Can Dündar, dün gece NTV'de yayınlanan “Canlı Gaste”de,TBMM Tarım Orman ve Köyişleri Komisyonu üyelerinin ABD gezisini tartışmaya açtı. Meslektaşımız, genetiği değiştirilmiş organizmalara ilişkin temas ve incemeleri de kapsayan gezinin giderlerinin ABD hükümetince karşılanmasının “etik sorun” yarattığı noktasından hareketle komisyon üyelerine sorular yöneltti.
Programa katılan komisyon üyelerinden Vahap Seçer (CHP) ile Abdülkadir Akcan (MHP) bir dizi açıklama yaptılar, ancak “Harcamaları ABD karşıladı” demediler. İki komisyon üyesi de, genel uygulamanın böyle olduğu izlenimini veren açıklamalarında “TBMM onayının kendileri için yeterli olduğunun” altını çizmekle yetindiler.
Komisyon üyesi milletvekillerine ısrarla “Burada etik bir sorun yok mu? Keşke harcamalarımızı ABD ödemeseydi, diye düşünüyor musunuz” sorusunu yönelten Can Dündar beklediği yanıtı alamadı. Ancak milletvekillerinin açıklamaları, hiçbir şekilde savunulamayacak bu uygulamanın, kişisel tercihlerden değil kurumsal alışkanlıklardan kaynaklandığını göstermesi açısından büyük bir önem taşıyordu.
“ABD gezisini TBMM'nin onayladığı” noktasında odaklanan açıklamalar, Türkiye'nin “en yüksek” yönetsel makamı olan parlamentonun, “skandal” ifadesini sonuna kadar hak eden bir davranışı alışkanlık haline getirdiği izlenimi veriyordu.
TBMM ihtisas komisyonlarında başka örneklerinin de yaşandığını sandığımız, “rutin” bir uygulamaya dönüştüğünü tahmin ettiğimiz bu tavrın parlamentoya onur kazandırmayacağı açıktır.
Ya ağırlanan gazeteciler?
Peki, gazetecilerin özel şirketler tarafından dünyanın dört köşesine uzanan gezilerde bütün harcamaları karşılanarak ağırlanmasının, basının milletvekillerini sorguladığı bu olaydan en küçük bir farkı var mı?
Politikacı için etik sayılmayan tutum, kamusal bir görev yaptıkları açık olan ve ağırlandıkları gezilere bu konumları nedeniyle davet edilen gazeteciler için etik olabilir mi?
Aynı bileşik kabın içinde kendi kusurlarımızı ne kadar saklayabilir, iğneyi kendimize batırmayarak topluma ne kadar güven verebiliriz?
Yüzümüze her an boş bir eldiven gibi fırlatılabilecek ağırlanma faturalarının gölgesinde, kamuoyunun haber alma hakkı adına insanları, kurumları, olayları sorgulayabilir miyiz?
Hangi uçak bileti bir “gazeteci”yi sadece mesleğiyle kavuşabileceği ufuklara taşıyabilir?
Ve hangi uçak bileti “gazetecilik”ten daha değerli olabilir?