lerin ilk yarısında kurulurken "alım-satım (AL), araştırma-geliştirme (AR) ve komplo tesisler kurma (KO)" olarak belirlenen başlangıç faaliyetlerinin kısaltmasıyla adlandırılan ALARKO Şirketler Topluluğu'nun Yönetim Kurulu Başkanı.

2001 yılında bir cinayete kurban giden dostu ve ortağı Üzeyir Garih ile kurduğu ALARKO, bugün Türkiye'nin büyük grupları arasında yer alan İshak Alaton, sempatik üslubu, açık sözlülüğü ve yaklaşımlarıyla daima ilgi görmüş bir sanayici. Misal, devletin gayrimüslim vatandaşlarına karşı ayrımcı yaklaşımını "en şiddetli İttihatçılar" olarak tarif ettiği "Selanikli dönme Yahudiler'e" bağlayacak düzeydeki fikirlerini kamuoyundan esirgemiyor. Gayrimüslim vatandaşları etnik olarak "Türkleştirme" çabalarının mimarlığını, bir başka Yahudi vatandaşa, Munis Tekinalp'e atfediyor.

Kürt sorununa barışçı çözüm arayışlarında da cesur ve samimi düşüncelere sahip bir işadamı Alaton. TESEV ve Açık Toplum Vakfı'nın girişimcileri arasında olması gibi, bu tutumu da elbette önemli, değerli.

 

TÜSİAD üzerinde odaklanan çizgi

 

Son yıllarda siyasi (ve iktisadi) tavrını, önemli üyeleri arasında bulunduğu Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) üzerinde odaklayan bir çizgide görüyoruz Alaton'u. TÜSİAD'ı yerden yere vuran bu çizgideki son çıkışını Yeni Şafak'ta 23 Nisan'da yayımlanan söyleşisinde yaptı. Şu sözler, Murat Aksoy'un sorularını yanıtlayan Alaton'a ait:

“... Biliyorum ki, TÜSİAD'ın üyesi işadamları 28 Şubat'ta muhtıra verildikten bir gün sonra Ankara'ya gidip askerlere saygılarını ilettiler. Hiç vakit kaybetmediler. Bunu yaşadık. Utanç verici bir olay...”

Ancak Ahmet Hakan'ın, 28 Şubat sürecini de kapsayan 1997-2000 döneminde TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı olan Bülent Eczacıbaşı'nı araması üzerine anlaşıldı ki, o “utanç verici olay” aslında olmamış. Ahmet Hakan'ın 26 Nisan'da yayımlanan köşesinde Eczacıbaşı anlatıyor:

“Sözünü ettiğiniz röportajı okuduktan sonra İshak Alaton’u aradım. ‘Neden aradığını biliyorum, bana sitem edeceksin’ dedi. Ben de kendisine ‘böyle bir şey oldu mu İshak Bey?’ diye sordum. Kendisi bana ‘röportajda öyle söyledim ama bu bir dil sürçmesiydi’ dedi. Hatta kendisi adına bunu yalanlayabileceğimi söyledi.”

Alaton'un kendisi de, bu açıklama üzerine ertesi gün Ahmet Hakan'a gönderdiği mektupta, “Eczacıbaşı'nın açıklamasını teyit ettiğini, kendisine telefonda 'Fırçaya hazırım' dediğini, hatanın kendisinde olduğunu” belirtiyor.

Alaton'un TÜSİAD üyelerinin sadakatlerini sunduğunu öne sürdüğü askerlerin tutuklandığı ve tutuklamaların devam ettiği bir 28 Şubat soruşturması sürerken yaşandı bu “dil sürçmesi.” Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, 28 Şubat soruşturmasının askerlerle sınırlı kalmayacağı mesajlarını verdiği ve bu arada TÜSİAD yönetimini de işaret ettiği bir dönemde yaşandı.

Malum, Başbakan, hükümeti kurulduğu günden beri koşulsuz destekleyen MÜSİAD'ın genel kurulunda iş dünyasına ilişkin temennisini, “MÜSİAD'ın tavrını, biz bu ülkenin tüm işadamlarında, tüm iş çevrelerinde görmek istiyoruz” diye dile getirdi, 28 Şubat dönemi için TÜSİAD'a adresi belli göndermeler yaptı.

Velhasıl “ihbar” gibi de algılanabilecek bir iddia dile getirdi Alaton. Ve yanıldığını,  - Eczacıbaşı'nın kendisini araması üzerine- duyurdu.

Benzer zikzaklar var Alaton'un çizgisinde. Misal, Milliyet'e (8 Şubat 2011), geçmişini eleştirdiği TÜSİAD için “Bugün değişti” tespitini yapıyor Alaton. Ama dönüyor Yeni Şafak'a (23 Nisan 2012), “TÜSİAD artık umutsuz bir vakadır. Bunların değişmeye niyetleri yok... Artık yolun sonuna gelindi: TÜSİAD kısa sürede değişmezse marjinalleşme ve kendini feshetme zorunda kalabilir” diyebiliyor.

“Devletten bağımsız olduğunu” iddia ettiği MÜSİAD'ı “batılı anlamda burjuvaların kurduğu”nu öne süren ve “onlarla yola devam edeceğini” de açıklayan (Balçiçek Pamir / Habertürk / 31 Mart 2011) Alaton'un çizgisini nasıl okumalıyız?

Salt, kitabın ortasından konuşan demokrat bir işadamı mı çıkıyor bu çizgiden?

Yoksa, son dönemde iktidarı pek kızdırmayacak mahfillerde yoğunlaşan demokratik bir söylemi, çelişik ve bazıları doğru olmayan iddialarla araçsallaştıran bir müteşebbis gönülçelenliği de mi var karşımızda?

Elbette değişim, ama Alaton biraz hızlı değişmiyor mu?

 

ALARKO'nun devletle işleri

 

“Devletten bağımsızlık” meselesini iş dünyası için tayin edici bir yere koyuyor Alaton. Elbette doğru. Peki Garih ailesiyle birlikte sahibi olduğu Alarko'nun internet sitesinde “hidro elektrik santraller, termik santraller, çevrim santralleri, rafineriler, madenler, su boru hatları, petrol boru hatları, doğalgaz boru hatları, şehir içi doğalgaz dağıtım şebekeleri, hava limanları, demir yolları, metrolar, kara yolları, otoyollar, hafif raylı sistemler, tüneller, köprüler, askeri tesisler, enerji dağıtım işleri” diye uzun bir listede sıralanan devlet-kamu odaklı işler, aynı bağımlılık ilişkisini kendisi için de inşa etmiyor mu?

Evet, 28 Şubat'ta generallerin kapısında askere yazılan çok işadamı oldu bu ülkede. Kimse “Aralarında TÜSİAD üyeleri yoktu” diyemez.

Peki Alaton; masonları, komünistleri ve Yahudileri bu ülkenin düşmanları gibi işaretleyen “Kızıl Pençe” diye bir oyunu, gençliğinde “Mas-Kom-Yah” adıyla sahneleyen Başbakan'ı ve partisini istikrarlı biçimde desteklerken neye yazılıyor?

“Türk burjuvasisi her zaman sahip olduklarının kimin sayesinde olduğunu unutmadı ve hiçbir zaman ona ihanet etmedi” de diyor Alaton. Geçmişten bugüne tanık olduğumuz tabloya bakıp da karşı çıkabilir misiniz!

Bu dönem; adil olmaya, artık çokça örneğini gördüğümüz “kullanışlı” 28 Şubat eleştirilerinden daha riskli, ama çok daha “değerli” bir vasıf da kazandırdı.

Ahmet Hakan'a mektubunda Latince “Mea culpa” (benim hatam), “Lapsus linguae” (dil sürçmesi) ve “Errare humanum est” (hata insana özgüdür) ifadelerini kullanmıştı Alaton.

Bir de “homo homini lupus” var.

İnsan insanın kurdudur!..