Adalet Bakanlığı'nın internet sitesine girerseniz, “Bakanlık birimleri” başlığının altındaki ilk birimin “Teftiş Kurulu Başkanlığı” olduğunu göreceksiniz. “Tarihçe”de “adalet müfettişliği”nin Sultan 1. Murad döneminde kurulduğunu anlatan satırları geçtikten sonra Teftiş Kurulu'nun “Adalet Bakanı'nın emri ve onayı” ile çalıştığı ifadesini okuyacaksınız.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) internet sitesine girdiğinizde de, “HSYK'nın Görev ve Yetkileri” başlığı altında, Anayasa'ya paralel yazılan “Kurulun başkanı Adalet Bakanı'dır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı kurulun tabii üyesidir” ifadesiyle karşılaşacaksınız.
Birkaç satır aşağıda da yargının işleyiyişi açısından hayati önemi olan olan HSYK'nın görev ve yetkileri şöyle sıralanır:
“HSYK; adli ve idari yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar. Adalet Bakanlığı'nın, bir mahkemenin veya bir hâkimin veya savcının kadrosunun kaldırılması veya bir mahkemenin yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlar...”
Yargı ve hükümet arasında krize neden olan son gelişmeler, “Adalet Bakanı'nın emri ve/veya onayı ile” hâkim ve savcılar hakkında soruşturma yürüten adalet müfettişlerinin çok sayıda telefon dinlemesi talep ederek mahkemelerden bu yönde karar çıkarttıklarının anlaşılması üzerine yaşandı.
Siz hâkim olsanız ne yapardınız?
Şimdi siz hâkim olsanız, “terfinize, atanmanıza, tayininize, birinci sınıfa ayrılmanıza, meslekte kalıp kalmayacağınıza” karar veren, yani kaderinizi elinde tutan HSYK'nın Başkanı'nın, yani Adalet Bakanı'nın emri veya onayıyla telefon dinlemesi talep eden adalet müfettişlerinin talebi hakkında nasıl bir karar verirdiniz?
Misal, hukuka uygun görmediğiniz bir dinleme talebi konusunda karar vermek için kendinizi, olması gerektiği gibi, sadece yasalardaki hükümlerle mi bağlı hissederdiniz? Yoksa adalet müfettişlerinin nasıl çalıştığını düzenleyen mevzuat ile başkanı Adalet Bakanı olan HSYK'nın hayatınızı alt üst edebilecek görev ve yetkilerine bir kez daha bakma ihtiyacı hisseder miydiniz?
Aklı ve vicdanı tutsak olmayan herkes için, yukarıda özetlediğimiz tuhaf düzenin, hâkim ve savcılar hakkında yasalara uygun ve yerinde görünen dinleme kararlarını bile hukuken sakatladığı ortadadır.
HSYK'nın “seçilmiş” üyelerinin dün yaptıkları açıklamada, hâkim ve savcıların takibi konusunda Yargıtay'a başvurularak bir içtihad geliştirilmesi girişimini sonuçlandırmayan Adalet Bakanı Sadullah Ergin'e yöneltilen eleştiriyi, işte bu düzen ışığında değerlendirmek gerekir.
Siyasette yüz karası bir sayfa: HSYK
HSYK'nın yargı bağımsızlığıyla bağdaştırılamayacak durumunu sadece AKP iktidarıyla ilişkilendirmek hakkaniyetli olmaz.
HSYK'nın durumuna karşı olan kayıtsızlık, hatta bu çarpıklıktan yararlanma çabaları Türk siyasetinin yüz karası sayfalarından biridir. Muhalefette bu durumu eleştiren bütün partiler iktidara geldiklerinde mevcut düzeni sürdürmeyi tercih ederek yargıya nüfuz etme çabalarından kendilerini alamamıştır. Bu durum, hepsi de birbirini izleyen iktidar dönemlerinde Adalet Bakanlığı'nı yöneten ve şu anda kadroları muhalefette olan belli başlı bütün partilerin eseridir.
'Yandaşlık'la eleştirilen Zaman ve diğerleri
Ergenekon soruşturmasını “İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı” olarak yürüten Aykut Cengiz Engin'i de kapsayan telefon dinlemelerine ilişkin bir kaydı da meslektaşlarımız adına düşmemiz gerekiyor. Olayı ortaya çıkararak önemli bir başarıya imza atan NTV'nin haberi belli başlı bütün gazetelerin manşetinde veya birinci sayfasında yer buldu.
Ancak “Yargıtay santralının dinlenmesi talebini” de içeren bu olayın taşıdığı haber değeri, www.t24.com.tr okurlarının bizim katılmadığımızı bildiği bildiği bir sınıflama olan “yandaş medya” ifadesiyle suçlanan muhafazakâr gazetelerin tamamında ihmal edilebildi.
Birkaç gün önce BM ve AB Komisyonu'nun girişimiyle düzenlenen “Türk medyasının sorunları”na ilişkin toplantıda “referans gazetesi” olduğu iddia edilen Zaman, dünkü birinci sayfasında Türkiye'yi ayağa kaldıran gelişmelere tek satır ayırmamıştı. Yakın tarihin en büyük yargı-yürütme krizlerinden birini doğuran olaylar, Zaman'ın iç sayfalarında da haber yapılmaya değer görülmemişti. Zaman sadece, başka bir haberin altına “Bu arada” ifadesiyle eklediği olaya ilişkin birkaç satırla yetinmişti.
Yeni Şafak, Star, Vakit ve Bugün de gözünü kapattı
Yeni Şafak da, hükümet ve yargı cephesinde peşpeşe açıklamalara neden olan olayı doğuran gelişmelere dünkü birinci sayfasında hiç yer vermemiş, içeride küçük bir haberle yetinmişti.
Star, Bugün ve Vakit gazeteleri de, bu olaya dünkü birinci sayfalarında tek satırlık yer vermeye gerek görmemişti.
Ancak bu gazetelerin birinci sayfalarındaki ortak nokta, hepsinde de, telefonları dinlenen ve Adalet Bakanlığı'nca meslekten ihracı istenen Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz ile YAR-SAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu ya da Ergenekon dosyasına ilişkin haberler olmasıydı!
'Yeni derin devlete bizimkiler alınacak'
Çok kısa bir süre içinde bu gazetelerin dinlenen hâkim ve savcıların telefon konuşmalarıyla dolacağını tahmin etmek güç değil. Mahkeme kararıyla yapılmış dinlemelerin yayımlanması doğal sayılabilir. Ancak bu gazetelerin yönetimleri, dünkü birinci sayfalarına, “yandaş medya” tartışması bağlamında kendileri aleyhine önemli bir kayıt düşmüş oldular.
Gazetelerin bu türdeki sayfaları habercilik açısından kötü, haberciliğe bulaşan “bizden olan-olmayan” hastalığını göstermesi açısından ise iyi birer vesika değeri taşıyor.
Abdurrahman Dilipak'ın, “derin devlet”e karşı kendi çevresine yönelik bir dizi uyarı içeren Vakit'teki yazısının (11 Kasım 2009) ilk satırıyla noktalayalım:
”Mevcut derin devlet tasfiye edilecek ve yeni derin devlet kurulacak. Bu defa, içeridekilerden bir kısmı kapıya konup, bizimkiler içeri alınacak..”