Başbakan Tayyip Erdoğan ve öfkesini, kendi ifadesiyle "bir hitabet sanatı" olarak izlemiyoruz artık. Haber verme görevini yapan gazetecileri "vatana ihanet"le suçlayan, bu suça karşı harekete geçmeyen yargının da suç işleyeceğini ilan eden bir Başbakan karşısındayız. Öfkesi bedenine bir dövme gibi yapışmış bir Başbakan...
Trakya gezisi sırasında "Neymiş basın özgürlüğü. Ne basın özgürlüğü ya? Sen nasıl devletin bu sırrını ifşa edersin" diyen Başbakan'ı dinlerken Dersim katliamı için "özür dileyen" Başbakan'ı da hatırladım. O katliam da devlet sırrıydı, yıllarca yazılıp çizilemeyen Diyabakır Cezaevi işkenceleri de. Aynı Başbakan, o devlet sırlarının karanlık labirentlerinde şiir okudu diye "halkı kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek"le suçlanarak hapsedildi. Ve bu Başbakan, 11 yıllık iktidarının sonunda, haberciliği kendisini hapseden devlet sırlarının kodeslerine tıkmaya çalışıyor, "o yargı"ya bir bis daha yapması için adeta gözdağı veriyor.
Neden gözdağı, neden Başbakan'ın sözleri parlamentodaki "yasama-yürütme" kaynaşmasına yargıyı da ekleme gayreti gibi görünüyor? Soru, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) yapısında cevabını buluyor. 12 Eylül 2010 referandumunda HSYK'nın yapısı değiştirildi, ancak 12 Eylül darbesinden miras bir özelliği korundu. AKP, darbeyi yapan generallerin son biçimini verdiği 1982 Anayasası'nda tercih ettiği hiyararşiyi benimseyerek yürütme organını HSYK içinde tuttu. Bugün HSYK'nın Başkanı Adalet Bakanı'dır, "tabii üyesi" de Adalet Bakanlığı Müsteşarı.
Hâkim ve savcıların tayin ve terfilerini, soruşturmalarını yürüten bir kurula başkanlık eden bir hükümet üyesi var ve o hükümetin Başbakanı "vatana ihanet"le suçladığı Taraf gazetesi ile muhabiri Mehmet Baransu'ya haddini bildirmeyecek yargının suç işleyeceğini ilan edebiliyor. Başbakanlık, MİT ve MGK'nın "casusluk" iddialarını da içeren suç duyurularına "Hayır bu gazetecilik görevinin icrasıdır" diye düşünerek "takipsizlik" kararı verecek bir savcı veya "beraat" kararı verecek bir hâkim olsanız, Başbakan'ın bu sözlerinden sonra, istikbaliniz için tehlikeli bir iş yapmış olacağınız aklınızdan geçmez mi? "Adil yargılamayı etkileme suçu"nin sanık sandalyesine genellikle gazeteciler oturtulur, ama "adil yargılamayı etkileme" kudretine sahip olanlar iktidarlardır. Başbakan, son konuşmalarıyla iktidarının ucunu bir kez daha yargıya göstermiş bulunuyor.
Anayasa'nın HSYK'yı düzenleyen 159. maddesi "Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulur ve görev yapar" hükmüyle başlıyor, ama durum bu.
MİT Taraf'ı 'casusluk' kuşkusuyla izlediğini yazmıştı
Başbakan'ın konuşmaları, yakın ve uzak geçmişten bugüne, hayırla yad etmediğimiz köprüler kuruyor. Yakın geçmişten başlayalım. Hatırlayın, Başbakan'ın son konuşmasında "vatana ihanet"le suçlanan Taraf gazetesinin yönetici ve yazarları Ahmet Altan, Yasemin Çongar, Markar Esayan ve Amberin Zaman ile Prof. Mehmet Altan'ın telefonlarının, sahte isimlerle başvurulan mahkemelerden alınan izinlerle MİT tarafından 2008-2009 yıllarında dinlendiği ortaya çıkmıştı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, "yargıyı zan altında bıraktıkları, evrakta sahtecilik yaptıkları ve görevi suiistimal ettikleri" iddialarıyla ilgili MİT personeli hakkında soruşturma izni istedi. Ancak Müsteşar Hakan Fidan imzasıyla Başbakanlığa gönderilen ve dava dosyasına da giren MİT yazısında "yargının aldatılmadığı, aksine, gizli istihbarat faaliyetlerinin doğasını takdir eden hâkimlerle koordineli olarak sahte (kod) isimlerle telefon dinlemesi yapıldığı" dile getirildi.
Altında Başbakan Erdoğan'ın soruşturma izni vermediğini bildiren imzasını da taşıyan ve T24'ün ortaya çıkardığı bu MİT belgesinde, Taraf ve yazarlarının neden gizlice izlendiği de anlatılıyordu. MİT'in 7 Mayıs 2013 tarihli yazısındaki bu bölümü de hatırlayalım:
"Aralarında yabancıların da olduğu bazı gerçek ve tüzel kişilerle çok yoğun ilişkileri bulunan bazı gazeteci-yazarların ve bu gazeteci yazarların yönetiminde söz sahibi oldukları yeni bir basın yayın organının (Taraf) yabancı gizli servislerle temaslarının bulunup bulunmadığının bilerek veya bilmeyerek, yabancı gizli servislerinin amaçlarına hizmet edip etmediklerinin, bu yolla ülke güvenliği açısından risk veya tehdit oluşturup oluşturmadıklarının, varsa örtülü finans kaynaklarının ve devletin bazı gizli bilgi ve belgelerini hangi amaçlarla ve hangi yollardan temin ettiklerinin tespiti ve varsa ülkemiz aleyhine sürdürülen istihbari faaliyetlere karşı koyma görevi, yetkisi ve sorumluluğunun öncelikle bu ülkenin gizli servisine ait olduğu..."
MİT'in bu yazısındaki Taraf kehaneti, kısa bir süre sonra kendini gerçekleştiriyor. Taraf, MGK'nın 2004 tarihli, Gülen cemaati faaliyetlerine karşı eylem planı hazırlanması yolundaki kararının altında Başbakan Erdoğan ve MGK üyesi diğer hükümet üyelerinin imzasının bulunduğunu ortaya çıkarması üzerine aynı iddialarla hedef tahtasına oturtuluyor. MGK haberi nedeniyle Başbakan, MGK ve MİT tarafından "casusluk"la suçlanıyor, "vatan haini" ilan ediliyor. Sonuçta, elde ettiği bilgileri açık isimle gazetelerde ilan eden bir "casusluk" türü icat etmiş bulunuyoruz.
Her gizli belge değil Erdoğan'ın gizli belgesi,
her gizli dinleme değil Erdoğan'ın gizli dinlenmesi suç!
Zamanda yolculuk devam ediyor. Taraf yayımlandığı günden beri çok "gizli" ibareli belge yayımladı. Ancak Başbakan'ın imzası bulunan belgeyi yayımlayınca Başbakan tarafından "casusluk ve ihanet"le suçlandı.
Hatırlayın, bu ülkede kimlerin özel telefon konuşmaları internet üzerinden kamuoyuna ifşa edildi, kimlerin özel hayat bilgileri iddianamelerle ilan edildi. Peki kimlerin özel telefon konuşmaları yasadışı dinlendiği ve yayımlandığı için dava açılıp, insanlar hapse atıldı? Sadece ve sadece Başbakan Erdoğan'ın işadamı Remzi Gür'le yaptığı özel telefon konuşmasının yayımlanması nedeniyle bugün cezaevinde yatırılan insanlar var!
Bu ülkenin Başbakanı, özel hayatı yasadışı bir şekilde kayda alınıp yayınlanan muhalefet lideri ve milletvekilleri hakkında "Orası özel hayat değil, orası onların yatak odası değil" diyebildi ve bu yaklaşıma uygun bir sonuç olarak söz konusu özel hayat saldırılarını yapan tek fail bile bulunamadı.
Çiller'den Erdoğan'a: Açıklarsam yer yerinden oynar!
Erdoğan son konuşmasında, "Bu kampanyayı yürütenler, içeride ve dışarıda, bunları biz açıklamaya başlarsak, ülkemizde yer yerinden oynar, onu da söylüyorum" diyerek, zaman yolculuğunda, Başbakanlık icraatıyla bu ülkenin en karanlık dönemlerinden birine imza atan Tansu Çiller'le de buluşabildi. Hatırlayın, Çiller 1996 yılında Başbakanlığı devretmeden hemen önce gece yarısı Vakıfbank şubesi açtırılmış ve Başbakanlık örtülü ödeneğinden 500 milyar lira çekilmişti. Çıkan haberi önce "Örtülü ödenek Başbakan'ın haysiyetine emanet ediliyor. Bunu söyleyenler sadece şerefsiz değil, milliyetsizdir de. İftiranın böylesinden Allah saklasın insanı” diye yalanlayan Çiller, 500 milyar liralık çekilişin belgesi yayımlanınca ne demişti? "Açıklamaya kalkarsak yer yerinden oynar" diyen Erdoğan'ın kulaklarını çınlatarak onu da hatırlatalım:
“Nereye harcadığımı açıklarsam savaş çıkar, dünya birbirine girer!.."
Velhasıl, gazeteciliği "vatana ihanet"le bir tutabilen Başbakan'ın fren mesafesinin ucu artık görünmüyor.
Ancak, bizzat şekillendirdiği medya mimarisi içinde habercilik yerine memuriyet icra edenlerle etrafında fır dönen grup medyaları patronları Başbakan'ı yanıltmasın...
Ne gazetecilik, ne de yargı, hiçbir iktidar için kalıcı bir teşhir alanı olamadı. Erdoğan iktidarı için de olmayacak...
Twitter: @DOGANAKINT24