AKP iktidarı döneminde medyada yaşanan gelişmeler üzerine yürüyen tartışma giderek büyüyor. Son olarak Sabah Genel Yayın Yönetmeni Erdal Şafak ile Zaman Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı'nın köşelerinde pazartesi günü yayımlanan “editoryal” yazıların konusu “medyada yeni dönem”di.
Türkiye AKP iktidarı döneminde önemli bir değişim geçirirken medyanın bu sürecin etkisi dışında kalması elbette düşünülemez. Ancak “değişim” tartışmasında, medyanın “güç” odakları karşısındaki geleneksel tutumunda kayda değer bir dönüşüm olup olmadığı üzerinde durmak gerekiyor.
Askerin medya üzerindeki nüfuzu azaldı, ama...
Askeri bürokrasinin medya üzerindeki nüfuzunun alabildiğine zayıfladığı bu dönemde, gazetecileri kuşatan diğer geleneksel ilişkilerin çözüldüğünü söyleyebilir miyiz?
“Medyada yeni dönem” için önemli iddialar öne süren bazı gazetecilerin, rakip cephede yer alan meslektaşlarını fikrî bir sürgüne yollama çabasıyla “tasfiye”ye yönelmelerini olağan karşılayabilir miyiz?
Nihayet, Başbakan'ın bir grup gazete için “okumama” çağrısı yaptığı... Doğan Yayın Holding'e, bütün varlığını aşan rekor düzeyde bir vergi ve ceza hesaplandığı... Nuray Mert örneğinde olduğu gibi, türban yasağı ve 28 Şubat sürecine karşı görüşleri nedeniyle geçmişte AKP kadrolarının da saygı duyduğu yazarların bile, sadece iktidarı eleştirdiği için yok edilmeye çalışıldığı bir dönemden geçiyoruz.
Muhafazakâr kadınların soylu tavrı
Burada bir parantez açalım. Nuray Mert olayında, Yeni Şafak ve Vakit gazetesi yazarları Ayşe Böhürler, Özlem Albayrak ve Sibel Eraslan ile Habertürk'ten Nihal Bengisu Karaca'nın sergilediği soylu tavrın, muhafazakâr medyadaki kadınlar ile erkeklerin hakkaniyet algılarına çarpıcı bir ayna tuttuğunu not etmemiz gerekiyor.
Evet, AKP iktidarı döneminde medyada her şeyin kötüye gittiğini söyleyemeyeceğimiz gibi, iyiye gittiğini de öne süremeyiz.
Yayınların el değiştirmesi tek başına “medyada yeni dönem” iddiasının altını dolduramaz. El değiştiren bazı gazeteler ile televizyonlarda gözlemlediğimiz yayın politikası “yeni dönem”i haber vermek bir yana, medyanın eski hastalıklardan kurtulamadığını da gösteriyor.
'Başbakan'a sevdalı' Star'ı nasıl okumalıyız?
Gelin “yandaş-karşıt”, “muhalif-muvafık” tartışmasına girmeden birkaç basit soru soralım:
Sahibi, “Başbakan Erdoğan benim idolüm. Erdoğan'a sevdalıyım” diyen bir gazetenin haberlerini, bu sözleri unutarak okuyabilir miyiz? Ethem Sancak bu sözleriyle Genel Yayın Yönetmeni'nden muhabirine kadar Star gazetesinin bütün editoryal kadrosuna kalın bir kırmızı çekmiş olmadı mı?
Sabah grubu haberleri, bu ilişkilerden ne kadar etkilenmeyebilir?
Sabah-atv grubunun haberlerini; bu grubun Başbakan'a en yakın birkaç işadamından biri olan Ahmet Çalık tarafından, kamuya ait Halk Bankası ve Vakıfbank'tan sağladığı 750 milyon dolarlık krediyle satın alındığını unutarak izleyebilir miyiz?
Başbakan'ın damadı Berat Albayrak'ın, AKP iktidarı döneminde Çalık Holding Genel Müdürlüğü'ne getirilmesinin, bu holdingin çatısı altında yayın yapan Sabah-atv grubu yayınlarını etkilemediğini düşünebilir miyiz? Örneğin Takvim gazetesinin emekli aylıklarına 63-101 lira arasında yansıyacak artış için attığı “Emekliye süper zam” başlığını, bu ilişkileri ihmal ederek okuyabilir miyiz?
Özkök salt editoryal gerekçelerle mi görevden alındı?
Başbakan'ın “okumayın” çağrısı yaptığı gazeteler arasında bulunan Hürriyet'te Ertuğrul Özkök'ün rekor vergi ve cezaların ardından Genel Yayın Müdürlüğü'nden alınmasının, yıllar önce atılmış “Vay şerefsiz” gibi başlıklardan kaynaklanan tamamen “editoryal” gerekçelere dayandığını varsayabilir miyiz?
“Yandaş” veya “muhalif” ya da “kartel” diye anılan gruplarda çalışan biz gazetecilerin “editoryal bağımsızlık” için ısrarlı davranabildiğini, böyle davranmanın işsiz kalma gibi bir sonucu olmadığını öne sürebilir miyiz?
Yeni dönem mi, eski hastalıklar mı?
Asker-sivil, her türlü güç odağıyla ilişkinin tayin edici rol oynadığı görüntüler, medyada yeni dönemi mi, yoksa eski hastalıkları mı ifade ediyor?
Aynı hastalıklara yakalanmış isimlerin farklı olması, medyada bu dönemi ''eski'' olmaktan kurtarır mı?
Diğer taraftan bazı ''muhalif'' gazete ve televizyonlarda etnik ve dini kışkırtma yapıldığını inkâr edebilir miyiz?
Hülasa... Hep aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar alabilir miyiz?
Ben “yandaş” ya da “muhalif” olarak adlandırılan medyada “gazeteci” olduğuna inandığım bütün meslektaşlarımın bu sorulara vereceği yanıtları biliyorum.
Selam olsun onlara...
Selam olsun gazeteciliği her görüşten değerli, her çıkardan üstün tutanlara...