Doğan Akın

25 Nisan 2012

Devlet sözünü unuttu; Habur içerde, Oslo iddianamede!

Yüksek eğitimli kesimler de dahil olmak üzere Türk kamuoyu, Kürt sorununa ilişkin haberlerde asgari gazetecilik standartlarında...

Takip edenler biliyor, T24'te haberleri ve alıntıladığımız yazarları hiçbir yükleme ve yorum yapmadan veriyoruz. Türkiye'de gazeteciliğin kurtulmakta zorlandığı bu hastalıktan olabildiğince uzak durmaya çalışıyoruz.

"Demokratik açılım" kapsamında 19 Ekim 2009'da PKK'nın Kandil ve Mahmur kamplarından Türkiye'ye dönen grubun içinde yer alan yedi kişinin dün hapis cezasına çarptırılmasını da aynı tutumla yansıttık. Türkiye'ye dönüşün “devlet adına verilen söz” üzerine sağlandığının da hatırlatıldığı haber üzerine “Robert Kolej ve Boğaziçi mezunu” olduğunu paylaşan bir okurdan aşağıdaki yorumu aldık. Haberin altında görmeyenler için aynen paylaşıyorum:

“Yani Habur mabur olmadi, oyle mi? O gunden bu yana yuzlerce sehit verilmedi degil mi? Memleket kana bulanmadi degil mi? Bu kadar saptirmaca ve yalan da cok oldu yani... Siz, utanma hislerinizi tibbi bir operasyonla aldirdiniz mi? Yoksa bizleri aptal mi goruyorsunuz? Bu vatani sizin gibi hainlere yedirtmeyiz. Onu kafanizin bir kosesine yaziniz...”

Yazının girişinde özetlediğim “haber”in bu yorumda dile getirilen süreçle bir ilgisi bulunmuyordu. Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği mahkûmiyet kararına konu olan kişilerin, devlet adına verilen sözler üzerine Türkiye'ye girdiklerinden ibaret bir hatırlatmanın “Bu vatanı sizin gibi hainlere yedirtmeyiz” gibi bir üsluba neden olmasını nasıl değerlendirmeliyiz?

Yüksek eğitimli kesimler de dahil olmak üzere Türk kamuoyu, Kürt sorununa ilişkin haberlerde asgari gazetecilik standartlarında bir yaklaşıma bile tahammül etme noktasından uzaklaşıyor mu?

Özgür Gündem gazetesinin kapatılmasının Taraf, Cumhuriyet, Birgün ve Evrensel dışında hiçbir gazete tarafından “önemli haber” olarak değerlendirilmediğini de dikkate aldığınızda, “gerçeklere rağmen bir gazetecilik” arzusunun kamuoyuna giderek hâkim olduğunu görüyorsunuz.

“Ama dönüyor...” deyip bir hatırlatma yapalım. Türkiye'nin 2,5 yılda bile Kürt sorununun barışçı çözümü konusunda nereden nereye savrulduğunu gösteren bir hatırlatma.

 

Habur bıraktı, Diyarbakır mahkûm etti

 

Evet, “devlet adına verilen tutuklamama sözü” üzerine 19 Ekim 2009'da Kuzey Irak'taki Kandil ve Mahmur kamplarından 34 kişi Türkiye'ye döndü. Devlet, Habur'da kurulan özel mahkemeye kadar sözünü tuttu. Habur mahkemesi, örgütün talimatı üzerine Türkiye'ye döndüğünü açıklayan grubu serbest bıraktı.

Ancak daha sonra Diyarbakır'da açılan davalarda durum (daha doğrusu konjonktür) değişti ve son olarak tutuklu yargılanan 7 kişi ''terör örgütü üyesi olmak'', ''örgüt adına suç işlemek'' ve ''terör örgütünün propagandasını yapmak''la suçlandılar, “pişmanlık göstermedikleri ve suçu işledikten sonraki hâl ve davranışları” dikkate alınarak 9 yıl 6 ay ile 16 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırıldılar.

PKK'nın dönüşleri bir “şova” çevirmesi veya dönüş sonrası yapılan açıklamalar “devlet adına verilen sözün” ardından varılan noktanın vehametini değiştirmiyor.

Peki devlet, “demokratik açılım” kapsamında nasıl bir söz verdi?

Cevap, PKK temsilcileriyle MİT ve Başbakanlık yetkililerinin Oslo'da yaptıkları son görüşmenin sızdırılan bölümlerinde çarpıcı ifadelerle yer alıyor.

Hatırlayın; geçen yıl eylül ayında sızdırılan görüşmenin ses kayıtlarına göre, o sırada Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı olan MİT Müsteşarı Hakan Fidan, PKK heyetine Oslo'daki görüşmelere “Başbakan Tayyip Erdoğan'ı temsilen katıldığının” altını çiziyordu. Görüşmede Erdoğan'ın “yüksek bir siyasi risk” aldığını haklı olarak vurgulayan Fidan, sorunun barışçı çözümü için sürecin önündeki “kamuoyu” tehlikesine de işaret ediyordu.

Görüşmeye MİT Müsteşar Yardımcısı olarak katılan Afet Güneş'in de “Habur süreci için devletin verdiği söze” ilişkin sözleri ses kayıtlarında yer alıyordu.

Haberciliğe bile “ihanet” merceğinden bakma ısrarı sürdüğüne göre bu görüşmeleri sık sık hatırlatmakta yarar var. Dönemin MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş, Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Hakan Fidan ve PKK yöneticisi Sabri Ok konuşuyorlar. Konuşmaların küçük bir bölümünü yansıtmakla birlikte alıntıları, görüşme atmosferini de hatırlatmak üzere biraz uzatacağım. Birlikte okuyalım:

 

'Devlet, toplum ve örgütün hazırlanmasına Oslo katkısı'

 

Afet Güneş: Diyorum ki yürümekte olan bir süreç var. Bu süreç önemli bir süreç. Bizim bugüne kadar yürüttüğümüz karşılıklı çalışmalarla gelinmiş olan bir süreçtir. Kendi kendine falan olmadı bu, birlikte yürüttüğümüz çalışmaların sonucudur. Gerek devletin hazırlanmasında, gerek toplumun hazırlanmasında, gerek örgütün hazırlanmasında şu masada yürüttüğümüz çalışmaların çok büyük katkısı olmuştur. Beğenseniz de beğenmeseniz de, yeterli bulsanız da bulmasanız da bir yıl içerisinde yürüttüğümüz çalışmalar bugün bu meseleyi Türk kamuoyunda ve Türk parlamentosunda tartışılabilir bir hale getirmiştir. Bunu bu kadar küçümsemek gibi kimsenin bir lüksü yoktur kimse küçümseyemez bu bir. İkincisi bugün itibariyle geldiğimiz noktada önümüzde işte hazırlığını yapmakta olan bir hükümet ortaya neyi koyacağını neyi yapıp neyi yapamayacağını işte hukukçulara vermiş Adalet Bakanlığı ayrı bir çalışma yürütüyor daha sonuç raporu çıkmamış bilmem ne bakanına bir görev vermiş çalış bakalım raporunu çıkart demiş daha sonucu çıkmamış.

Afet Güneş: Yani bu neresinden bakarsak bakalım, çünkü çözümün parametreleri içinde işte basit birtakım taleplerden, Anayasa değişikliğinden Öcalan’ın serbest bırakılmasına kadar çok geniş bir skala var. Talepleri şöyle bir göz önüne getirdiğimiz zaman çok geniş bir skala var. Bunların üç ayda beş ayda sekiz ayda bir senede tamamlanabilmesi söz konusu değil.

 

'Habur'da amaç size verilen sözün tutulmasıydı'

 

Afet Güneş: Habur bizim 2,5 senedir neredeyse yürüyen tüm ilişkilerimizin, Ankara’dan başlayarak söylüyorum, özelde kırılma noktasını oluşturdu. Gelenler yeteri kadar eğitim almamışlardı ve ne amaçla geldiklerinin bile farkında değillerdi. Adeta bir siyasi gösteriye dönüştürüldü. Burada sizin de çok iyi bildiğiniz gibi hukuk ihlal edildi. Her şey yok edildi. Amaç size verilen birtakım sözlerin tutulmasıydı. Tabii burada belki başta konuştuğumuzdan farklı olan gelişme şuydu. Şimdi gruplar geldiğinde, kıyafet filan da bir şey katmak istemiyorum, yalnız kitlenin içerisinde çok provokasyona açık kişiler vardı. Yani şu beklenti vardı, bunlar gelecekler, tutuklanacaklar, kapıdan tutuklandıktan sonrada birtakım hareketler geliştirilecek. Bunun altyapısı hazırlandı orada. Biz bunları gözlemledik, şimdi üç kişi tutuklanacak ve sürekli bu şayia yayılıyordu aralarında. İşte içlerinden galiba üçü tutuklanıyormuş şimdi dördü. Ondan sonra böyle bir kitleselleşme, bir tepki geliştirmek için tepki koymak için öylesine bir organizasyon vardı ki.

 

'Biliyoruz, tutuklanmayacaklar'

 

Sabri Ok: Ama şunu biliniz ki, bizim de hani yüzde yüzlük yok ama ilişkilerimizden biliyoruz ki bunlar tutuklanmayacak.

Afet Güneş: Biz biliyoruz ama.

Sabri Ok: Biz de biliyoruz, ama müsaade edin biz bunu bilmeyene nasıl bildirelim. Söylesek olmayacak. Bizim de bu sıkıntımız var.

 

'Örgüt siyasi hayata dönebilirdi...'

 

Hakan Fidan: Şimdi Başbakan bu meselede hiçbir meselede yapmadığı kadar şey yapıyor. Çıktı grup toplantılarında Meclis'te, diğer bütün halk konuşmalarında, ben neye mal olursa olsun açılım sürecinin arkasındayım, ben siyasi riski bu noktada göze alıyorum siyasi kariyerim pahasına da olsa. Burada partiye sürekli mesaj var kardeşim, bu noktada benim üzerime gelmeyin tabanla etkileşiminiz sizde nasıl bir netice üretiyorsa üretsin. Çünkü sürekli negatif şeyler gelmeye başladı. Yani buradan dolayı efendim oy kaybediyoruz, batıda görüştüğümüz geniş kitleler bizden şey yapıyor. Tabii muhalefetin özellikle Habur’dan sonra ortaya koyduğu ajitasyonun etkisi şu anda giderek büyüyor. İçişleri Bakanı hakkında gensoru verildi biliyorsunuz. O bu işe aylarını yıllarını verdi. Afet hanımla beraber ciddi bir moral bozukluğu yarattı. Çünkü oraya herkes bir milat olarak bakıyordu. Ondan sonra bu sorunda hükümetin daha cesur adımlar atmasına ilişkin meşru bir hak zemini de hazırlanacaktı, psikoloji de hazırlanacaktı. Neden yani burada örgüt de iyi niyet gösterisinde bulunuyor. Artık insanların kafasında bir tabu oluşmuş örgüt silahtan vazgeçmez yani karikatürize edilmiş bir şey var. Sürekli kanla beslenen, kanla hareket eden bir terörist vardır gibi bir imaj oluşturulmuş. Örgütün burada silah bırakması sembolik manada da olsa bütün tabuları yıkan halk psikolojisini karar alıcı lehine harekete geçirmede biraz zemin hazırlayıcı bir faktördü. Şimdi Başbakan burada sürekli buna rağmen mesaj veriyor. Ben bunu anlattım Sayın Öcalan’a, dedim ki Başbakan bunu sürekli anlatıyor. Ama dedim biz bir şey gördük o da şu, bu hükümetin yaptığı çok reformlar var, yani Kürt kimliğini tanımadan verdiği sosyal haklara kadar bundan beş altı sene önce masaya oturulduğunda bunların hiçbiri verilmeden belli şartlar izin verseydi belki şu anda örgüt çoktan normal siyasi hayata dönmüş, Türkiye’de normal bir hayat yaşıyor ve siyasi zeminde meşru mücadelesini veriyor olacaktı. Fakat Türkiye deki şartlar buna izin vermedi.

Afet Güneş: Ama o işte silahla çözülmeyecek. Silahın evet kabul ediyorum belli bir işlevi vardı ve bugüne kadar bir şey getirmiştir.

Hakan Fidan: Habur sonrası iklim değişti, bunu yönetemedik yani açıkça söyleyelim.

Sabri Ok: Düzeltelim biz size yardımcı olalım.

Hakan Fidan: Düzeltelim, bunu düzeltelim işte zaten, Sabri bey bu söylediklerinizde çok haklısınız. Benim bizzat burada oluşum size sistematik bir müzakereyi ve biraraya gelişi teklif edişim sonra Sayın Öcalan’ın sizle iletişim kurmasına bizim kısıtlı şartlarda da olsa izin vermemiz sizden mesaj götürmemiz, sonra çeşitli iletişim kanalları bulmaya çalışmamız, bu hafta İçişleri Bakanı da parti yetkilileri ile görüşecek bütün bunların hepsi kamuoyunda bizleri zor duruma düşürmeyecek bir modalite icat edip problemi karşılıklı çözme yönünde atılan adımlardır. Türkiye’de yaşamanın tadı olmaz sıkıntı olmadan ama artık şu getirilmiş aşamadan itibaren ben meşru bir hareketin bir engelle karşılaşacağını düşünmüyorum. Onun için bence önderliği bu konuda ben bu çizgide görüyorum Sayın Öcalan’ı. Ama buradaki arkadaşların da o konuda bir çözümlemeye gitmeleri lazım diye düşünüyorum. Yoksa bunu ben ak partinin veya devletin eli rahatlasın şu olsun bu olsun diye söylemiyorum.

 

Habur süreci içerde, Oslo süreci iddianamede

 

Bu konuşmaların ardından olanları biliyorsunuz. Habur'dan dönenlerin bir bölümü tutuklandı ve iki dalgada mahkûmiyet kararları geldi. Görüşmelere siyasi irade adına katılan bürokratlar emniyet tarafından suçlandı. Nihayet, Oslo süreci KCK iddianamesine de konu oldu. Bu arada hükümet, artık örgütle görüşmeyeceğini duyurdu.

Sonuç?

PKK ile ilk kez yapılan müzakerelerin ortaya çıkmasını soğukkanlılıkla karşılayan kamuoyu, hükümetin de değişen havasıyla kutuplaşmaya başladı ve “ihanet” suçlamaları tekrar tedavüle girdi.

Akan kanı durdurmak için yapılan görüşmeler nedeniyle neredeyse “ihanet” sorgusuna çekilmek istenen Hakan Fidan, bir şey daha söylemişti Oslo görüşmelerinde. Onu da hatırlatarak noktalayalım:

“Siyasetin de böyle erdemleri olduğu gibi bu kadar da bir aşağılık tarafı var maalesef...”