Doğan Akın

21 Aralık 2013

Gazeteci sorgusunda çekilen tespih, rüşvet baskınında niye sorun oldu?

17 Aralık'ta başlayan yolsuzluk ve rüşvet operasyonu, Türkiye ölçülerinde bile pek alışık olmadığımız boyutlarda yürütmenin yargıya müdahalesine sahne oluyor

Yolsuzluk ve rüşvet iddialarıyla yürütülen operasyon için hükümetten yapılan açıklamalar, en çok bu açıklamaların içermediği bir boyutla dikkat çekiyor. Başbakan Tayyip Erdoğan da, Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç da, açıklamalarında "olayda yolsuzluk ve rüşvet bulgusu yoktur" demiyor. "Devlet içindeki çetenin hedefinin hükümet olduğu" iddiasını öne süren Başbakan, bu noktada duruyor.

Diyelim ki devlet içinde örgütlü bir grup harekete geçti, diyelim ki hükümeti sarsan bu operasyon cemaate yakın savcılar ve polisler tarafından salt AKP'ye ayar verme motivasyonuyla yapıldı. Evlerde, ayakkabı kutuları içinde çıkan milyonlarca doları, mahkeme kararlarıyla dinlenen telefonlardaki konuşmaları ne yapacağız? O görüntü ve konuşmaların kahramanlarını da hükümeti hedef alan çetelerin elemanları mı saymalıyız? Hükümeti sarsan hangisi; bakanların çocuklarının da içinde göründüğü tuhaf para trafiği ve o trafiği yönlendiren telefon konuşmaları mı, yoksa henüz meşru bir gerekçeyle izah edilemeyen bu trafiği ortaya çıkaran savcılar ile savcı ve hâkim kararlarıyla operasyon yürüten polis mi?

17 Aralık'ta başlayan yolsuzluk ve rüşvet operasyonu, Türkiye ölçülerinde bile pek alışık olmadığımız boyutlarda yürütmenin yargıya müdahalesine sahne oluyor. İstifa etmeyen ve azledilmeyen İçişleri Bakanı, oğlu sorgulanırken operasyonu yöneten polis şeflerini görevden alıyor. "İç ve dış komplolardan, kirli operasyonlardan" söz eden Başbakan, "hükümetin yanı sıra Türkiye'nin milli varlığı Halkbank'ın hedef alındığını, ihanet yapıldığını" savunuyor. Böylece evindeki ayakkabı kutuları içinde ve diğer yerlerde 4,5 milyon dolar bulunan Halkbank Genel Müdürü'nü tutuklayan mahkeme üyeleri de Başbakan tarafından "milli bankayı hedef alan" gizli hareketin içine tayin edilmiş oluyor.

Bu arada, yıllardır kurulamayan "adli kolluk teşkilatı" yerine yasak savmak kabilinden getirilen "adli kolluk" düzenlemesi bile çok görüldü, savcıların talimatıyla operasyon yapan polis ve jandarmaya "amirlerine bilgi verme yükümlülüğü" getirildi.

 

'Savcı savcılığını bilsin'

 

Biliyorsunuz Başbakan, cuma akşamı, AKP Genel Merkezi'nde yaptığı konuşmada önce savcıları hedef aldı. Ardından sözü, dersane tartışması ve yolsuzluk operasyonu sürecinde muhalif yayın yapan Bugün gazetesi ile Bugün TV'nin sahibi olan, altın madenciliğiyle de uğraşan Gülen cemaatine yakın Koza-İpek grubuna getirdi. Karadeniz gezisi kapsamında gittiği Ünye'de de Zaman gazetesi için ağır konuştu. Hepsini hatırlayalım:

Savcılara: Savcı, yok "Marmaraymış" yok "ruhsat niye verdin" diye operasyon yapıyor. "Yok burası yeşil alan, yok burası imarlı mı" diye operasyon yapıyor. Savcı savcılığını yapsın, sen imar müdürü müsün ki, nereden bileceksin bunları. Bu savcı orada burada "bunlardan öç alacağım" deyip duruyormuş.

İpek grubuna: Bunların maden ruhsatları ellerinden alınınca bas bas bağırıyorlar. Altın ağalığı yaparken iyiydi. Bunların hepsini açıklayacağım.

Zaman'a: ("İspanya'da polis, iktidar partisine baskın yaptı" haberine tepki göstererek) "E, ne olmuş? Bir defa bu başlığı atarken edepli ol, edepli. Bu, bu şekilde verilmez. İktidar partisini polis gelip de denetleyecekse, bunun usulü vardır. Bu başlığı atan gazetenin kendi zihniyeti bu olduğu için. Baskından baskına dolaştıkları için. Sanıyorlar ki AK Parti bu durumla karşı karşıya kalır.

 

Başbakan'ın kızdığı ve kızmadığı tespih

 

Başbakan'ın Samsun'daki konuşmasında yine savcılar vardı, ek olarak "Sizi bu ülkede tutmak zorunda değiliz" diye, başta ABD'ninki olmak üzere, Türkiye'deki yabancı büyükelçiler.

Samsun konuşmasında, Başbakan'ın, kendisinde de görmeye alışık olduğumuz tespihi, yolsuzluk operasyonundan sonra tahammül edilemeyecek bir "külhanbeylik" alameti saydığını da öğrendik. 2008'de eşi Emine Erdoğan'la birlikte Ankara'da ağırladığı Britanya Kraliçesi ve eşine "kehribar tespih" de hediye eden Başbakan'ın, Samsun'da dile getirdiği tespih konusundaki son görüşünü de hatırlayalım:

"Yürütmenin mensubu bile bir eve baskın yapacak. Baskın yaptığı evde şu terbiyesizliğe bak, bacak bacak üstüne atacak, eline tespih alacak külhan beyi gibi, bir de kendisine yemek ısmarlayacak, bu nasıl bir iş. Bunu yapan yürütme mensuplarını biz kalkıp seyir mi edeceğiz? Gereği neyse onu da yapacağız. İster yürütme, ister yargı, ister partimizin mensubu gereği neyse onu yapacağız. AK Parti bozulmuş çarkları düzeltmeye geldi bu ülkede.”

Erdoğan'ı şimdi öfkelendiren  tespih hep olageldi savcıların, polislerin elinde. Can Dündar'ın Zekeriya Öz'le buluşmasını, o buluşmadan bir süre sonra Milliyet'te yazdığı yazıyı hatırlayın. Dündar'ın "Ergenekon savcısının odasında 2,5 saat" başlığıyla 5 Temmuz 2008'de Milliyet'te yayımlanan yazısından:

"Laf açıldıkça, bir savcı ile bir avukatın da tanıklık ettiği bizim 'ifade', 'derin' bir sohbete dönüştü.

Ben az konuştum; 2.5 saat süren bu sohbetin yaklaşık 2 saatinde Savcı Öz, Ergenekon soruşturmasının ayrıntılarını anlattı.

O gün için 125 klasörü bulmuş bu davanın en hummalı safhasında bana 2.5 saatini ayırabilmesine şaşarak ve gözümü 2.5 saat boyunca sürekli çektiği tespihinden ayıramayarak anlattıklarını dinledim..."

Başbakan'ı bugün çileden çıkaran yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasını da koordine eden İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Zekeriye Öz, o gün Ergenekon soruşturmasını yürütürken Can Dündar'ın yazısının ardından tespihiyle de çok tartışılmıştı. Ve Öz, bugüne kadar yaptığı tek yazılı açıklamada, henüz yayımlanmamış kitabı nedeniyle hapsedilen gazeteci Ahmet Şık ve Nedim Şener'in tutuklanmalarının "açıklanması mümkün olmayan delillere dayandığını" duyurmuştu. Aylar sonra iddianame ortaya çıktığında "açıklanması mümkün olmayan delillere" rastlayamamıştık, ama iki gazeteci tam 375 gün hapsedildi.

Başbakan, malum, o sıralarda tespihe takılmadı, ama tutuklu Ahmet Şık için,  "bombadan bile tesirli kitaplar olabileceğini" söyledi. Üstelik bunu mahkemeler tahliye talebini değerlendirirken söyleyebildi.

 

O kadar çok seyrettiniz ki... 

 

Çok hukuklu bir Türkiye arıyor Başbakan. Misal, "Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının Yüce Divan'da yargılanabileceğini" düzenleyen Anayasa'daki açık hükme rağmen İlker Başbuğ özel yetkili savcılar ve mahkemelerce hapsedilirken seyrediyor, MİT Müsteşarı benzer bir girişime muhatap olunca yasayı değiştiriyor. Misal, bakan çocuklarına tespihli baskına isyan ediyor, gazetecilere tespihli sorguyla ilgilenmiyor. "Baskın yaptığı evde şu terbiyesizliğe bak, bacak bacak üstüne atacak, eline tespih alacak külhan beyi gibi. Bunu yapanları seyir mi edeceğiz" diyor.

Oysa seyretmek bahsinde neler girdi Usta'nın seyir defterine...

Hrant Dink cinayetinin ardından ihmali veya kastı öne sürülen bazı emniyet görevlilerinin soruşturulmasına, bugün oğlu tutuklanan Muammer Güler'in İstanbul Valisi olarak izin vermemesini seyrettiniz, ödüllendirdiniz...

Gezi Parkı sürecinde can alan, göz çıkartan polisi "Kahramanlık destanı yazıyor" diyerek seyrettiniz, teşvik ettiniz...

Ekmek almaya giderken komaya sokulan Berkin Elvan'ı gaz bombası kapsülüyle yaralayan polisi seyrettiniz...

1 Mayıs olaylarında polisin ağır yaraladığı 17 yaşındaki Dilan'ın "marjinal örgüt üyesi" olduğunu, "molotof kokteyli attığını" öne süren ve iddialarının tamamı yalan çıkan İstanbul Valisi'ni seyrettiniz...

Şırnak'ın iki köyünde 1994 yılında 38 kişiyi katledenin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde iddia ettiğiniz gibi PKK saldırısı değil TSK uçaklarından atılan bombalar olduğunun 19,5 yıl sonra ortaya çıkmasını seyrettiniz...

Bunu da "güzellik kusuru" sayıverin!

İhtimal, baskın yapılan evlerde ve ofislerde "ya sabır" diye tespih çeken polis ve savcıları da seyredin gitsin...