Doğan Akın

27 Temmuz 2016

Halil İnalcık'a saygıyla: Darbecilere adaletsizlik armağan etmeyin!

Velhasıl hakikatlere saldırmayı gazetecilik ve siyaset sanmanın bedelini yeterince ödedi bu ülke

Bir olayı nasıl ele aldığınız, sizin kim olduğunuzu da tayin eder.
Ergenekon ve Balyoz davaları sürecinden Fethullah Gülen cemaatine ilişkin tartışmalara uzanan olaylarda yıllarca şimdiki tavırlarının tam aksi yönünde davranış gösterenlerin kimliğinde, adlarından önce bu gerçeği okuyoruz. Vaktiyle Ergenekon ve Balyoz davalarında suçluyla-suçsuzu ayırmaya çalışanlara; misal Ahmet ŞıkNedim Şener ve İlhan Cihaner'in hapsedilmeleri sürecinde Gülen cemaatinin yargıdaki etkisini sorgulayanlara hücum edenler, bugün aynı sütunlarda, aynı köşelerde, aynı ekranlarda tam aksi yönde, ama yine ateş ettikten sonra nişan alarak icra ettikleri karanlık mesailerinin başındalar.

Gerçekler, siz öyle istiyorsunuz diye gönlünüzce cereyan etmiyor elbette; ancak siyasetin, askeri ve sivil bürokrasinin ve elbette bu yapıların emrindeki medyaların oynadığı kumarda insanlar bedel ödüyor.

Kendi mazilerini ihbar edenler

TSK içinde örgütlenen cunta 15 Temmuz gecesi hükümeti devirmeye kalktı, parlamentoyu, emniyeti, MİT'i bombaladı; halka ateş açtı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı öldürmeye, en hafif ihtimalle tutuklamaya çalıştı.

Bu kanlı darbe girişimine kalkışanlara yapılacak en büyük iyiliğin suçlu/suçsuz ayırmadan yaratılacak mağduriyetler olduğunu, daha dün Ergenekon, Balyoz süreçlerinde, cemaat tartışmalarında tecrübe etmiş bir ülkede yaşadığımıza inanmakta güçlük çekmiyor musunuz?

Yıllarca 34 kişinin katledildiği Roboski katliamı için bir kişinin bile hâkim karşısına çıkarılmamasını sorgulayanları "vatan haini" diye suçlayanlar, darbe girişimi gecesi Cumhurbaşkanı'nın yanında bulunan damadı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak'ın "Roboski dosyası yeniden açılacak" dediğinde ne düşündüler acaba?

T24 yıllar önce soru ve cevaplarla Ergenekon ve Balyoz süreçlerini hukuken sorgularken, Gülen cemaati yayınlarında misal Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Genel Başkanı Türkan Saylan aleyhindeki iftira; misal Cihaner, Şık ve Şener aleyhindeki infaz kampanyalarına karşı çıkarken ne yaptıklarından utanmayanları bugün "T24 neden kapatılmıyor", "şu gazeteci, bu akademisyen niye tutuklanmıyor" kampanyasına memur olmuş görüyoruz. 

Bugün yayımladıkları sözüm ona "hain" listelerine iliştirdikleri yaftalarla aslında kendi mazilerini, o mazideki kendi manşetlerini, kendi köşelerini, nihayet kendi cüzdanlarını ihbar eden yanaşma taburlarındaki hezeyanların vicdan mahallinde kıymetiharbiyesi yok. Ancak iktidar; tutuklanacak gazeteci, akademisyen, memur listeleri üfleyen, somut bir suçlama ve yargı kararı olmadan devletteki işinden edilen on binlerce insanın bir daha kamu hizmetinde çalışmalarını yasaklayan kararnamelere karşı "hukuk" diyenleri "hain" ilan eden holiganların iştahına karşı da bir sınav veriyor.

Savcılığa iade edilen Sarıkaya, onuru için intihar eden Arpalı

Şemdinli soruşturmasında askerleri kızdırınca 28 Şubat sürecinde avukatlık hakkı da elinden alınarak savcılıktan ihraç edilen Ferhat Sarıkaya'yı yıllar sonra HSYK kararıyla mesleğe iade eden iktidarın, darbe girişimini soruştururken maziden çıkaracağı çok tecrübe var. 
Sahi; "özel yetkili savcı" olarak Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Yücel Aşkın ile üniversitenin Genel Sekreter Yardımcısı Enver Arpalı'yı "yolsuzluk" iddiasıyla tutuklatan Sarıkaya'nın o dosyasından ne çıkmıştı, hatırlıyor musunuz? Bu köşede defalarca yazılan o dosyadan yolsuzluk çıkmadı, ama Enver Arpalı o iftirayı onuruna yediremeyerek cezaevindeyken canına kıydı! Sarıkaya'nın hukukunu yıllar sonra da olsa gözeten devlet Arpalı'nın ailesi için ne yaptı?

Halil İnalcık, Adalet Kulesi, Adalet ve Kalkınma Partisi

Velhasıl hakikatlere saldırmayı gazetecilik ve siyaset sanmanın bedelini yeterince ödedi bu ülke.

Bu köşede bahsi geçmişti, Topkapı Sarayı'ndaki Adalet Kulesi'ni bilir misiniz? Ve Edirne'deki Osmanlı sarayından ayakta kalan tek yapı olan Adalet Kasrı ve Adalet Kulesi'ni? Ve adalet kulelerinin neden o sarayların en yüksek yapıları olduğunu?
Bakın, 100 yaşında kaybettiğimiz hocaların hocası Prof. Halil İnalcık, son nefesini vermeden yaklaşık bir ay önce yayımlanan son kitabı "Osmanlı Tarihinde İslamiyet ve Devlet"te neler anlatıyor:

Mutlak otorite ve adalet kavramlarına dayanan eski İran devlet anlayışı, Müslüman siyaset teorilerinde yaygın hale gelirken, güçlü Türk hanedanları devlet idaresinde fiilen bir kuvvet ayrılığı prensibi getirmişlerdir. Onlar, Orta-Asya bozkır devletinin beg-kagan ve törü-yasa geleneklerini yürürlüğe koydular ve bunu, Ortadoğu topraklarında kurdukları devletlerde hükümdar otoritesinin temeli yaptılar. Başka bir deyişle, 10. ve 11. yüzyıllarda İslâm topraklarında Türk devletlerinin kurulmasıyla beraber, devlet ve hukuk kavramında, bağımsız sivil otorite ve onun kanûn koyucu gücü lehine derin bir değişiklik ortaya çıkmıştır. Türk yöneticiler, kamu otoritesi ve bu otoritenin mutlak bağımsızlığı konularında çok duyarlı idiler ve kamu yönetimini daima kendi devlet ve hukuk anlayışları doğrultusunda örgütleme hakkına sahip oldukları kanısını taşıyorlardı.

İslâm devlet kavramına Türk katkısı, sadece sultanın otoritesinin mutlak şekilde bağımsızlığı değil, aynı zamanda genel hukuk ve adaletin yorumlanmasında da kendini gösterir. MÖ 8. yüzyıla kadar giden eski kaynaklarımıza göre, Orta-Asya Türk hükümdarlığı, kaganın tahta oturduğunda ilan ettiği törü veya yasaya, yani imparatorluğun düzenini belirleyen bir temel kanûna dayanmaktaydı. Başka bir deyişle, hükümranlık otorite ve gücünün, törü ve yasanın ilanıyla oluştuğuna inanılmıştır. Bunun yazılı kanıtı, Orhon Kök Türk yazıtlarında tekrar tekrar ifade edilmiştir.
Aynı uygulamaya yüz yıllar sonra, Osmanlı sultanı, İstanbul Fâtihi ve Osmanlı İmparatorluğu'nun gerçek kurucusu II. Mehmed'in hükümdarlığında da (1451-1481) tanık olmaktayız. II. Mehmed, kendi devletinin temel kanûnları olarak biri devlet düzenini, öteki tebaanın statüsünün belirleyen iki kanûnnâme ilan etmiştir. Bu kanûnnâmeler, doğrudan doğruya herhangi bir Şeriat ilkesini içermemektedir; sadece imparatorluğun kamu kurumlarının oluşturulmasını ele almaktadır.

Eski Hind-İran siyaset teorisinden gelen temel nazariye, adalet dairesi adıyla şöyle formüllendirilmiştir: Hükümdarın gücü askerî güce, askerî güç hazineye, hazine reayanın ödediği vergilere, vergilerin artışı adalete bağlıdır. Bu nedenle akıllı hükümdar, kendi egemenliğini korumak ve gücünü artırmak istiyorsa, reayaya adaletle muamele etmeli, zulümden kaçınmalıdır: 
"Adalet mülkün temelidir." 

Müslüman devletlerinde tüm bürokratik örgütlenme bu felsefeye dayanır. Bu pratik devlet teorisi, mutlakiyetçi güç-devlet kavramıyla adalet kavramını bağdaştırmakta idi. Sarayın en göze çarpan yeri, Dâru'l Adl denilen Adalet Kulesi ve Cihânnümâ'dır. Edirne'de ve İstanbul'da bu sembolik yapılar, tüm saraya hâkimdir ve sözde bütün ülkeyi gözetlemektedir.

Divân-i Hümâyûn, bizzat padişahın başkanlık yapması gerekli bir yüksek adalet divânı sayılmakta, sıradan yurttaş dahi devleti temsil edenlere karşı şikâyetini oraya gelip şahsen ifade edebilmekteydi. Bu kurumun kaynağı Şerîat değil, tarihî gelenektir.


Enerji dikkati takip eder

Prof. İnalcık'ın mirası, adil olmanın kıymetiyle ilgili olarak da bize önemli şeyler söylüyor.
Enerji dikkati takip eder. Adil olmaya dikkat edin.
Hükümeti devirmeye çalışanlara, parlamentoyu-emniyeti-MİT'i bombalayanlara, halka ateş açanlara, Cumhurbaşkanı'nı öldürmeye/kaçırmaya çalışanlara -bu kanlı girişimle ilgisi olmayanları mağdur ederek- adaletsizlik armağan etmeyin!