Doğan Akın

20 Temmuz 2015

Hansel ve Gretel ve Ali Bayramoğlu...

İlhan Selçuk haklı, her insan yaşamı boyunca kendi heykelini yontar

Hansel ve Gretel'i bilirsiniz. 
Yoksul bir oduncunun çocuklarıdır. Kendilerinden kurtulmak isteyen üvey anneleri, babalarını, Hansel ve Gretel'i eve bir daha dönemeyecekleri şekilde ormana götürüp bırakmaya ikna eder. Üvey annelerinin konuşmalarını duyan Hansel, gece gizlice dışarı çıkarak ceplerine çakıl taşları doldurur. Sabah ormanda yolculuk başladığında Hansel cebindeki taşları birer birer geçtiği yerlere bırakarak dönüş yolunu işaretler. Üvey anne ve baba ormanda ateş yakıp çocukları terk ederler ve geri dönmezler. Ancak ay doğunca yola koyulan Hansel ve Gretel çakıl taşlarını takip ederek evlerini bulurlar.
13 yıllık AKP iktidarı sırasında medyaya kıbleden karayel eserken izlediğim performanslar, danslar, demanslar bu masalı da getiriyor aklıma. 
"Sevgili dostlar" herkes, "İki silahım var, ben ölmeden kimse Tayyip Erdoğan'a dokunamaz. Yaşasın tam bağımsız, cihanşümul Türkiye" diyen bir Yiğit Bulut; Taraf'ta "diktatör" olarak da gördüğü Erdoğan'a Yeni Şafak'a kapılanınca "100 yılda bir gelen lider" hitabı eşliğinde pişmanlık dilekçeleri yağdırdıktan sonra namusu ve şerefi üzerine yemin ederek milletvekili sıralarına kurulan bir Markar Esayan değil elbette. O dilekçelerin en vıcıklarını kendileri de yazmalarına rağmen, Esayan gibi seçimden sonra 3,5 aylık peşin yatan 55 bin liralık milletvekili maaşının hamili olamayanlar da var tabii. Kıyamam.
Bir de iktidar yollarına revan olurken, vakti geldiğinde "yangında ilk kurtarılacak" şöhretlerine geri dönmek için ceplerindeki çakıl taşlarını serpiştiren Hansel'ler var. İktidar dolaylarından ısırık da alırım, iktidara itaat etmemenin parsasını da toplarım iştahıyla oturdukları komple kahvaltı, ultra her şey dahil sofralarında "Ama ben vaktiyle şöyle eleştirmiştim, böyle tepki göstermiştim" taşları saçan Hansel'ler.
Hansel'liği tahammülsüzlüğün iktidarına da bölüştüren Hansel'ler. Sofradaki varlıklarıyla; baskı, sansür, Alo Fatih suçlamalarına karşı iktidara "Bakın sofrada kimler var, bizi eleştiren herkese bir şey demiyoruz" malzemesi sağlayan Hansel'ler.
Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu, Marketing Türkiye dergisine verdiği söyleşinin, internet sitelerinde "kendisine dair melodiyi yansıtmayacak şekilde" yayımlanmadığından yakınınca Hansel ve Gretel hikâyesi zihnimde bir kez daha yürürlüğe girdi.

 

Başkalarının dersinden sınıf geçmek

 

Bu uzun yazıda, bu kez medya holiganlarından, tetikçilerden, Barlas'lardan, Karaalioğlu'lardan, Özkök'lerden, Bulut'lardan, Esayan'lardan değil, Bayramoğlu dolaylarından medyaya bakalım. Zira ilk grubun temsil ettiği icraat ve ilişkileri yıllardır eleştiren Bayramoğlu'nun kendisinin de medyada durduğu ve -ona nefret sloganlarıyla saldıranlar bir yana bırakılacak olursa- pek ilişilmeyen yeri önemli. Önemli, çünkü burası, başkalarının dersinden sınıf geçmenin tercih edildiği, bu nedenle medyada haklı olarak eleştirilen hastalıklara sanki ihtiyaç -da- duyulan bir yer. Diğerlerinin yanlışları sizi doğru yapamaz. Ama doğruları başkaları üzerinden inşa etmenize imkân vererek aslında ne yaptığınızı saklayabilir.

Mesele şu: Bayramoğlu'nun Marketing Türkiye'deki söyleşisi, internet medyasında genel olarak "Son dönemdeki siyaset tarzları, Cumhurbaşkanı'nın tavrı, Gezi olaylarındaki tutum beni de AK Parti'nin karşısına itti" ve "MİT tırlarının görüntüleri bana gelseydi ve yayın yönetmeni olsaydım yayınlardım, Can Dündar doğru olanı yaptı" sözlerinden alıntılarla verildi.
Bayramoğlu, 8 Temmuz'da Yeni Şafak'ta "Fırtına koparan söyleşi" başlığıyla yayımlanan yazısında o "melodi" yakınmasını dile getirdi. Verdiği söyleşi, kendi köşesi dışında bir yerde fırtına kopardı mı bilmiyorum, ancak Hansel taşları vardı o yazıda, birlikte okuyalım:

"... Ancak gerginliğin izleri ve keskin inançlılar arasındaki mücadele hala sürüyor. Bunu, 'kestirme algı', 'kişilik katli' ve 'araçsallaştırma' gibi mücadele araçları üzerinden anlayabiliyoruz.
Örneği kendimden vereyim. AK Parti iktidarının ilk gününden bu yana bu iktidarın dönüşüm projesini, politikalarının anlamlı ve önemli bulduğum her noktasını savundum. Buna karşın yanlış gördüğüm her noktasını da eleştirdim. Destek ve eleştirinin iç içe geçtiği olduğu anlar oldu. 17-25 Aralık darbesi yolsuzluk hadisesini, yolsuzluk meselesi darbe fiilini benim gözümde ortadan kaldırmadı, örneğin.
Bunları bu köşede, televizyon programlarında, söyleşilerde yaptım.
2013 sonrası Gezi olayları, iktidardaki şahsileşme eğilimi, cemaate yönelik tedbirlerle gelen otoriter dalga, iktidar çevrelerinin tek faktörlü üst akıl mantığı karşısında eleştiri dozum arttı, zaman zaman sert bir dil kullandım. Ancak bugün hala, AK Parti'nin en önemli taşıyıcı olduğunu, kimi sivriliklerini törpülerse ülkeye fayda sağlacak asli siyasi aktör olduğunu düşünüyor ve söylüyorum."

 

Bayramoğlu'nu koruyan mazi
diğerlerini neden korumadı?

 

Bayramoğlu'nun satırlarının sordurduğu soru şu:
Neden, mesela Kürşat Bumin muhalif yazıları, Ali Akel Roboski eleştirisi nedeniyle yıllarca, yıllarca yazdıkları Yeni Şafak'ta barınamadılar da Ali Bayramoğlu barınabildi?
Yeni Şafak'taki yazısında değil, ama Marketing Türkiye'de yayımlanan söyleşisinde Bayramoğlu bu soruya kendince bir cevap veriyor:
"Bazı şeyler bazı insanları koruyor. Mesela beni koruyan şey geçmişim. İslami kesimde bana karşı 28 Şubat’tan kalma bir vefa duygusu var. Bu beni şimdiye kadar korudu ama herkesi koruyan böyle bir durum yok. Dolayısıyla o korunmayanlar gönderiliyor ve yerine çok daha düşük kalitede, Yakup Cemil gibi tetikçilik yapan, fikri düzeyi olamayan ve sadece iktidarı korumayı amaçlayan yazarlar geliyor.."
Bayramoğlu'nu gerçekten 28 Şubat mazisi mi koruyor? Öyleyse, misal, aynı süreçte kararlı bir muhalefet sergileyen Kürşat Bumin, 28 Şubat geçmişi bir mazi artığı haline getirilerek, neden gazeteden gönderildi? Ve AKP'de gördüğü "her" yanlışı eleştirdiğini, "sert" muhalefet de ettiğini öne süren Bayramoğlu Erdoğan'ın uçağında da ağırlanırken Kürşat Bumin'ler, Ali Akel'ler Yeni Şafak'tan niye kapı dışarı edildi, mazileri sınıfta mı kaldı?

 

Yazmak değil yazmamak,
sormak değil sormamak

 

Cevap; gazeteciliğin-yazarlığın yazmaktan çok "yazmamak"la, sormaktan çok "sormamak"la, görmekten çok "görmemek"le de icra edilen bir "sus payı" mesleği haline getirilmesinde olabilir mi?
Misal, Bayramoğlu Erdoğan'ın uçağında huzura kabul edilenler arasına girdiğinde "Nedir bu paraları sıfırlama meselesi", "Bir Başbakan Adalet Bakanı'na yargıda şu davayı takip et diyebilir, yandaş sermaye yararına ihale iptal ettirebilir mi", "Bir Başbakan'ın televizyon kanalı arayıp 'muhalefet liderinin sözlerini vermeyin' diye talimat yağdırması, yazar attırması, gazetecileri ve yargıçları, haberleri, yazıları, kararları nedeniyle 'vatan haini' ilan etmesi kabul edilebilir mi" diye sorabildi mi?
Soramaz, sorarsa o uçaklara binemez, sorduğunda 28 Şubat geçmişi onu yazdığı Yeni Şafak'ta, ekranlarına çıktığı kanallarda korumaya yetmez.

Yasak soruları sormayınca, soramayınca işte, Yeni Şafak'ta zaman zaman "sert" olduğunu öne sürdüğü yazıları Hansel'in taşları olur, itirazları "Sıyın Bışbıkınım bin de çıpılcıyım" melodisiyle duyulur. Sonuçta Bayramoğlu'lar, mazileriyle değil "sus payı" kavilleşmesi, "omerta" anlaşmasıyla da korunmuş olur.

 

Bayramoğlu'nun 'yüzünü ağartan'
medya-siyaset-ihale-inşaat işleri

 

Evet "sus payı" yazarlığı, münasip bir şekilde görmeme…
Yeni Şafak'ın patronu Ahmet Albayrak'ın, Erzincan Başsavcısı'yken İlhan Cihaner'in mahkeme kararıyla yaptırdığı telefon dinlemelerine takılan ihale takibi, reklam, AKP lobisi, yayınlarda "Kılıçdaroğlu'nun Aleviliğine" vurgu yapılması konuşmaları yayımlandığında ne yaptı Ali Bayramoğlu?
Aynı gazete, aynı patron olduğu için aynı örnekle gidelim; Kürşat Bumin, Albayrak'ın konuşmalarını da içeren Cihaner dosyasını Yeni Şafak'taki köşesinde didik didik ederken ne yaptı?
Aslında; Bumin'in, "medya patronlarına kamu ihalesi yasağı gelse Yeni Şafak'ı bırakacağını" da söylediği Albayrak ailesi için bir yazısı var Bayramoğlu'nun, bazı satırlarını birlikte okuyalım. Tarih 28 Ocak 2015, Bayramoğlu Erdoğan'la birlikte gittiği Somali'den bildiriyor:
"... Seyahatte pek çok işadamı da bulunuyordu. Yeni Şafak Gazetesi’nin sahiplerinden Nuri Albayrak da onlardan birisiydi. Albayraklar Somali’ye uzatılan elle en çok özdeşleşen grup. Nuri Bey, yolda iftiharla Somali’de yapmakta oldukları Türkiye Büyükelçiliği'ni anlatıyordu. 10 bin metrekare kapalı alana sahip 65 bin metrekare arazi üzerine yapılan bu inşaat Türk Büyükelçiliklerinin en büyüğü olacakmış. İngiltere’nin konteynerde büyükelçilik hizmeti verdiği hatırlanacak olursa...
Mogadişu’da Erdoğan 200 yataklı bir hastaneyi açtı. Albayrakların yaptığı bu hastane binası, 10’a yakın Türk doktoruyla Türkiye’nin Sağlık Bakanlığı'na bağlı olarak hizmet veriyor. 5 yıl sonra hastane tümüyle Somali’ye devredilecek. Somali limanı yine Albayraklar tarafından işletiliyor. Somali’nin bütçesine önemli bir katkıda bulunan gelir ürüyor buradan. 8000 kişiye istihdam sağlıyor.
Ve bunun gibi diğer örnekler...
Sadece devlet yardımı değil, girişimcilerin Afrika politikası etrafında seferber olması...
Somali insana kendisini ne kadar ağır hissetiriyorsa, bunlar da insanı o denli hafifletiyor, yüzünü ağartıyor..."

 

1800 dönüm arazili, 181 lojmanlı SEKA
Albayrak'lara birkaç daire fiyatına satılırken…

 

Patronu Albayraklar'ın Bayramoğlu'nun yüzünü ağartan işlerine geleceğiz. Ama yanlışlar doğruları götürmesin. Yeni Şafak, 28 Şubat sürecinde aforoz edilen bazı yazarlara kapılarını açtı mı, açtı. REFAHYOL hükümetinin istifaya zorlandığı o süreçte askerin iktidarına karşı muhalif bir tavır sergileyebildi mi, sergiledi.
Doğrular da yanlışları götürmesin. Erdoğan ve AKP'ye en yakın ailelerden olan Yeni Şafak'ın sahipleri kamu ihalelerine girdi mi, girdi. Devletle çok tartışmalı, yolsuzluk suçlamalarına muhatap olan para pul ilişkilerine bulaştı mı, bulaştı.
Misal, sendikanın kuruluş değerini "285 milyon dolar" olarak açıkladığı, içinde özel baraj ve 181 lojman ile sosyal tesisler de bulunan 1800 dönümlük arazisinin değeri bile milyonlarca dolarla ifade edilen, güncel piyasa değeri  "51,2 milyon dolar" olarak tespit edilen SEKA Balıkesir fabrikası Başbakanlık Özelleştirme İdaresi tarafından 1 milyon 100 bin dolara Albayraklar'a satıldı mı, satıldı. İdari yargı bu satışı "kamu zararı" gerekçesiyle iptal etti mi, etti. 
Peki sonuç?
AKP'nin torba kanuna eklediği bir maddeyle, geçmiş özelleştirmelere ilişkin "fiili imkânsızlık" durumlarında yargı kararlarının uygulanmayacağı yasa hükmü haline getirildi. Albayraklar, Balıkesir'de 5-10 daire fiyatına 181 lojmanlı 1800 dönümlük araziyi 1 milyon 100 bin dolara aldı, bu parayı da 2003'ten 2012'ye uzanan bir vadeyle üç taksitte ödedi! Bu özel "özelleştirme"den yaklaşık iki yıl önce yine SEKA'ya ait Dalaman işletmesi ise 40 milyon dolara satıldı!

 

Torbanın altından yazmak

 

Velhasıl yargının SEKA'nın Albayraklar'a satışını -üstelik defalarca- iptal eden kararı torba kanunla çöpe atıldı. Ama o kanunla, o kanunlarla sadece SEKA'lar gitmiyor elden, sadece medya patronları bir iş daha bağlamış olmuyor, gazeteciliğin başına da torba geçiriliyor.
İşte o torbanın altından da yazıyor Bayramoğlu. Türkiye'de patronunun Cihaner dosyasındaki konuşmalarına, SEKA Balıkesir'in Albayraklar'a nasıl satıldığına kapadığı gözlerini Somali'de açıyor. Erdoğan'la gittiği Somali'de gözünü açınca ne görsün; dünyadaki en büyük Türk büyükelçiliği binasını, Sağlık Bakanlığı'nın Somali'deki hastanesini Albayraklar yapıyor, 8 bin kişilik Somali Limanı'nı Albayraklar işletiyor.
Bayramoğlu, Albayraklar'ın işlerinden Somali'ye "gelir ürediğinin" altını çizerken, Albayraklar'ın devletten bu işleri nasıl aldığını, ne kazandığını sorgulamıyor ve haliyle yüzü ağarıyor.

 

'Patrona karşı oto-sansür iktidara karşı
oto-sansüre açık ara galebe çalar'

 

Medya patronlarının sansürüne, siyasetle ilişkilerine, ihale iştahlarına, patronlardan kaynaklanan oto-sansüre tepki gösteren Ali Bayramoğlu olsa, patronunun devletten aldığı işleri sorgulamadan ballandırarak anlatan Ali Bayramoğlu'na ne derdi?
Tarih 10 Eylül 2008, şu satırlar o Ali Bayramoğlu'nun "Önce medya, merkez medya" başlıklı yazısından, okuyalım:
"... Başbakan'ın eleştiriye tahammülü az diyebilirsiniz.
Ancak Türkiye'de merkez medya geleneğinin, bu geleneği son yıllarda baskın bir şekilde temsil eden Doğan Grubu'nun, (elbet kimi gazeteciler ve kimi istisna yayın organları dışında) Türkiye'de ilişki kirliliğinin, rant ve çıkar gazeteciliğinin, evrensel değerlere yönelik bir tür 'vandalizm'in taşıyıcısı olduğu da bir o kadar doğrudur.
Petrol ticaretinden sigortacılığa kadar devasa bir sanayi gücü olarak hareket eden Doğan Grubu'nun gazetecilik faaliyeti kadar, gazeteciliği başka faaliyetlerin lojistik desteği olarak kullanmayı yol bilen bir geleneğin 'amiral gemisi' olduğunu görmezden gelmek mümkün olabilir mi?
(...)
Basın özgürlüğü meselesine gelince…
'Eleştirilere başbakanın yaptığı gibi öfkeli tepki vermek elbet siyaset ve basın arasındaki mesafeyi yok eden, basın özgürlüğüne dolaylı ve doğrudan olumsuz etkide bulunan bir durum'dur…
Ancak basın özgürlüğü sadece gazetecinin siyasi iktidar değil, aynı zamanda kendi patronu karşısındaki konumuyla da yakından ilgilidir. Sansür iktidardan geldiği kadar, hatta ondan daha fazla gazetenin kendisinden gelir.
Demek ki basın özgürlüğüne yönelik olumsuzluğun sadece başbakanın kimi haberlere yönelik sert tepkisi, sert üslubu ve meydan okuyucu tavrıyla ilgisi yoktur.
Gazeteci olarak iş takip edenleri bir yana koyacak olursak, böyle durumlarda, diğerleri, yani 'kendi patronları eleştirmek istemeyenler' ile 'başbakanı eleştirmek istemeyenler' birlikte bir 'oto sansür düzeni' üretirler. Ne var ki, patrona karşı oto sansür iktidara karşı oto sansürün karşısında açık ara galebe çalar.
(...)
Bu ülkede demokrasinin tesisi için yeniden yapılanması gereken önce medya, siyaset-medya ilişkileridir." (Olur da bir gün Bayramoğlu Doğan grubuna geçerse, bu yazının tam metnini hatırlatırım…)

Aynı analizi Albayrak Holding için
yapabilir mi?

 

Bayramoğlu'nun Erdoğan'ın sorunlarını "ama"nın  öncesine yerleştiren çakıl taşı formülasyonu bir yana, yukarıdaki ifadelere karşı çıkmak mümkün değil. 
Peki mesele ne? Mesele, Bayramoğlu'nun, her zaman eleştirdiği medyadaki yaygın geleneğe uyarak, başkalarının dersinden sınıf geçmeye çalışması.
Açın Bayramoğlu'nun gazetesinin patronu Albayrak Holding'in internet sitesini; inşaattan medyaya, bilgi teknolojilerinden tekstile, Trabzon'dan Mogadişu'ya uzanan limancılığa kadar uğraştığı işleri görün.
Mesele, medya patronlarının medya dışındaki işleriyse -ki mesele bu- Bayramoğlu'nun yazısındaki "Doğan grubu"nu çıkarıp yerine "Albayraklar"ı koyun, durum değişmez, yapılan yorum/analiz yerli yerinde kalır.
Peki Bayramoğlu bunu yapabilir mi, yapamaz, yapamadı. Misal, 24 Haziran 2003'te Albayraklar'a devredildikten sonra kavgası yıllar süren Balıkesir SEKA'nın Albayraklar'a satışı konusunda patrona karşı oto-sansür Ali Bayramoğlu'nun köşesinde de galebe çaldı!
Velhasıl Bayramoğlu, her zaman eleştirdiği medya-siyaset-devlet-ticaret ilişkisi Erdoğan himayesindeki Yeni Şafak söz konusu olduğunda, patronunun devletten aldığı işlerin "yüzünü ağarttığını" yazabildi.
Medya sermayesindeki çarpıklığa, o çarpıklığın gazetecilikte yarattığı erozyona, oto-sansüre dair neyi eleştirdiyse o oldu Bayramoğlu.

 

'Siz yazarsınız, gazete basar' mı?

 

Marketing Türkiye'ye verdiği söyleşide, Yeni Şafak'taki durumunu şöyle ifadelendiriyor:
"Bu bir sözleşme. Siz yazı yazarsınız gazete basar. Eğer sizin yazdıklarınıza gazetenin bir itirazı yoksa ve yazılarınıza müdahale etmiyorsa benim açımdan sözleşmenin gereği yerine geliyor. Onların da benim yazdıklarıma kendi bildikleri nedenlerle ihtiyacı varsa anlaşma sürüyor. Zaman zaman gazetenin genel tutumu ya da manşetiyle hemfikir olmadığım oluyor ama bunları çok sorun yaparsanız Türkiye’de hiçbir gazetede yazı yazamazsınız…"

Bayramoğlu SEKA'ları yazmıyor, Erdoğan'ın uçağına sinir bozacak soruları sormayan yazarlar faslında davet ediliyor, patronunun ihale konuşmalarını görmüyor; Yeni Şafak da misal Somali'den yazdığı yazıyı "gazetecilik etiğine aykırı" diye basmamazlık etmiyor! Böyle de işliyor o "sözleşme"ler.
Aynı söyleşide, Yeni Şafak'taki durumu için "Benim için esas olan yazdıklarımdır. Yazdığım gazete benim gerçekten kabul etmekte zorlanacağım, şiddet içeren bir olaya girmediği müddetçe benim için de sorun yok" da diyor.
Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül'ün "Ya hainsiniz, ya vatansever", "Tanık olduğumuz şey son İstiklal Savaşı'dır", "Türkiye, yaşadığımız coğrafyada özgürce dalgalanabilen son bayraktır. Bu bayrağın tekrar düşmesine izin vermeyin. Düşerse millet düşecek, ülke düşecek", "Bu seçimde Türkiye'nin yüz yıllık mücadelesi, son İstiklal Savaşı için karar verilecek. Ben işte bu mücadelenin tereddütsüz tarafıyım" görüşleri Bayramoğlu'nun"kabul etmekte zorlanacağı" menzile giriyor mu acaba?
Ya da bir önceki Genel Yayın Yönetmeni döneminde Çukurca'da sekiz asker ile bir korucunun katledildiği PKK pususu üzerine Yeni Şafak'ın BDP milletvekillerini “Katil sizsiniz” manşetiyle hedef göstermesi?

 

Bir tencerestan serzenişi: Kim kendini sorgulayacak?

 

Marketing Türkiye söyleşisinden son bir alıntı. Bayramoğlu, Türkiye'de medyanın dört bloktan oluştuğunu öne sürüyor. Birinci blokta cemaat medyasının, ikinci blokta "kökten muhalif" yayınlar olarak Aydınlık ve Sözcü ile "onlardan biraz farklı olan" Cumhuriyet'in, üçüncü blokta Yeni Şafak ile "Ak Parti bülteni gibi çıktığını" vurguladığı Sabah, Star ve Akşam'ın, dördüncü blokta da Milliyet, Hürriyet gibi "kısmen muhalefet" edebilen yayınların bulunduğunu ekliyor ve diyor ki:
"Ortadaki bu tabloya bakıp soruyorum: Bu tablo içinde kim kendini sorgulayacak?"

Bir "tencere dibin kara" analizi, bir "tencerestan" telkini, bir "omerta" rasyonalizasyonu yok mu Bayramoğlu'nun sözlerinde?
Türkiye'de "gazeteci kamuoyu" bu tablodan Bayramoğlu'nun çıkardığı sonuçla da yok oldu. Eski-yeni ana akım, eski-yeni merkez medyada kimse "Şunu yazar, bunu iddia edersem birileri gerçeğini yazar mı, doğrusunu söyler mi" sorusunun cevabıyla ilgilenmiyor. Zira "gazeteci kamuoyu" yok, "kim kendini sorgulayacak" düzeni var.
Bayramoğlu'nun üçüncü blokta Sabah, Star ve Akşam'la birlikte konumlandırdığı gazetesi için "Yeni Şafak da bunların içinde ama AK Parti Hükümetine mesafesini de korumaya çalışıyor" diyor. Yukarıdaki örnekleri, editörünün "istiklal savaşı" çağrılarını hatırlatıp geçelim.

 

Müesses düzenek

 

Bayramoğlu'nun medya blokları arasında bağımsız gazeteciler yok. Burası önemli. Bayramoğlu'nun da aralarında olduğu çok sayıda isim, yıllarca haklı olarak, o geleneksel yapının ürettiği "gazeteciliği", gazeteciliği araçsallaştırmasını eleştirdiler. Ama birçoğu o yapının bir parçası da oldu. Ancak ne olursa olsun birbirinin sırtını kaşıma kültürü, arkadaş dayanışması-paslaşmasıyla, eleştirdikleri o yapının parçası da oldukları gerçeğini yazılıp çizilir olmaktan kurtardılar.
Ve bu "suret-i hak" düzeni, işte o hastalıklı, o eleştirilen düzeni aslında arzu ediyor. İstiyor ki, medya eskisi gibi şahane günahları olanlardan ibaret olsun, o paslaşan arkadaşlar da güya eleştirdikleri o yapıdan bir yandan ısırık alırken, diğer yandan en doğruyu, en iyiyi temsil etsinler. Başka türlü bir kalabalık iktidarı. Bir müesses düzenek.
Peki sonuç?
Medya elitlerinin de, en az çarpık medya sermayesi kadar gazeteciliği kirlettiğini görmeliyiz. Bu mesele, sermaye tartışmasının altına itildiği, saklanmaya çalışıldığı yere sığmıyor artık.

 

Evet, mazisi koruyor

 

Elbette haksızlıklara, saldırılara da uğradı Bayramoğlu. Elbette zor zamanlarda zor yazılar da yazdı. Ama Bayramoğlu'nun serüveninde noktaları geriye doğru birleştirdiğinizde, iktidar mahfillerinde kendisini sadece "28 Şubat mazisinin korumadığını" gösteren noktaları atlayabilir misiniz?
Ama evet, mazisi korudu da Bayramoğlu'nu, koruyor. Ancak Balıkesir'i de, Mogadişu'yu da, 17-25 Aralık sürecini "darbe" olarak da gördüğü yazılarını da, görmemelerini-yazmamalarını da, uçaklarda sormamalarını da içeren bir mazi karşısındayız.
Kötü ruhlu biri mi Ali Bayramoğlu? Bence değil. Ama ruh, biraz da olmak istediğiniz şeydir, olduğunuz şey değil…
En azından doğru gazetecilik tartışmasında yanlış cast, budur Bayramoğlu.
Peki çıktığı yere dönebilecek mi?
Hansel ve Gretel çakıl taşlarını izleyerek eve döndükten sonra, ikinci kez ormana götürülürler. Bu sefer, ceplerine doldurdukları ekmek kırıntılarını geçtikleri yollara serperler. Ancak tekrar eve dönmek istediklerinde o kırıntıları bulamazlar…
Kuşlar yemiştir.
İlhan Selçuk haklı, her insan yaşamı boyunca kendi heykelini yontar.

'Ezilme Mustafa Karaalioğlu' diyesim var ama...

Bir zavallı yanaşma...