Doğan Akın

25 Aralık 2013

Erdoğan 'yargıya hakaret' ve 'adil yargılamayı etkileme' suçu işliyor!

. Medya ve iş dünyasını demir yumruğu altına almaya çalışan, protesto hakkını kullananlara şiddet uygulayan, can alan polis için "Kahramanlık destanı yazıyor" diyen Erdoğan, yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun hükümet krizine dönüşmesine önemli bir katkı sağlamış bulunuyor.

Prof. Nilüfer Göle'nin "AK Parti'nin gücü, otoriterleştikçe kendi güçsüzlüğü haline geliyor" gözleminin doğrulandığı günlerden geçiyoruz. Medya ve iş dünyasını demir yumruğu altına almaya çalışan, protesto hakkını kullananlara şiddet uygulayan, can alan polis için "Kahramanlık destanı yazıyor" diyen Erdoğan, yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun hükümet krizine dönüşmesine önemli bir katkı sağlamış bulunuyor. Hükümete "tezgâh, komplo kurulduğunu" iddia eden Erdoğan, kendi bakanı tarafından da istifaya davet edilirken, Türkiye büyük bir gerginlik içinde "yüzde 50 oy desteğiyle bir ülke nasıl yönetilemez"in eşiğine doğru sürükleniyor.

Neler oluyor, neler olabilir sorularına cevap vermeye çalışalım:

 - İktidar partilerinin parlamentoda çoğunluğu elinde bulundurması nedeniyle parlamenter sistemlerde yürütme organı yasamaya hâkimdir ki, bu duruma "güçler kaynaşması" deniyor. Bu nedenle "kuvvetler ayrılığı" parlamenter sistemlerde yasama, yürütme, yargı arasında değil, yasama-yürütme ikilisiyle yargı arasındadır. Yargıya müdahale eğilimi "kuvvetler ayrılığı" esasını yok eder, sandıktan çıkan sonuçlar ne olursa olsun, demokrasinin temeli olan "hukuk devleti"ni yerle bir eder. 

- Üç genel seçim, iki yerel seçim ve iki de referandum olmak üzere, 11 yılda peş peşe yedi kez sandıktan zaferle çıkan Erdoğan, yargıya da hâkim olmaya çalışıyor. Başbakan, yargıya, "kirli tezgâh içinde bulunduğunu" öne sürecek ifadelerle savaş açmış bulunuyor.

- Erdoğan, 17 Aralık'ta yolsuzluk ve rüşvet iddialarıyla başlatılan soruşturmaya dört bakanı ile bu bakanların üçünün çocuklarının adının karışması üzerine, önce poliste eşi görülmemiş bir operasyon başlattı. Ardından, yargı talimatıyla operasyon yürüten kolluk kuvvetlerini amirlerine bilgi vermeye zorlayan Adli Kolluk Yönetmeliği değişikliğiyle, operasyonlar için adeta "hükümet izni" rotası çizdi. Bu yönetmelik değişikliğinin ilk sonucu diyebilirsiniz, zira bugün (25 Aralık) yargının başlattığı ikinci yolsuzluk operasyonu için alınan gözaltı ve arama kararlarının emniyet tarafından yerine getirilmek  istenmediği öne sürülüyor.

 

Başbakan'ın Anayasa'ya karşı sözleri

- Başbakan, "Bu yolsuzluk soruşturması değil, siyasete, millete karşı bir tezgâhtır, kirli bir komplodur, ihanettir" sözleriyle, şüphelileri için savcıların "oybirliği" ile tutuklama talep ettikleri, mahkemelerin de tutuklama kararları verdiği bir yargı sürecini töhmet altında bırakıyor. Operasyonu yürüten savcıları, tutuklama kararı veren hâkimleri ağır ifadelerle suçluyor. Bu tavrıyla Başbakan, hem "yargıya hakaret", hem de "adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs" suçu işliyor. Hem Anayasa, hem de yasaları çiğneyerek yapıyor bunu Başbakan.

- Başbakan unutmuş görünüyor, Anayasa'dan hatırlatalım.

Madde 9: Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.

Madde 11: Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.

Madde125: İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.

Madde 138: Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.

Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.

Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.

Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.

Madde139: Hâkimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamaz.

Madde 159: Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulur ve görev yapar.

 

Ceza Kanunu Erdoğan'ın sözleri için ne diyor?

- Başbakan'a bir hatırlatma da Türk Ceza Kanunu'ndan yapalım.

Madde 288: Bir olayla ilgili olarak başlatılan soruşturma veya kovuşturma kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar savcı, hâkim, mahkeme, bilirkişi veya tanıkları etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun, basın veya yayın yoluyla işlenmesi halinde verilecek ceza yarı oranında artırılır.

- Adil yargılamayı etkileme suçu, birçok davada, kamuoyunun bilgi alma hakkı ve gazetecinin haber verme görevini hiçe sayan yorumlarla gazetecilere karşı yöneltildi. Oysa Türkiye'de adil yargılamayı etkileme suçunda olağan şüpheliler, adil yargılamayı etkileme kudretini elinde bulunduranlar olmalıdır. Neden böyle olduğunu; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) yapısına bakarak görebilirsiniz. 12 Eylül darbesini yapan generallerin son biçimini verdiği 1982 Anayasası'ndaki hükmü koruyan AKP, Adalet Bakanı'nı HSYK Başkanı olarak korudu. 12 Eylül 2010'daki anayasa referandumunda yapısı değiştirilen HSYK'da değişmeyen en önemli düzenleme, Adalet Bakanı'nın "kurulun başkanı", bakanlık müsteşarının da "kurulun doğal üyesi" olduğu hükmüydü. Hâkim ve savcı atamalarını, tayin ve terfilerini yapan kurulun başında Başbakan'ın seçtiği Adalet Bakanı'nın olması, hâkim ve savcılar için soruşturma yetkisinin o Adalet Bakanı'na bağlı bulunması "adil yargılamayı etkileme kudreti"ne kimin sahip olduğunun adresini de gösteriyor.

- Polisin, yargının yeni gözaltı ve arama talimatlarını yerine getirmediğinin, savcılığın çağırdığı emniyet amirinin polis tarafından teslim edilmediğinin konuşulduğu bir Türkiye'yi de mevzuattaki bu hükümlere ekleyin. Yargı mensuplarından Başbakan'a karşı suç duyurusu ve Yüce Divan tartışmaları bu Türkiye'de şaşırtıcı olmayacak.

 

Erdoğan suç işledi

- Hukuk devleti esasına sadık demokratik bir ülkede bir Başbakan, kim olursa olsun, yolsuzluk ve rüşvet soruşturması yürüten savcı ve hâkimleri "kirli tezgâh, kirli operasyon, komplo ve ihanet içinde bulunmak"la suçlayamaz. Bunu yaparsa, o ülkede "yargıya hakaret" ve "adil yargılamayı etkileme suçu Başbakan dışındaki vatandaşlar için geçerlidir" diye bir hüküm yoksa Başbakan suç işlemiş olur. Erdoğan, yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun başladığı 17 Aralık'tan sonra yaptığı birçok açıklamasında açıkça suç işliyor.

- Yürütmenin yargıya müdahalesinin örneklerine Ergenekon ve OdaTV davalarında da tanık olduk. Hatırlayın, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, Oktay Kuban'ın “nöbetçi hâkim” olduğu 1 Nisan 2010'da Balyoz soruşturmasında tutuklanan 19 kişi hakkında tahliye kararı almıştı. Karar üzerine Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün  4 Nisan 2010'da AKP Bursa İl Başkanlığı'nda şunları söyleyebildi:

“Görüyoruz ki çeteler, sadece çete değilmiş, sadece çete ve avukatından oluşmuyormuş. Meğersem çetenin medyası, rektörü varmış. Maalesef çetenin nöbetçi hâkimi, savcısı oluyor!..”

- Yine hatırlayın; Başbakan, yazdığı kitap nedeniyle tutuklanan gazeteci Ahmet Şık için, üstelik tahliye talepleri değerlendirilirken, "Bombadan tesirli kitaplar olabilir" diyebildi. HSYK'nın yapısı ortadayken, Şık'ın 375 gün tutuklu kalmasının Başbakan'ın bu sözlerinden bağımsız olduğunu düşünebilir misiniz?

 

'Çete'nin hükümet içindeki üyesi!

- Başbakan'ın yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasına ilişkin sözleri, yargıya müdahale ve hakaret dışında, ciddi bir tutarsızlık da içeriyor. "Yolsuzluk yok, Siyaseti, hükümeti ve milleti hedef alan kirli tezgâh, kirli operasyon, komplo, ihanet ve çete var" diyen Başbakan, hükümetten istifa ederken "Ben Erdoğan'ın dediklerini yaptım" mesajıyla kendisini de istifaya çağıran Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ı da ihanet çetesinin içinde mi görüyor? "Medya"yı, "muhalefet"i, "sermaye çevreleri"ni, adını anmadan "cemaat"i "komplo çetesi" olarak ilan eden Erdoğan, yıllarca TOKİ'yi yönettirdiği, 2011 seçimlerinde milletvekili, ardından bakan yaptığı Bayraktar'ı da çete üyesi olarak görüyor olmalı.

 

'Komploya uğradı' dediği Baykal'a 'beline sahip ol' demişti

- Erdoğan'ın tutarsızlığına ilişkin olarak dikkat çeken diğer bir nokta, kaset komplosuyla CHP Genel Başkanlığı koltuğundan ayrılmak zorunda kalan Deniz Baykal'a ilişkin sözleriydi. Hatırlayın, neler demişti Erdoğan Baykal hakkındaki gizli kaset için. Seçim meydanlarında "Eline, diline, beline sadık olacaksın" diye Baykal'ı hedef almış, "Orası onun özel hayatı değil. Çünkü yatak odası değil" diyebilmişti. Böylece, ana muhalefet liderinin özel hayatına yönelen bir saldırganlığı ortaya çıkarmak için soruşturmayı takip etmek yerine, bu saldırganlığın "ahlaki bir icraat" olduğu mesajını verebilmişti. Aynı Erdoğan, kendisine de istifa çağrısı içeren bakan istifalarından sonra "Baykal'a da aynı komplo yapıldı" diyebildi. Erdoğan'ın bugünkü sözlerinin, Erdoğan'ın dünkü sözleriyle imtihanı, diyelim mi!

- Yolsuzluk operasyonuyla sarsılan hükümetin poliste yaptığı büyük operasyon, yolsuzluk soruşturmasında oğlu tutuklanan Muammer Güler İçişleri Bakanlığı koltuğunda otururken yapıldı. Erdoğan, yolsuzluk operasyonu nedeniyle bakanlarını günlerce koltuklarında tutarak, bu arada polisten yargıya uzanan eşi görülmemiş bir operasyon yaptırarak, bu istifaları "siyaset etiği" açısından hiçbir kıymet ifade etmeyen bir hale de düşürmüş bulunuyor.

 

Bayraktar 'patron'a neden isyan etti?

- Peki Başbakan neden bu kadar bekledi ve Erdoğan Bayraktar neden isyan etti? Bayraktar'ın Başbakan'ı da istifaya çağırması "Beraber yürüdük biz bu yollarda, ama benim istifam isteniyor" tepkisini önümüze koyuyor. Gözaltına alınan işadamı Ali Ağaoğlu'nun, mahkeme kararıyla dinlenen telefon konuşmasındaki sözlerini hatırladınız mı? Belediyenin imar planına aykırı bulduğu projesi için, Başbakan'ı kastederek "Gittim sayın patrona söyledim, büyük patrona, o da direkt bakana talimat verdi, 'halledin burayı' dedi" diyen Ağaoğlu'na Bayraktar da telefonda "Boşver, sana uymuyorsa bildiğin gibi yap" müjdesini veriyordu.

- Başbakan'ı istifaya çağıran ve "Soruşturma dosyasında var olan ve onaylanan imar planlarının büyük bir bölümü Sayın Başbakan'ın onayıyla yapıldı" diyen Bayraktar, bu sözleriyle Başbakan Erdoğan'ı da aynı soruşturmanın şüphelilerinden birisi haline getirmiş oluyor.

- Bayraktar, milletvekilliğinden de istifasını açıkladı. Malum, Anayasa uyarınca milletvekili istifaları TBMM Genel Kurulu'nun onayına bağlı. Yani AKP Grubu onaylamazsa Bayraktar, kendi iradesine rağmen milletvekilliğinden istifa edememiş olacak. Oysa Bayraktar, bu tavrıyla, dokunulmazlığının kaldırılarak soruşturulmayı istediğini de belli etmiş bulunuyor. Bu nedenle AKP Grubu'nun Bayraktar'ın istifa iradesi karşısında etik bir yükümlülüğü bulunuyor.

 

Erdoğan, Gül ve Arınç'la aynı frekansta değil

- Hükümet krizine dönüşen bu durum oylara nasıl yansır bilemeyiz, ancak Erdoğan, AKP grubunu da idare etmekte çok zorlanacağı bir döneme girdi. Düşünün ki, Başbakan'ın kabineye almasıyla cumhuriyet tarihinin en tartışmalı İçişleri bakanlarından biri olan ve belediye başkanlığı döneminden beri Erdoğan'ın yanında olan İdris Naim Şahin bile AKP'den istifa etti. Kız ve erkek öğrencilerin aynı evde kalamayacakları çıkışından sonra Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın "İnsanların özel hayatına karışma yetkimiz yok. Başbakan'ı açıklama yapmaya davet ediyorum" sözlerini de hatırlayın.

- AKP'yi kuran çekirdek kadroda Erdoğan'dan sonra özgül ağırlığı en yüksek isim olan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, Erdoğan'ın "tek adam" olarak devleti ve partiyi eline almaya çalışmasından duyduğu rahatsızlığı da biliyoruz. Gül'ün daha kısa bir süre önce dile getirdiği "AKP'yi birlikte kurduk, reformları birlikte yaptık" sözleri akıllarda. Son krizde de, Gül'ün Erdoğan'ın yerel seçim nedeniyle planladığı kabine revizyonuna itiraz ettiği, yolsuzluk operasyonunda adı geçen isimlerin istifa etmeleri gerektiği görüşünde olduğu, 17 Aralık'tan dokuz gün sonraki istifaların Gül'ün de bu tavrıyla geldiği öne sürülüyor. Malum, bakanları Başbakan seçiyor, ancak atamayı Anayasa uyarınca Cumhurbaşkanı yapıyor. Bu iddialar ne kadar doğru bilemiyorum, ancak kesin olan, Erdoğan'ın AKP'yi kuran çekirdek ekip içinde de sorgulandığı, yalnızlaştığıdır.

 

Erdoğan neden 'cemaat' ifadesini telaffuz edemiyor?

- Dershanelerin kapatılması projesinden sonra tırmanan ve cemaate karşı eylem planı öngören Ağustos 2004 tarihli MGK kararında Erdoğan ve bakanlarının da imzası bulunduğunu gösteren belgenin yayınından sonra doruğa tırmanan, yolsuzluk operasyonuyla krize dönüşen Fethullah Gülen Cemaati-hükümet kavgası sürece damgasını vurmuş görünüyor. Bu doğru. Böyle bir kavga olmasaydı yolsuzluk operasyonu yapılmayabilirdi, kuşkuları da meşru. Ancak, tanık olduğumuz her şey bu kavganın sonucu olsa bile, ayakkabı kutularındaki paralar, açıklanmaya muhtaç ilişkiler ve o ilişkiler içindeki hükümet üyelerinin varlığı da doğru. Ve artık sadece yargının karar verebileceği bir süreci Başbakan'ın "ihanet, komplo, tezgâh" söylemiyle boğmaya çalıştığı da doğru. Eğer aklınıza ve gerçeklere sadıksanız, bu doğrulardan hiçbiri, diğerini yok etmez, edemez.

- Başbakan'ın açıklamalarında dikkat çeken bir nokta daha var. Yargıyı, hâkimleri, savcıları açıkça, konumlarını belli ederek suçlayan Erdoğan, hiçbir konuşmasında açıkça "Gülen cemaati"ni telaffuz etmedi, edemedi. Gülen'e, Gülen'in sözleriyle göndermeler yapmak ve "devlette paralel yapı var" demekle yetinen Erdoğan'ın yargıya hakaret edecek mertebedeki açık sözlülüğünün menziline "cemaat" ifadesi neden giremiyor acaba? Birçok nedeni olabilir, ben birinciliği, Erdoğan'ın cemaate yakın devlet kadrolarının elinde hangi dinleme ve izleme kayıtlarının bulunduğundan emin olamamasına veriyorum.

 

Erdoğan Köşk planından vazgeçebilir

- Neler olabilir? Erdoğan şu an için arzu etmez, ancak erken genel seçim dahil her şey olabilir. Daha yakın iki ihtimal var. Birincisi; ki kuvvetli belirtilerini veriyor, ekonomide rakamlar ve beklentilerin aşağı doğru yönelmesi. İkincisi de; bu ruh halindeki Erdoğan'ın, eli kolu bağlı oturacağı Cumhurbaşkanlığı koltuğundan vazgeçmesi ve üç dönem üst üste milletvekili seçildikten sonra milletvekili adaylığını engelleyen AKP Tüzüğü'nü değiştirerek partinin başında kalması. Tüzükte, üç dönemden sonra seçilme yasağını öngören maddede  "Kurucu genel başkan hariç"ten ibaret  dört kelimelik bir değişiklik bunun için yeterli. Zira tüzükte benzer bir değişiklik, genel başkanlık sınırlaması için daha önce yapılmıştı.

- Başbakan'ın 12 yıl önce partiyi kurarken ilan ettiği ve halka verdiği sözleri içeren "AK Parti Programı"nı bir kez daha okumasında yarar var. Zira Başbakan'ın son açıklamalarındaki lisanla okursanız; AKP Programı, "yolsuzlukların üzerine gidilecektir", "kuvvetler ayrılığına hassasiyetle uyulacaktır", "adli kolluk kurulacaktır", "hâkim ve savcıların bağımsızlığı korunacaktır" gibi ifadelerle adeta bir "çete dokümanı" gibi görünüyor!

 

Twitter: @DOGANAKINT24