Doğan Akın

02 Nisan 2012

Mirsat kedisi…

Çetin Altan Köyceğiz’deki simsiyah Otello’su için “radyom bakışlı” diye yazdıkça Mirsat’a bir kez daha bakar, Hayır” derdim, “Senin boncuk gözlerin saten bakışlı…”

 

Çetin Altan Köyceğiz’deki simsiyah Otello’su için “radyom bakışlı” diye yazdıkça Mirsat’a bir kez daha bakar, ''Hayır” derdim, “Senin boncuk gözlerin saten bakışlı…”

Mirsoşki Mirsoşka Mirsayeva.

Ne demekse artık, onunla oynaşırken böyle bir isim de uydururduk. O oyunda Mirsat, Çarlık Rusya’sından kaçmış soylu bir prens olurdu. Fakat Türkiye’deki dostlarını bırakmamak için Rus kökenli bir Türk kedisi olarak yaşamayı tercih etmişti; artık “Mirsat”tı!

Can bir dostu kaybettik. Mirsat, yaklaşık 18 yıl önce ellerine doğduğu Gülin’in ellerinde geçen hafta son nefesini verdi.

Bir kedi, sizin için önemli olmamaya asla izin vermez!  Mirsat, kuşkunuz olmasın, bu geleneğin en yüksek düzeyli temsilcilerinden biriydi!

Bir “tekir” oğluydu Mirsat. Duman rengi pofuduk tüyleri göğsünde kahveden beje doğru açılır, sanki her gün bambaşka bir kıyafet giymiş gibi karşınıza çıkardı. Güzelliğinin farkında olmaya tenezzül etmeyenlerin pırıltısını o küçücük bedeninde her hâliyle taşırdı.

Evde bir kedi varsa, yalnız olmazsınız. Ya da şöyle söyleyelim; sizden başka evde yalnız kalmış “biri” daha vardır!

Başbaşa kalmış bir kedi ve insanı küçümsemeyin. Mirsat o başbaşa vakitlerde bana ne çok şey düşündürdü, ne çok şey öğretti. “Okşamayı” bana Mirsat öğretti mesela. Okşamanın, bir bedende aptalca gezinen bir el değil, bir lisan olduğunu…

Dolayımsızlığı düşündürürdü bana Mirsat; “beni daha fazla okşamayıp gıdımı kaşımayacaksan, uyuyalım!”

Kendim hakkında henüz bilmediğim şeyler de öğrenirdim onunla ilişkimizden. Çok ustaca hizmet  almayı, itaat etmemi sağlayarak da yapardı bunu. Sevgimizi sürekli göstermek istediğimiz birilerine ihtiyacımız olduğunu en çok Mirsat düşündürürdü bana. Ve birisinin gözünde çok sevilmiş, çok beklenmiş hayalimizi görmenin ne kadar değerli olduğunu. Velhasıl, kendimizi daha çok sevmenin sahici yollarını tarif ediyordu Mirsat bize!

Mirsat’ın öfkesi mesela, benim aksime, birçok şekle girmiyor, dolayısıyla kimseyi yanıltmıyordu! Kadife patilerinin örttüğü jilet gibi pençelerini vermesi gereken hiçbir cezadan esirgemez, ama tuhaf bir şekilde, orantısız bir güç de kullanmazdı.

Hiç kayıp yaşamamış insanların yakışıksız mutluluğu yoktur hayvanlarda. Hayatın matematiği insan evladından çok daha önce, çok daha acımasız dikilir hayvanların karşına.

İnsanlar, birbirini yaralamaktan her şeyden daha fazla haz alır hale nasıl gelebiliyor? Bunu da sordururdu Mirsat bana.

Bütün kediler gibi tutucuydu. “Tamam seni anlamaya çalışıyorum” diye uzun uzun bakar, ama bildiğinden şaşmazdı. İnsanla bu kadar iç içe yaşayıp tabiatını bu kadar muhafaza etmek... Karakter!

Evet, Mirsoşki Mirsoşka Mirsayeva.

Okuduğunuz gazetenin, yazdığınız sayfanın tam ortasına gelir oturur, hiçbir şey için minnet duymazdı. Ya da en fazla gözyaşından anladığını belli ederek yapardı bunu.

Siz ona uzun uzun dil dökerdiniz, o ise sadece telgraf çekerdi:

- Ne yaptın bakalım bugün Mirsat kedisi, güzel uyudun mu, mamanı yedin mi, suyunu içtin mi?

- Meeaav!

Derin düşünür gibi bakan gözlere kanmazdık elbette; yemek, uyku, tuvalet, oyundan başka durağı yoktu. Bir de gurur. Bir kez daha tam ortasına oturduğu kitabınızın üzerinden “off” çekerek attığınızda, sanki o yöne doğru gidecekmiş gibi kalakalması, “düşmesem de inecektim” hâlleri gururdandı.

Bir yıldır hâlsizdi Mirsat. Biraz zayıflamış, kabarık tüyleri yatışmaya başlamıştı. En sonunda gurultusunu duyamaz olmuştuk. Yemek masasının dibindeki biteviye siparişleri de azalıyordu.

- Neyin var Mirsat, ne oldu sana?

- Mea.

Yaklaşık 18 yıllık hayatının tek gününü bile, ertesi gün ne olacak diye yaşamadı. Ertesi günler için hazırlığı doğal olarak bize buyurmuştu. Doktoru, “Yakında görmemeye başlayabilir, mama ve su kaplarının yerini hiç değiştirmeyin ki bulmakta zorlanmasın” dediğinde Mirsat’ın umurunda olmadı elbette. Aklın insan olmaya verdiği ceza, Mirsat adına bunları duymaktı.

Elbette baş göz üstüne.  Ama bir yandan biliyorduk, acı ara vermiyorsa ölüm çaredir.Ve ölüm gerçekten değerli olana değer vermemizi uyaran bir çalar saattir!

Saat Mirsat için çaldı. Ve Mirsat ölüme bile ne kadar güzel yatılabileceğini göstererek veda etti.

O kadar güzel yaşadı ki, ölüme hiçbir şey bırakmadı.

Sen çok değerliydin Mirsat.

Kuyruklu yıldızımızdın.

Ama aslında senden değil, bizden söz ediyorum. Karşında hep yaptığım gibi arkandan da gülüyorum.

Çehov der ki; “hayat seni güldürmüyorsa, espriyi anlamamışsın demektir!”