"Dağdan gelip bağdakini mi susturacaklar!.."
Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan'ın dile getirdiği malum bir memleket hikâyesidir bu.
Çözüm sürecinden de sorumlu olan Başbakan Yardımcısı, yaklaşık kırk bin hayata mal olmuş bir hikâyede kırk bin kez hayal edilmiş bir umudu bu lisanla karşılıyor.
Nihayet, Tayyip Erdoğan sinirlendiğinde saklandığı yeri "Bazen çocuğu gibi de yaklaşmanız gerekir" sözleriyle açıklayan Akdoğan'ın ruh hâli deyip geçebilir misiniz?
Hayır...
Akdoğan, bu ülkenin tarihindeki en uzun çatışmanın nedenlerini, üstelik binlerce hayata mal olurken, görmek istemeyenlerin lisanına rücu ediyor. "Rücu ediyor", zira, akıbeti haklı eleştirilere de neden olsa, Kürt sorununun çözümü için bu ülkenin tarihinde ilk kez PKK ve liderini muhatap alabilmiş bir hükümetten söz ediyoruz.
Binlerce insanı dağlara gönderen Diyarbakır cezaevlerini, ana dil yasaklarını, işkenceleri, faili meçhul cinayetleri, çatışmanın iki tarafında binlerce hayatın neden söndüğünü anlamak istemeyen zihniyetin lisanı, "çözüm süreci"ni başlatabilmiş bir hükümetin Başbakan Yardımcısı'nın bilinçaltından, sandıktan 80 milletvekiliyle çıkan HDP'ye "Dağdan gelip bağdakini mi susturacaklar" ifadesiyle tebliğ edilebiliyor.
Cumhuriyet'in demokrasiyle bekası
Neydi yaklaşık kırk bin cana mal olmuş bu hikâyede kırk bin kez hayal edilen?
"Artık silahlar patlamasın, kimse dağa çıkmasın. Kürt sorunu, ancak toplumun bütün kesimlerinin adil bir dağılımla temsil edildiği parlamentoda çözülebilir..."
Bunu anlamak on yıllarını aldı bu ülkenin, on binlerce canını aldı. Nihayet parlamentoda bir umut doğarken bir kez daha yürürlüğe girdi o "dağdan bağa" lisanı…
7 Haziran seçimlerinin en önemli sonucu ne, derseniz, benim cevabım, Cumhuriyet'in ulus-devlet olarak inşası sırasında sistematik olarak dışlanan iki büyük kesimden biri olan İslamcıların ardından Kürtlerin de partilerinin çatısı altında 80 milletvekiliyle parlamentoya girmesi, olur. Bu Cumhuriyet'in bekası, ancak demokrasiyle barışmasından geçiyorsa, 7 Haziran seçimlerinin en önemli sonucu bu.
Yıllarca yasaklarla, cezalarla dışlanan İslamcılar ilk kez 3 Kasım 2002 seçimlerinde tek başına geldikleri iktidarı 13 yıl sürdürdüler. Az buçuk demokrasisi sürekli darbelerle kesintiye uğramış Cumhuriyet'in serüveninde çok önemli bir aşamaydı bu. Hukuk devleti ilkeleri ile ifade ve toplantı/gösteri özgürlüklerini yerle bir eden Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP'nin kendisinin demokrasinin önünde devasa bir sorun hâline gelmesi ayrı bir tartışma.
İslamcıların ardından, Cumhuriyet'in kuruluşundan beri yok sayılarak, dışlanarak, engellenerek, yasaklanarak, öldürülerek sistematik olarak sistemden dışlanan ikinci ana kesim de, adil olmayan seçim sistemiyle de savaşarak, ilk kez parlamentoya hakkaniyetli diyebileceğimiz bir temsiliyetle girmiş bulunuyor.
7 Haziran'la; Cumhuriyet'in demokrasiye olan mesafesinde ana mesele olan Kürtler de, bu kez sistemden dışlan(a)madılar… Tek adam rejimine zorlanan süreçte, bazı karşıtlarında bile demokrasi umudunun sembolü, sürecin kilidi oldular.
Tarihselliğin talihsizliği
Sinirlendiğinde Erdoğan'a "çocuğu gibi de davrandığını" açıklayan Akdoğan'ların anlamadığı, "dağdan gelenler"in; Cumhuriyet'in neredeyse yüz yıl sürmüş, binlerce cana mal olmuş çatışmalı yolculuğunda demokrasi umudu adına ifade ettikleri önemdi.
Yargıdaki tayin fırtınalarının ardından mahkemeye bile taşınmadan savcılıklarda kapatılan para sayma makineleri, akreple yelkovanı siyasetteki çürümeyi gösteren saatler, ayakkabı ve çikolata kutularında istiflenmiş dolarlar bir yana… Mağduriyet mahallinden geldiği iktidarda işçilere köpürürken "Ayaklar baş olursa kıyamet kopar" diyebilen Erdoğan'ın da... Çözüm sürecini başlatmak gibi bir vizyondan "Dağdan gelip bağdakini mi susturacaklar" lisanına evrilen AKP iktidarının da serüveni, memleketin alnında iki kelimede okunuyor:
Tarihselliğin talihsizliği!
AKP RTÜK'te azınlığa düşünce…
7 Haziran seçimlerinin ortaya koyduğu diğer önemli sonuç, sandıkta kurulan koalisyonun Türkiye'yi rahatlatması oldu.
Yolsuzluk ve rüşvetin sembolü hâline gelenleri himaye ederek, özgürlükleri adım adım boğarak, hukuk devleti ilkelerini yerle bir ederek, nefreti körükleyerek, toplum mühendisliğine soyunarak hikâyesini kaybeden AKP'nin en büyük zaferi, baskıcı buyurganların kılığına giren bir yanaşma ordusu inşa etmek oldu. Bir paralı yanaşma ordusu.
O ordu şimdi, bugüne kadar kutsadığı sandık sonuçlarına saldırıyor, ama rahatladı Türkiye.
Peki Türkiye'nin rahatlaması ne demek? Sorunun karşısına uzun bir liste yazılabilir, ama birkaç örnekle yetinelim.
Misal; üyeleri, siyasi partilerin parlamentoda sahip olduğu milletvekili sayısı oranında gösterdiği adaylar arasından TBMM Genel Kurulu'nda seçilen Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'nda (RTÜK) AKP, 13 yıldır ilk kez azınlığa düşecek. İfade ve yayın özgürlüğünü ihlal eden RTÜK kararlarında artık AKP ağırlığı olamayacak.
Genel müdürü ile yönetim kurulu üye adayları RTÜK tarafından belirlenen TRT, örneğin bütün muhalefet partilerine toplam 25 saat ayırdığı bir aylık haberlerinde sadece AKP'ye 100 saat ayırarak kamu yayınlarında yandaşlığın kitabını yazamayacak.
Muhalefetin üzerinde uzlaşacağı genel müdür ve yönetim kurulu üyeleriyle TRT'nin devlet kesesinden yıllardır kimlere, ne ödemeler yaptığını görmek mümkün olabilecek.
Yönetim Kurulu, hissedarı olarak Hazine'nin gösterdiği adaylarla da belirlenen Anadolu Ajansı'na haber talimatı/lisan siparişi vermek eskisi kadar kolay olmayacak.
Haber yasakları, vergi sopaları, ihale ayarlamaları…
Rahatladı Türkiye.
Misal, internette haberciliği boğan, yolsuzluk haberlerinin "özel hayat ihlali" bahanesiyle teker teker yayından kaldırılmasına dayanak olan AKP kanunlarını muhafaza etmek zor olacak.
Bundan böyle muhalif ses çıkaran yayın gruplarını vergi sopasıyla susturmaya çalışmak eskisi kadar kolay olmayacak... İş dünyasının hükümeti eleştiren temsilcilerinin kapısını eskisi kadar vergi müfettişleri çalmayacak. Maliye elbette kapı çalsın, çalmalı, ancak siparişle vergi cezası yazmak bundan böyle en azından usulden sayılmayacak.
Artık AKP, Kamu İhale Kurulu üyelerini Bakanlar Kurulu'nda tek başına atayamayacak. Kurulabilirse, koalisyon ortağı partinin de kimlerin Kamu İhale Kurulu üyesi olacağı konusunda onayı gerekecek.
Ah o kamu ihaleleri...
Misal, AKP, artık çoğunluğu kaybettiği parlamentoda, onlarca kez değiştirdiği Kamu İhale Kanunu'nu kendisine göre budayamayacak, yasada yapılacak düzeltmelere engel olamayacak.
Tayyip Erdoğan örneğinde tanık olduğumuz gibi, artık kamu ihalelerini, Başbakan talimatıyla hükümetin hoşlanmadığı gruplardan alıp, hükümetten talimat alan gruplara vermek kolay olmayacak.
Evet, rahatladı Türkiye, daha da rahatlayacak.
İhtimal, Cumhurbaşkanı Erdoğan birkaç yüz kişilik personeliyle 1150 odalı Saray'a oturunca eski binalara tayin edilen hükümet de rahatlayacak. Başkanlık hayali sona eren Erdoğan, o boş Saray'ı boşaltmak zorunda kalırsa, Saray sahibine, yani Başbakanlık ve bakanlıklara iade edilecek.
'Türk tipi devlet başkanı' zorlanacak
Rahatlayacak Türkiye.
Merkez Bankası mesela ve mesela yargı; işlerini yapmaya çalıştıkları için "vatana ihanet"le suçlayan "Türk tipi devlet başkanı" modelinden kurtulacak.
Rahatlayacak Türkiye.
Kararları nedeniyle hâkim ve savcı tutuklamak, tayin fırtınalarıyla yargıda dosya kapatmak, Yüce Divan'dan bakan kaçırmak o kadar kolay olmayacak.
Misal, bir İçişleri Bakanı, valiye çıkışıp, "Kırın kapısını alın o gazeteciyi içeri. Savcı mırın kırın mı ediyor, onu da alın içeri" diyerek hukuk dışı emir buyuramayacak.
En azından koalisyon ortağına düşecek bakanlıklarda, TBMM adına denetim yapmasına karşın raporları TBMM'den kaçırılan Sayıştay'ın kamu harcamalarına ilişkin tespitlerini göreceğiz belki...
Geri ödendi mi o medya kredileri?
Rahatlayacak Türkiye, aydınlanacak.
Kimbilir belki de...
Suriye Kürtlerini "IŞİD'den de tehlikeli" ilan eden Sabah gazetesi grubunun, Erdoğan'ın damadının yönettiği sırada Çalık Holding'e satılması için iki kamu bankasından sağlanan 750 milyon dolarlık kredinin geri ödenip ödenmediğini de öğreneceğiz... Halkbank ve Vakıflar Bankası'ndan Sabah-atv grubu için 2008'de alınan 375'er milyon dolarlık kredinin ne kadarı geri ödendi, gecikme var mı, soruları belki de cevap bulacak.
Ve o kamu bankalarının reklam/ilan bütçelerini malum yayın gruplarına nasıl paylaştırdığını öğrenmek mümkün olabilecek.
Rahatlayacak Türkiye.
Misal, Gezi sürecini, toplumsal protestoları düşmanca yayınlarla kriminalize etmeyen yayın kuruluşlarına reklam veren grupları tespit ettirdiğini açıklayarak vergi sopasına reklam sopası da ekleyen Erdoğan modelinde bir Başbakanlık icra etmek pek kolay olmayacak.
Hukuk cinayetlerini birlikte işlediği yapılarla karşı karşıya gelince her kanunsuzluğa paralel bir çorap örmek mesela, maziyi unutturmaya yetmeyecek.
Telaşından da belli rahatı kaçanların, rahatladı Türkiye, daha da rahatlayacak…